Zürih ile Aramızdaki “Saat” Farkı

Kuş Donduran Ayazda Zürih Turu

Gitmeden önce beni uyarmışlardı. Zürih bu, Avrupa’nın en pahalı şehri, finans ve “özel” bankacılık merkezi, lüksün anavatanı... Bir saat almak istesen 450,000 dolar; yolda omzuna çarptığın adamın gayrı safi milli hasılası sülaleni katlar. Tamam anladık da ne kadar lüks, ne kadar pahalı olabilir ki...

...diye düşünerek uçaktan iniyorum, şehre giden trene atlıyorum. İlk durak Zürih Garı; şimdilik her şey normal, bildiğimiz demirden çelikten trenler, altından falan yapılmamışlar. Garda iniyorum, Noel zamanı olduğu için devasa bir çam ağacını süslemişler. “Olabilir tabii” diye düşünerek ağacın yanına gidiyorum, ve... Çam ağacı Swarovski’den mamül! Dakka bir gol bir, zenginliğin, ihtişamın, lüksün göbeğine hoş geldiniz!

Kozalağın kadar konuşacaksın...


Zürih Garı

Tarihi gar binasından Bahnhof Meydanı'na çıkıyorum, önümde Avrupa’nın en görkemli alışveriş caddelerinden biri uzanıyor: Bahnhofstrasse! Zürih’in omurgası sayılabilecek bu sevimli cadde tramvayları, ışıl ışıl mağazaları, bol sıfırlı vitrin etiketleri ile baş döndürüyor.

Bahnhofstrasse üzerinde; saat, çakı ve çikolata başta olmak üzere İsviçre’yi İsviçre yapan, zenginliğine zenginlik katan her türlü ürünü görebilirsiniz. Caddenin başında yer alan çikolata dükkanı, elle yapılmış çikolatalarını pestil gibi dökerek vitrininde sergiliyor ve iştahları kudurtuyor.

Neyse, biz yolumuza geri dönelim ve caddenin açıldığı büyük meydana kadar yürüyelim: Paradeplatz... Kafanızı kaldırıp etrafa baktığınızda Credit Suisse, UBS ve daha adını bilmediğiniz birçok “meşhur” İsviçre bankasının binalarını göreceksiniz. İsviçre’nin bankası meşhurdur, gelmişken paramı yatırayım diye düşünebilirsiniz ama “özel bankacılık” uygulamalarıyla bilinen bu kuruluşlar 1 milyon İsviçre Frangı’nın altında hesaba pek tenezzül etmiyorlar.

İsviçre, bankacılık konusunda ser verip sır vermeyen yapısıyla tanınıyor. İzlediğimiz meşhur filmlerden güncel politik tartışmalara kadar her yerde “İsviçre Bankaları'ndaki hesabını açıkla bakalım”, “Parayı İsviçre’deki hesabıma gönderin” benzeri replikleri duymuşuzdur. Bankacılığı 18. yüzyılda keşfeden İsviçre, yüzyıllardır sürdürdüğü uluslararası tarafsızlığı, AB de dahil olmak üzere hiçbir bloğa ait olmaması, BM’ye bile son yıllarda katılması gibi politikaları ile tüm dünyadaki zenginlerin refahını gizlemek için tercih ettiği nötr bir ülke olmuş.

İsviçre bankacılık yasaları bankalara yatırılan varlıklarla ilgili kesin bir gizliliği garanti ediyor. Tabii bu “gizlilik” mevduat sahipleri tarafından coşkuyla karşılansa da vergiden kaçınma, kara para aklama, servet gizleme gibi uygulamaların peşine düşen diğer ülke hükümetlerince hoş karşılanmıyor. Yıllardır İsviçre ve diğer ülkeler arasında büyük çekişmeye sahne olan bu “hesapların gizliliği” konusunda, özellikle 2008 küresel krizi sonrası bazı gelişmeler yaşandı. İsviçre hükümeti, başta terörün finansmanı olmak üzere karanlık hesap ve transferler konusunda diğer ülkelerle işbirliğini artırdı. Hatta bu yıl içinde İsviçre’nin OECD’nin vergi kaçırma konusundaki bir anlaşmasına taraf olma niyeti sonrasında “gizlilik” konusundaki uygulamalarında önemli değişiklikler olacağı söyleniyor.

