Bir Asır Önce İstanbul: Mesire Yerleri

İstanbul, binlerce yıl boyunca hem dokusu hem insanlarıyla değişime uğrayan dinamik bir kent. Bir asır öncesinin İstanbul’unu günümüzün İstanbul siluetine bakarak hayal etmek çok zor olsa da cumhuriyetin ilk yıllarında yayımlanan gezi türüne ait edebi eserler bu konuda yardımcı oluyor. Osman Cemal Kaygılı, Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi edebiyatçıların anlatılarından İstanbul’un bir asır öncesine semt semt uğramak mümkün. 1900’lerin ilk yarısında yaz aylarında şehrin her semti yeşil alanları, mesire yerleri, park ve bahçeleri ile adeta şenlik yeriydi. Özellikle hafta sonu serinlemek, eğlenmek ve hava değişimi yapmak için en yakındaki sayfiye yerlerine cümbür cemaat gidilir, kimi yerlerde çeşitli gösteriler seyredilir kimi yerlerde oyunlar oynanırdı. Yahut bazı semtlerde meyve ağaçlarının gölgesinde aile sofraları kurulur; serin yaz akşamlarında halk, meyve soyup sohbet ederek vakit geçirirlerdi. Şimdi bu sayfiye yerlerinin çoğu eskiden bulundukları yerlerin cadde ve sokak adlarında yaşıyor olsa da çok azı günümüzde hala ziyaret edilebilir durumda.

Bu yeşil alanlardan ilki, bir asır önce cuma günleri oturulacak yer bulmanın çok zor olduğu, yemyeşil zeytinliklerin gölgesinde Marmara’nın ve Adalar’ın seyredilebildiği Yakacık. Özellikle gayrimüslimlerin mesire yeri olan bu bölgede insanlar çay, kahve, gazoz içerek akşam sohbetleri yaparlarmış. Yakacık’ın asıl gezinti yerleri olan Ayazma ve Koru’dan şimdi geriye Ayazma çay bahçeleri kalmış.

Yaz mevsiminde en çok ziyaret edilen yerlerden biri de Üsküdar'dı. Üsküdar sahilinde bulunan sayısız parklardan en meşhurları İnşirah Bahçesi ve Kızkulesi Parkı'ymış. Kızkulesi Plajı'nda güneşlenenleri ve denize girenleri Kızkulesi Parkı’ndan izleyen halk bir yandan Daruttalimi Musiki dinleyerek eğlenirlermiş.

Üsküdar’da Çamlıca ile Kuzguncuk arasında bir de Tomruk Suyu Bahçeleri vardı. Temiz hava, kaynak suyu ve nice çalgıların neden olduğu cümbüş bu bahçelerin önemini artırırdı. İncesazından zurnasına, mandolinden bandosuna çeşitli çalgılar eşliğinde halk zeybek, çiftetelli gibi oyunlar oynardı. Şimdilerde Tomruksuyu, Üsküdar’da bir caddenin adı, bu bahçede eğlenip dinlenen halkın resimlerine antikacılarda ve ya internette rastlamak mümkün.


Fotoğraf: pinterest.com

Üsküdar’daki bir başka koru olan Fethi Paşa Korusu, dev çam ağaçlarıyla meşhur. Aynı zamanda da bir asır öncesinin oldukça ziyaret edilen bir yeşil alanıdır. Günümüzde halk tarafından Kuzguncuk Korusu olarak da bilinen bu yerde hala fıstık çamları, kızılçamlar, sakızağaçları ve sedir ağaçları bulunmakta. İçindeki köşklerse restore edilmiş durumda.

Yine Üsküdar’da Beylerbeyi tarafındaki Frenk Tepesi de halkın sık sık gittiği yerlerdenmiş. Bahsedilen bu tepe şimdiki Kuzguncuk’ta bir yere karşılık geliyor. Bu arada Çamlıca Tepesi’ni de unutmamak gerekir. Tepenin doruk noktasındaki Safa Bahçeleri iyi rüzgâr alan, panoramik bir İstanbul manzarası sunan İstanbul’un nadide sayfiye yerlerindendi bir zamanlar.

Ancak bir zamanların en iyi panoramik manzarası Beyazıt Kulesi’nin 176 basamağının ardından görülür. Beyazıt Kulesi günümüzde İstanbul Üniversitesi'nin Merkez Kampüsü’nün içindedir.

Çapa ve Şehremini de bir dönemin popüler yerlerinden. Bir asır önce açık, yüksek ve manzaralı bir yer olan Çapa ve Şehremini’den Marmara, Adalar, Fenerbahçe, Göztepe ve hatta Mudanya görünebilmekteydi. Baklavası ve böreği de pek ucuz olan bu yerler şimdilerde oldukça yoğun yaşamların sürdüğü kalabalık semtlerdir.

Topkapı’nın ise “Şeyhülislam Bahçesi” meşhurdu. Burada ud ve keman çalanlar çoğunluğu Ermeni olan müşterileri eğlendirirler. Udi ve Kemani’nin olmadığı zamanlar cur’a çalan garson Arapkirli Hamdi gezi yazılarına konu olmuştur. Şimdilerde bahçenin adı Topkapı’da bir sokak ismi.

Maltepe ise bir zamanların yirmi-otuz üzüm çeşidini yetiştiren bağların ve çardakların bulunduğu yaz aylarında halkın uğrak yerlerinden biriydi.

Şimdilerde bir sokak adı olan diğer yeşil alan ise Kazıklı Bağ denilen Edirnekapı’ya yarım saat uzaklıktaki mesire yeri. Bu yer gezi yazılarında; bir yanı bağ, bir yanı incirlik, önü bostan, arkası sonu görünmeyen tarlalar şeklinde tasvir edilir. Buraya hem gayrimüslimlerin hem de Türklerin ilgisi büyüktü ve cuma günleri en kalabalık günüydü.


Fotoğraf: pinterest.com

Bunların dışında İstanbul’un gözbebeği Florya’ydı diyebiliriz. Rumca’da Sütçüler Köyü demek olan Kalitarya Bahçeleri havası, denizi, kumu ile birinci sınıf tatil yeriydi İstanbullular için.

Saymakla bitmeyen bir asır öncesinin yeşil alanlarından, mesire yerlerinden kala kala elimizde bir avuç kaldı. Burada bahsetmediğimiz daha nicesi, Çırçır Suyu, Oluklu bayır, Şifa Havuzu, Sultanselim, Karaağaç gibi yerlerin çoğu bugün sokak ve ya cadde ismi. Bir asır öncesinin eğlenceleri olan hokkabazlar, cambazlar, laternalar, mandolinler, seyyar sinemalarsa şimdi televizyonlarda izleyebildiğimiz birer nostalji. İstanbul’un panoramik manzarasıyla Levent’teki gökdelenin tepesi ise sanırım yeni mesire alanımız.