“Bekle beni Heidi” yanına geliyorum dedim. Çocukluğumda, beni derinden etkileyen, her çizgi filmini izlediğimde Heidi’nin öyküsünün geçtiği Alp Dağları'na gitmek için can atıyordum. Bu ülkeyi görmek, Alp Dağları'nda bir tutam bahar yaşamak için düştüm yollara. Saymadım ömrümün kaçıncı baharında? İstanbul-Zürich arası 2 saat 40 dakika sürüyor. Uçağın küçük penceresinden gördüğüm manzara bile bana düzeni ve dinginliği çağrıştırıyordu. Vadi yamaçlarına serpiştirilmiş büyüklü küçüklü kentler, köyler... Doğanın yüzü gülüyor. İlkbaharın canlılığı ve tazeliği gözleri, gönülleri dolduruyor. İsviçre’nin en büyük, Zürih Kloten havalimanına uçak inişe geçtiğinde havalimanında bulunan toprak alanlardaki hardal çiçekleri karşılıyor sizi. Karşılıklı tebessümle iniyorsunuz İsviçre’ye. Heidi’yi de görecekmişim hissiyle vardım Zürih’e. Havalimanı ve bagaj arası 10 dakika. Hafif raylı sistemle geçiliyor. İneklerin çan sesleri ve Heidi’nin müziği ile tamamlanan kısa yolculuktan sonra bagajımı aldım. Ev sahipliği yapacak, kuzenlerim karşıladı beni.
İsviçre’ye gitmeden önce kuzenim ve biricik yeğenimle yaptığım telefon görüşmesinde “Nereyi görmek istersin? Biz plan yaptık ama yine de senin görmek istediğin yerler varsa not al.” demişlerdi. Elbette vardı görmek istediğim yerler. Biletimi aldıktan sonra geniş bir araştırma yaptım. Ön geziydi adeta. İsviçre’de geçireceğim bir hafta içinde İsviçreliler gerçekten soğuk insanlar mıydı, yoksa kendi coğrafyaları içinde farklı renklere sahip insanlar mı? Gözlemleyecektim. Benim gibi planlı – programlı, disiplinli birisi için hiç sıkıcı olmayacağını düşünmüştüm baştan.
Milat’tan önce 15. yüzyılda kurulduğu söylenen İsviçre’nin en kalabalık nüfuslu ve en büyük kenti Zürich kantonunun yönetim merkezi Zürih’in günümüzdeki nüfusu 400 bine yakın. Kentte konuşulan dil Almanca. "The Economist Intelligence Unit" tarafından hazırlanan ve 2013 yılını kapsayan yaşam kalitesi endeksinde ülkelerdeki bireylerin yaşamlarını etkileyebilecek; ortalama yaşam süresi, boşanma oranları, toplumsal yaşam, kişi başına düşen gayri safi milli hasıla, siyasi düzen ve güvenlik, iklim ve coğrafya, işsizlik oranları, siyasi özgürlükler, cinsel eşitlik ölçütleri göz önüne alınmış ve dünyada 1. olmuş.
Avrupa’nın tam ortasında, dünya üzerindeki en yüksek yaşam kalitesinin olduğu dağlar, buzullar, akarsular, göller ülkesi İsviçre, tüm dünyada gelişmiş bankacılık sistemi ile tanınan bir ülke. Zürih, İki kısımdan oluşan ve muz şeklinde olan Zürih Gölü'nün kuzey ucunda kurulmuş.Zürih’te her yer mavi ve yeşil, yüksek Alp yamaçlarında beyaz fırça darbeleri, yer yer Tanrının ayağı takılıp beyaz boya dökülmüş gibiydi. Göl ve arkasını süsleyen karlı dağların manzarasına doyamadım izlemeye.
Zürih’te Limmat Nehri göle dökülürken kenti ikiye bölüyor. Limmat Nehri'nin doğu kıyısında yalnızca yayalara açık olan Niederdorf Sokağı akşamları bizim İstiklal Caddesi benzeri bir yaşama kavuşuyor, Müzisyenler, ressamlar, barlar, lokantalar... Nehrin batı kıyısı, ticaret merkezlerini barındırıyor. İsviçre Avrupa Birliği’ne üye değilmiş. Para birimi de İsviçre Frangı. Kent, tarihi binalar ile donanmış. Geriye kalan alanlar park ya da cumbalı eski binalar. Eski binaların cumbaları üzerinde özenle yapılmış süsler bulunuyor. Ne tarafa dönsem tarihi bina ile karşılaştım. Çok sayıda tarihi anıtın hala ayakta durmasının sebebi İsviçre’nin her iki dünya savaşına da girmeyerek tarafsız kalabilmesiymiş.
Kentte 50’den fazla müze var, gar binasının karşısında bulunan Ulusal İsviçre Müzesi, aralarında en ünlü olanı. Zürih’in en eski kilisesi St. Peter. 8,7 metre çaplı Avrupa’nın en büyük duvar saati St. Peter Kilisesi'nin kulesine 1534’de takılmış.