Dünyada “kendi ülkesi” dışında tutulan varlıkların üçte birine ev sahipliği yaptığı söylenen, bu konuda tüm dünyanın güvenini kazanmış olan İsviçre’nin bu gücünün zayıflayabileceği sinyalleri üzerine, Singapur başta olmak üzere dünyanın diğer finans merkezleri ve vergi cennetleri pastadan pay kapma yarışını kızıştırmış.


Paradeplatz'da Sprüngli Pastanesi

Zenginin malı züğürdün çenesini yeterince yordu. Dediğim gibi, “bankası meşhur” diye girip hesap açtıracak halimiz yok, o zaman “çikolatası meşhur” diyerek Paradeplatz’ın havalı mekanı Sprüngli’ye girelim. 150 yıldır aynı mekanda hizmet veren, makaron, çikolata ve kahvesiyle meşhur mekanda yer bulmak kolay değil; Zürih sosyetesi bile kuyruk olmuş boşalacak masa bekliyor. Bir süre bekliyorum, ama buzz gibi havada kimsenin masasını bırakıp dışarı çıkacağı yok. Ben de mekandaki kahve ve çikolata kokusunu iyice içime çekerek (bedava) kendimi dışarı atıyorum.

Hazır biraz ısınmışken yürümeye devam edelim... Yürümek istemiyorsanız tramvaya da binebilirsiniz tabii; Zürih’in tramvay sistemi, temizliği ve dakikliği Tokyo ile yarışır. Tabii çok daha minik bir ölçekte; çünkü Zürih’in şehir merkezi oldukça küçük ve tramvaya ihtiyaç duymadan, yürüyerek şehri dolaşabilirsiniz. Ama yılbaşına yakın Zürih’e gittiyseniz, sırf aşağıdaki “noel tramvayı”na binmiş olmak için bile tercih edebilirsiniz

Tramvaylar Zürih’te hayatın öyle bir parçası olmuş ki ilginç tramvay fantezileri bile geliştirmişler. Örneğin akşam saatlerinde yürürken önümden bir tane “yemekli vagon” geçti. İçi lüks bir restoran gibi dekore edilmiş bir tramvay Zürih sokaklarında dolanırken siz de yemeğinizi yemeğe çalışıyor, alet viraj alırken üstünüze fondue döküyor, bir taraftan şehri dolaşmış oluyorsunuz. Ben tercih etmedim, denemek size kalmış...

Tramvaya binmekten vazgeçtik, Bahnhof Caddesi boyunca yürümeye devam ettik. Yolun sonunda Bürkli Meydanı'na ve Zürih Gölü’nün kıyısına varıyorsunuz. Şehir, uzun ince bir göl olan Zürih Gölü’nün kuzeybatı köşesinde konuşlanmış durumda. Yazın gelsek çok keyifli olacağına inandığım göle 30 saniye kadar bakabiliyorum ve buz gibi esen rüzgar canımı yakmaya başlıyor.

Güzel havalarda göl turu yapan teknelerin kalktığı iskelede benden ve martılardan başka kimse yok. Mekanı terk etmek üzereyken gözlerim heybetli bir heykele takılıyor; Zürih Gölü kıyısındaki Ganymedes! Truvalı Tros’un oğullarından biri olan Ganymedes, güzelliği ile ünlü bir delikanlı imiş ve ona hayran kalan tanrı Zeus tarafından dağa (Olympos Dağı) kaldırılmış! Bildiğiniz gibi, Zeus’un “kaldırdığı” tanrıçaların haddi hesabı yok, ama bu sefer araya bir de oğlan karışmış. “Ganymedes”in dünya tarihindeki ilk “ganimet” olduğu kabul edilir.


