Kuşadası'nın çok ayrı bir yeri var benim için.Bir kere ilk çalışmaya başladığım yer orası. 95 yazıydı. O zamanların, Kuşadası'nın en güzel otellerinden olan bir Fransız Tatil Köyü'nde çalışıyordum.
Tamamen Fransızcamı unutmayayım diye tasarlanmış bir yaz programı.
Birkaç yaz çalıştım sadece ama Kuşadası'ndan yıllar boyu ayağımı koparamadım.
Kuşadası'na ayak basmadan yaz gelmiş sayılmadı yıllarca.
Tatillerde muhakkak bir uğranır, ne olmuş, yeni neresi açılmış, yeni mekânlar neler olmuş, ortam eskisi gibi mi diye bir bakılırdı.
Öyle bizim zamanımızda Jade Club falan yoktu, limanın oradaki güzel yerler de yoktu.
Şimdi kimsenin yüzüne bakmadığı barlar sokağı bangır bangırdı o zamanlar, dolup taşardı.
Hele kale içi barları... İşte o kale içinde sabahlara kadar eğlenmek tarifsiz bir keyifti.
Işın Karaca orada çıkardı 98 yazında, haftada bir giderdik mutlaka.
Eller havaya eğlenmek gibisi yok. Kale içinde dibine vururduk eğlenmenin...
Parantez açıyorum: Yıllar geçti, avcumun içi gibi bildiğim Kuşadası'ndan uzaklaştım.
Yeni yerlere gönlümü kaptırdım.
Marmaris'e mesela... Her koyuna öldüm bittim, bayıldım...
Datça mesela… Datça'yı kim bilir? Yani herkes bilir de sahiden kim bilir? Kim gider?
Datça'ya aşık oldum... Bende öyle iz bıraktı ki Datça için özel yazı yazacağım, Marmaris'e yaptığım gibi... Parantezi kapatıyorum.
Dönelim Kuşadası'na...
Bu sene yine yeni yeniden yolum düştü Ada'ya. Bir gidip bakalım dedik, yerinde duruyor mu?
Bir kere Ada'nin sembolü Güvercin Ada'ya bir haller olmuş. Gelinlik giymiş, makyaj yapmış sanki. Beyazlamış. Güzelleşmiş.
Işıklandırma on numara. Çok beğendim.
Kadınlar Denizi'nin biraz ilerisinde bir koy var. Fazla bilindik bir yer değil. Kuşadası'nda en sevdiğim deniz orada. Atlıyorsun, hemen yüzüyorsun. Su buz gibi…
Sunrise Beach biraz tepeye kurulmuş.
Gözünün alabildiğine hayran olduğum Ege Denizi... Tam bir göz ziyafeti!
Arka tarafında dağ, yeşillik, ağaçlar, çalı çırpı, ağustos böceği, minik güzel evler…
Gürültüsüz, sakin, bütün gün gel keyfim gel yapacağın şirin bir yer burası.
Yavaş hareket eden yerleri seviyorum tatilde. O kadar yavaş ki sanki zaman durmuş, hiçbir şey oynamıyormuş gibi... Ya moleskinlerime notlar alırım... Ya akşamüstü çimenlerde yoga yaparım...
Bu yaz yemenilere taktım. Oyalı oyalı ne güzeller değil mi? Bikinilerimle asorti birkaç renk aldım. Sevgilim beğenmedi. İyi. Ben de bu yaz hevesimi aldım zaten, seneye şapkalarıma geri dönerim.
Bir yüzüp geldim, karın kaslarım da ne güzel çıkmış. Soğuk kış günlerinde nasıl olsa kaybolacaklar... Bir pazar günü, dışarıda yağmur çamur kış kıyamet koparken; evde elimde kahvem önümde tablet tablet çikolatalar sinema keyfi yaparken aklıma gelirse, çikolata paketleri yerine mideye bir elma indiririm belki...
Milli Park'a da ne giderdik bir zamanlar... Hiking yapardık, bütün gün yürürdük, oraya buraya tırmanır sonra aşağı iner yüzerdik. Bir de karşıda bir ada vardı; Samos, ama o zamanlar nerdee şimdiki gibi gidişler gelişler... Bakar bakar hayal ederdik nasıldır şimdi oralar ne güzeldir, ne plajlar, ne denizler vardır...Komşunun bahçesindeki çimenlerin daha yeşil olması durumu yani, başka bir şey değil.
Yıllardır yolum Kuşadası'na da düşmemişti. Yeni düştü. Hadi dedik, gelmişken şu Samos'u da aradan çıkaralım. Bir gidelim görelim bakalım, neymiş ne değilmiş...