Zürih Garı oldukça görkemli bir bina. Günde 2000’e yakın trenin geldiği kent. Kent içi ulaşım, her zaman saatinde gelen tramvaylar ve otobüsler ile gerçekleşiyor. İnsanların dakik olması. Ulaşım araçlarının hep saatinde, dakik hareket etmesinin saat üretiminde etkisi vardır elbette. İsviçre, tren ile yolcu taşımacılığını en iyi yapan ülke. Şehirlerarası yolculuk trenle gerçekleşiyor. Otogarlar yok. Bağıran çağıran bilet satan insanlar yok. Trenler İsviçre’de her zaman tarifedeki saatlere uyuyor. Tarife saat 12.17 ise saniye şaşmıyor. Çift katlı konforlu trenlerde yolculuk oldukça keyifli.
Garın hemen karşısından başlayan Bahnhofstrasse lüks dükkânları barındırıyor ve Zürich Gölü’ne dek uzanıyor. Işıl ışıl vitrinler. Bahnhofstrasse ‘de vitrinlerde değişik marka ve fiyatta kol saatleri. 100 Frank’tan 100.000 Frank’a kadar. Dünyanın en lüks markalarının mağazalarından alışveriş edemesem de bütçeme uygun hatıra bir kol saati aldım kendime. Caddede yürümek bile insanın kendisini iyi hissetmesine yetiyor. Gar ile göl arasında nehrin her iki yakasında yer alan tarihi bölge bence görülmesi gerekli olan en önemli görsel mekân. Tarihi evler ve restore edilen lüks dükkânlar güzel bir görüntü sergiliyor. Özellikle güneş battıktan sonraki birkaç saat nehrin göl ağzında güzel ışık yansımalarında fotoğraf çekmeyi ve çektirmeyi ihmal etmeyecektim ancak yağmur nedeniyle gerçekleştiremedim. Biz de Zürich Gölü’nün kıyısında şemsiyemizle dolaştık. Resim konusu olmaya değer görüntüleri izlemeye koyulduk.
Gölde küçük vapur ve motorlarla ulaşım var. Bu vapur ve motorlarla yapılan yolculuklarda kenti ve çevresini gölden görmek çok hoş olacağını biliyordum fakat yağmur izin vermedi. Yine de başım dönerek izledim manzarayı.
Yirmi altı kantondan oluşan bu ülke dünyada doğrudan demokrasinin uygulandığı tek ülke. Her yasa tasarısı, her proje halkın oyuna sunuluyor. Kuzenim anlattığına göre 5 hafta olan yıllık iznin 6 hafta olması için yapılan oylamada yıllık iznin yine 5 hafta olması sonucu çıkıyor. 6 haftalık yıllık iznin ekonomiye zarar vereceği düşünülerek, halk tarafından kabul görmemiş. Halkı o kadar bilinçli. Takdir etmemek elde değil. Emeklerinin karşılığı alan bu insanlar oldukça mutlular. En küçük yerleşim birimi vergisini toplayıp yatırım yapmakta özgürmüş. Kimse vergi kaçıramıyor. Herkes birbirini denetliyormuş. Eğitim düzeyinin yüksekliği her alanda kendini gösteriyor. “Bu nasıl bir düzendir.” demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Göllerde, derelerde, ırmaklarda yüzen ördekler, kuğular, kazlar bu sulara ayrı bir renk katıyor. Çimenlerin arasından boynunu uzatan papatyalar, morlu beyazlı minik kalın yapraklı laleler size gülümsüyor. Bu çiçekler koparılmıyor. Çevreyi kirletmiyorlar. Dilenci yok. 2010 yılında ulusal kişi başına milli gelir 66 bin 126 ABD doları olan bu ülkede yoksulluk yok. Çocuklar vatanlarında mutlu büyüyor. Gelecek kaygısı, iş kaygısı yok.
Örf ve adetlerini aynen koruyorlar. “İnsan Hakları varmış” dediğim ülke. Trafiğe adım attığınızda 20 metrede tüm arabalar duruyor. İnanılmaz bir trafik düzeni var. Hatta tramvaylar bile fren yapıyor. Sadece insanlara değil, tüm canlılara saygı duruşu. Ortalıkta yetkili yok. Bilet kontrolü yok ama herkes bilet alıyor. Ülkemdeki trafik keşmekeşi ile kıyaslamamak elde değil. Kent içi ulaşım araçlarında geçerli olan 24 saatlik ve 72 saatlik Zürih kartları müzelere de ücretsiz giriş hakkı veriyor.
Zürih’e gitmeye karar verdiğimde, yeğenim Sema ile telefon görüşmesi yaptım. Sema “Abla Zürich’i gezer, Raclette yer, çikolata alırız.” demişti. “Raclette” İsviçrelilerin döneri veya bir nevi İsviçre’nin kumpiri de denilebilir. Dünyanın gelmiş geçmiş en efsane yemeklerinden biri olsa gerek. Kökeni Ortaçağ'a, belki de daha gerilere dayandığı söylenen İsviçre dağ köylerinin tipik ürünü olan erimiş peynirden başka bir şey değil aslında. Bu yemeği yapmak için kullanılan ızgaraya da raclette deniliyor.