Ganimet

Zürih Gölü kenarında, 1952 yılında yapılan bu heykelin ise, kaçırılmadan ziyade insanlığın Olympos’a ulaşma arzusunu simgelediği söyleniyor. Oğlanı kaçırmak için kartal kılığına giren Zeus (mitoloji meraklıları bilir, daha önceki “kaldırma” maceralarında da ne hayvan kılıklarına girmişti) bu sefer Olympos’a ulaşmak için yardım istenen bir güç rolünde. Heykele baktığınızda fonda yer alan Alp Dağları da İsviçrelilerin Olympos’u oluyor herhalde...

Konuyu fazla saptırdık, zaten donmak üzereyiz, bir an önce şehir merkezine dönerek sıcak bir kafeye kapağı atmam gerek. Zürih Gölü’nün Limmat Nehri'ne boşaldığı köprüye çıkıyorum ve soğuk rüzgarlar altında manzaraya son bir bakış fırlatıyorum...


Fotoğrafın sağında meşhur "Rathaus"

Zürih’in alamet-i farikası olan, tarihi şehir merkezinin iki yakasına kurulduğu Limmat Nehri, Zürih Gölü'nden başlayarak kuzeybatıya doğru akıyor. Nehir, Zürih boyunca üzerine kurulu onlarca köprünün altından geçerek şehrin siluetini belirliyor.

Limmat’ın karşı kıyısına geçiyorum ve sıcak bir şeyler içebileceğim bir kafe buluyorum; Cafe Odeon. Burası öyle sıradan bir cafe değil; kapısından destursuz girmemek gerek. 

Yıllar boyunca burayı mesken tutmuş zevatın listesi insanı titretiyor: Lenin, Benito Mussolini, Stefan Zweig, James Joyce, Albert Einstein, Herman Hesse ve daha niceleri... İsviçre’nin tarafsız kimliği bir kez daha kendini gösteriyor; faşisti, komünisti, ateisti, yazarı, çizeri, çapulcusu aynı kafede buluşmuş!


İşte tam bu sandalyede James Joyce oturmuş (olabilir belki)

Bara oturuyorum ve bir kağıda ismimi yazıp barmene veriyorum. Kafenin müdavimleri listesine “Japon Yapmış serisinin yazarı Onur Ataoğlu”nun eklenmesini istiyorum. Galiba beni yanlış anlıyor ve bir bardak çikolatalı kahve getiriyor. Tamam, ona da razıyım...

İçimi ısıttıktan sonra Limmat Nehri'ni ve şehri kuşbakışı olarak en iyi izleyebileceğim yere doğru seğirtiyorum. Lindenhof Tepesi, Zürih’i tanıtan tüm rehberlerde tavsiye edilen bir seyir noktası. Kendimi zorlu bir tırmanışa hazırlarken, birkaç basamakta tepeciğe ulaşıvermek beni ziyadesiyle mutlu ediyor.

Lindenhof, Zürih’in tarihçesine de dikiz atabileceğiniz bir tepecik. Avrupa’daki birçok şehir gibi Romalılarca kurulan Zürih (Turicum), imparatorluğun vergi toplama noktalarından biriymiş. Belki de İsviçrelilerin ilerleyen yıllarda vergi kaçırma/vergiden kaçınma konusunda şöhret yapmaları, o yıllarda vergiye karşı geliştirdikleri bir alerjiden kaynaklanıyordur.

Lindenhof’ta Romalılar bir kale inşa etmiş ve Limmat Nehri üzerindeki trafiği ve ticareti kontrol altına almış. İlerleyen yıllarda daha ziyade Alman etkisinde kalan Zürih’te Zwingli isimli bir rahip Protestan Reformunu başlatmış. Zürih, Katolik kalan kantonlarla zaman içinde epey bir itişip kakışmış ve 19. yüzyılın ortasında kantonlardan oluşan federal devletin kurulmasıyla ortalık durulmuş.

Karşı tepede göreceğiniz binalardan en heybetli olanı; Eidgenössische Technische Hochschule Zürich. Telaffuz etmek için kendinizi hırpalamayın, kısaca ETH olarak bilinen bu teknik üniversitenin adını söyleyebilene Nobel veriyorlar. Şimdiye kadar (Einstein dahil) 21 mezunu ve/veya öğretim üyesi Nobel almış olan okul, dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamalarının gediklisi. İsviçre denildiğinde sadece çikolata ve saat gelmesin aklınıza; bilim ve teknolojide almış yürümüş bir coğrafyadan bahsediyoruz.


Eidgenössische Technische Hochschule

Günümüzde Lindenhof’ta manzara dışında görülebilecek pek bir şey kalmamış; gözünüzün alabildiğince Zürih manzarasını içinize çekmek dışında bir atraksiyon yok. En iyisi şehrin merkezine doğru giden daracık sokakların labirentinde kaybolup şehrin havasını koklamak...

Lindenhoff’un az aşağısında Zürih’in önemli kiliselerinden olan St. Peter yer alıyor. En önemli ayırt edici özelliği, Avrupa’nın en büyük kilise saatine sahip olması. 9 metreye yaklaşan çapı ile Zürih’in her yerinden zamanı kontrol edebileceğiniz saat oldukça etkileyici. İsviçre’nin saatleri ile meşhur olmasının St. Peter ile bir ilgisi var mıdır, bilemiyorum.


Ortada gördüğünüz St. Peter saati 8 derece miyoplara bile hitap ediyor

St. Peter Kilisesi'nin etrafındaki sokaklarda küçük kafelerin, dükkanların arasında yürüyerek keyifli bir zaman geçirebilirsiniz. Elinizde bir harita varsa Zürih mimarisinin mücevherlerini görmek için Augustinergasse sokağını bulmaya çalışın. Bu sokakta yan yana dizilen cumbalı evler gerçekten göz alıcı. Evlerin cumbası kapıların tam üstüne denk gelecek şekilde değil de, yana doğru konumlandırılmış. Böylece kapıya gelen gidenin rahatça dikizlenebilmesi amaçlanmış.

Biraz daha kuzeye yöneldiğinizde tarihi Urania gözlemevini görebilirsiniz. Yukarı çıkıp teleskopun başına geçemeyeceğinize göre yolunuza devam edin, Limmat Nehri'nin karşısına geçip bir miktar da “Karşıyaka”da dolaşın.

Zürih’ten kuzeye doğru akan Limmat’ın sol yakasında Bahnhof Caddesi hüküm sürerken, sağ yakasında da Niederdorf Caddesi cıvıldamaktadır. Bahnhof, olanca lüksü, ihtişamı ve elegansı ile büyülerken; Niederdorf daracık sokakları, eğlenceli kafe ve barları, daha mütevazi, genç ve bohem mekanları ile insanları kendine çekmektedir.

Ben de şehrin “sağ” yakasına daha çok ısındım doğal olarak. Ivır zıvır satan dükkanlarından sanat galerilerine kadar kafayı uzatabileceğiniz birçok dükkan daracık cadde üzerinde sıralanmış. Tarihi binaların duvarları, süslemeleri mahallenin samimiyetini arttırıyor.

Niederdorff üzerinde en ucuz döner kebapçılardan İsviçre mutfağının spesiyallerine kadar değişik yeme içme seçenekleri mevcut. Ben de gözüme 1890 yılından bu yana hizmet veren Johanniter Brasserie’yi kestiriyorum ve kendimi zengin(?) İsviçre mutfağının kollarına teslim ediyorum.

Eğer fondü yemek konusunda ısrarlı değilseniz, raclette ile başlangıç yapabilirsiniz. Raclette de fondü gibi eritilmiş İsviçre peynirinden mamül, yanında patates ve salatalık/soğan turşusu ile servis ediliyor. Bizim turşulardan daha hafif ve daha tatlı olan turşular erimiş peynire o kadar yakışıyor ki ana yemek yerine birkaç tabak daha raclette söylemeyi düşünüyorum. Sonra kendimi frenleyip meşhur İsviçre sosislerinden sipariş veriyorum...