Eskiden gerçek ateş önünde yapıldığı söylenen raclette için şimdi elektrikli özel ızgaralar var. "raklet ızgarasının” üstü düz, altında ise küçük kürekçikler bulunuyor. Düz ızgarada tavuk, salam, sosis, ince et ve sebze kıvamlarken, alta çekmecede bulunan kürekçiklerde mevcut "raklet peyniri" hem yukarıdaki ızgaranın sıcaklığıyla hem de alttan verilen ısı ile eriyor. Tabii ki beyaz et tutkunu olunca tavuklusu tercihimdi. Gayet lezzetli olan "raklet yemeği", patates veya ekmek dilimleri üzerine önce üstteki ızgarada pişen et çeşitlerinden bir dilim koymak ve alttaki kürekciklerdeki erimiş peyniri onun üzerine tahta spatula yardımıyla akıtmak suretiyle hazırlanıyor. En klasik şekliyle raclette yanında küçük salatalık turşusu, minicik soğan turşusu, haşlanmış patatesle ve ekmekle servis ediliyor. İsviçre’de yanında kırmızı şarap içilmesi adettenmiş. Müthiş bir şey olmasa da asıl amacı insanları, aileyi masada daha uzun süre bir arada tutmak. Tadı gerçekten dayanılmaz. Ancak yanında yeterli turşu ve özellikle ekmek veya patates yemezseniz midenize taş gibi oturabilirmiş. Dahası bu yemeğin yanında su ve bira içilmemesi gerekiyormuş. Bence kırmızı şarap en yakışanı. Her ünlü yemeğin altından mutlaka peynir çıkıyor.
Ülkenin geleneksel yemeklerinden birisi de "Rösti". Klasik olarak rendelenmiş patatesin tavada kızartılarak yapılan bir yemeği. Oraya kadar gidip, kahvaltıda Rösti yememek olur mu? Bizim bildiğimiz tavada patates. İsviçre'de çoban da yok. Çoban salata da yok. İneklerin otladığı yer telle çevrilip elektrik veriliyor, inekler kaçmasın diye. Teller içinde çimler üzerine inekler sere serpe yatmışlar. Ye, iç, geviş getir. Sonrası mı? Etinden, sütünden, derisinden…
Her duraktan bilet alabiliyorsun. İsviçre’nin gerçekten çok iyi bir toplu taşıma yapısı var. Hemen her yere raylı sistemle ulaşmanız mümkün. Hatta bazı duraklarda tuvalet bile var. Asgari ücret 3500 Frank olduğu bu ülkede kuaför aramayın. Haftada iki kez fön çektirmek o kadar kolay değil. Önceden randevu almak zorundasınız. 50- 60 Frankla fön çektirebilirsiniz. Kesim ve saç bakımını yaptırmak size kalmış.
Tüm tren ve teleferik yolculuklarının sonunda başka teleferik hatları çıkıyor karşınıza. Dağlardan kırkayak gibi inen trenleri görebilirsiniz her an. Her teleferik istasyonunda yemek yerken Alpleri izleyebileceğiniz lokantalar kurulmuş. Alplerden akan irili ufaklı şelaleleri izlemek harika. Ne tarafa dönseniz İnsanı etkileyen görkemli ve gösterişli dağ dekorları. Yerlerde ne bir çöp ne bir kâğıt. Çöpler ayrı poşetlere konuluyor, üzerine marketlerden satın alınan, taşıma ücreti etiketi yapıştırılarak paketlenip alınması için uygun bir yere konuyor.
Kuzenim Arda’nın okulunu ziyaret ettim. Eğitim sisteminde her pazartesi ve cuma günleri okulun açılış ve kapanış töreni yok. Köy Enstitüleri'ndeki eğitim anlayışını gördüm sanki. Eğitimde; yaparak yaşayarak öğrenme gerçekleşiyor. Araştırmaya, incelemeye, üretime dönük bir eğitim anlayışı var. Toplu etkinliklere önem veriliyor. Çocuğun doğuştan var olan yeteneklerini geliştirerek düşünen, düşüncelerini uygulama alanına koyabilen yapıcı, yaratıcıbireyler yetiştirmeyi amaçlıyor. Kulüpler amacına uygun yapılıyor. Spora önem veriliyor. Her İsviçreli, spor yaparak, sağlıklı birey olarak büyüyor. Çocuklar mutlaka kask takarak bisiklet kullanıyor. Sokaklarda avare gezen insan yok. Sokak hayvanı hiç mi hiç yok. Her hayvanın kimliği var. Restoran kültürü gelişmiş. Yabancı insanlarla selamlaşmadan geçmiyorlar. Yaşam standartları oldukça yüksek. Dünyanın her türlü meyve ve sebzesini bulabiliyorsunuz bu ülkede. Semt pazarları kurulmuyor. Her şey ambalajlı ve kaliteli. Yaptırım var her alanda. Kurallara uyacaksınız yaşayabilirsiniz bu ülkede.
Görüşmek dileğiyle sevgiler…