Sosis denilince, marketten satın aldığımız pembe renkli hilkat garibelerini düşünmeyin; kocaman bir sucuk boyutunda, dana veya domuz eti seçmeli muhteşem bir lezzetten bahsediyoruz. Yanında “rösti” patates üzerinde soğan sosu ile servis edilen sosis mutlaka denenmesi gereken bir spesiyal...


Fotoğraftaki size "gülümseyen" sosisi şiddetle tavsiye ederim!

Karnımızı doyurup ısındıktan sonra yola devam edebiliriz. Niederdorf’u baştan başa kat ettikten sonra nehir kıyısına inip Limmat boyunca yürüyebilir ve Zürih köprülerini, zengin tüccarlar için yapılan evleri fotoğraflayabiliriz.

Tabii soğuk hava ne kadar izin verirse! Her iklimin canavarı martılar bile canlarından bezmiş, kaskatı dikilerek soğuk havaya lanet okurcasına yazı bekliyorlar. Nehir kıyısında içtimaya çıkan martılar öylesine donakalmış ki diplerine kadar yaklaşmanızdan hiç rahatsız olmuyorlar.


Yaz gelse de uçsak

Nehir boyunca ilerlerken Zürih’in en görkemli kilisesinin duble kuleleri mutlaka dikkatinizi çekecektir. İsviçre’nin Protestan reformunu başlatan Zwingli’nin Grossmünster kilise/manastırı nehirden az yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş.


Wagner'in deyimiyle tuzluk ve biberlik

Kilise, Zürih şehrinin kutsal şehitleri olan Felix ve Regula’nın kesilmiş kafalarını yerden toplayarak dua ettikleri yere kurulmuş. Efsaneye göre Alman Kral Şarlman’ın atı şehitlerin yattığı yerde diz çökerek burayı bulmuş ve kilisenin yapılacağı yer olarak işaretlemiş.

Grossmünster oldukça etkileyici bir yapı; ünlü besteci Wagner kilisenin ikiz kulelerini tuz/karabiber setine benzetse de bronz kapısını görmenizi, içini gezmenizi, gözünüz keserse kulesine tırmanmanızı tavsiye ederim.


Kilisenin arkalarında saklanan Şarlman Heykeli

Grossmünster’in tam karşısında, nehrin diğer tarafında da Fraumünster, yani kadınlar kilisesi yer alıyor. Aristokrat kadınlar için Grossmünster ile yakın zamanlarda inşa edilmiş bu kilise ben gittiğimde kapalıydı; bu yüzden içinde yer aldığını duyduğum Marc Chagall eserlerini göremedim.

Anadolu ve Rumeli Hisarları gibi nehrin iki yakasını karşılıklı tutmuş kiliseleri gördükten sonra adım başı rastlayabileceğiniz Glühwein büfelerinde mola vererek dolaşmaya devam edebilirsiniz. Her ne kadar güzelim şarabın ısıtılması benim açımdan mundar etmekle eşdeğerse de, kış mevsiminde ilaç niyetine içtiklerini düşünüyorum.

Bahnhoffstrasse'nin cazip ışıltısı

Kafayı fazla bulmadan şehre giriş yaptığınız kapıya, Zürih Garı'na doğru ilerleyin. Işıl ışıl caddenin ihtişamı aklınızı almasın, bir şey alacaksanız etiketlerdeki sıfırları iyi saymadan karar vermeyin, sıcak şarabın verdiği gazla “kendime bir saat alıp döneyim” diye düşünürseniz, dönüşte arabanızı satıp evinizi ipotek ettirmeniz kaçınılmaz olacaktır!

Onur Ataoğlu

Yazar Hakkında

Onur Ataoğlu

"Japon Yapmış", "Japon Ne Yapmış" ve "Japon Yapmış Türk Gezmiş" kitaplarının gezgin yazarı, dünyanın diğer yörelerine dair yazı, fotoğraf ve gözlemlerini de blog sayfa