Bir Prenses Şehir Prag

“Hele sabahları hele baharda Prag şehri yaldızlı bir dumandır” diyordu Nazım Hikmet dizelerinde…

Hakkında o kadar çok söylenmişti ki; artık benim söyleyebileceğim pek bir şey kalmamıştır diye düşünüyordum giderken… Ama öyle olmadı… Onun için ne söylesem az gelir, hatta defalarca gitsem, yine de söyleyecek bir çift lafım olur diyordum dönerken…

Birileri “Ağaç yetişen yer” demiş “Prag” için... “Dünyanın en güzel şehri”, "Altın Şehir", "Masal Şehri", "Şehirlerin Anası", “Yüz Burmalı Şehir”, “Dünyanın Kralı”  ve "Avrupa'nın Kalbi" gibi isimlerle de anılmış…

Tüm bunların yanında şehirde, SaksonİsveçliAlman ve Ruslar'ın uzun zaman hüküm sürmüş olması, bir dönem Habsburg Hanedanlığı’nın yönetiminde ve Kutsal Roma İmparatorluğu'nun merkezi olması, kültür, ekonomi ve politikada ünlenmesine neden olurken, bu uygarlıklardan kalan miraslar nedeniyle, gün gelmiş ona "Yüz Ruhun Şehri " denmiş…  

Öyle güzelmiş ki; Hitler bile bombalamaya kıyamamış onu…

Her bir köşesinde, Gotik, Rönesans, Barok akımlarının izleri olduğundan ortaçağın “Masal Şehri” demişler ona…

Prag’a ayak bastığımız ilk gün ünlü “Charles Köprüsü”nden şehrin nefis manzarasını hayranlıkla seyrederek, eğer “Şu an sen de ona bir isim ver” deselerdi “ne isim verirdim” diye düşünürken; birden ağzımdan  “Bana göre Prag Ortaçağ'da yazılmış bir masalın prensesi olmalı” cümlesi çıkıverdi. Öyleyse, ben de bundan sonra ondan bahsederken, orası “Bir Prenses Şehir”dir diyerek, ünvanlarının arasına yeni bir tanesini eklemeye karar verdim…

Öyle ki; şu an bile şehirdeki yapıların, kıvrımları prensesin tuvaletinin kat kat eteklerine işlenmiş, danteli andırırcasına gözümün önünden geçerken, bu ismin ona ne kadar yakıştığını düşünmeden edemiyorum…

Müzelerisarayları ve bahçeleri ise prensesin gerdanına, bileğine, kulağına ve parmağına taktığı ziynet eşyalarını andırıyor…  

Bu özellikleri nedeniyle, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınmış olması ise hiç şaşırtıcı değil…

Efsaneye göre 6.yüzyılda Prenses Libuse ve Prens Premysl'ın kurduğu kabul edilen Prag’ın bilinen tarihi 9. yüzyılda başlıyor. 14. yüzyıla durgun bir dönem geçirmesine rağmen IV.Charles döneminde, bu günkü Prag’ın temelleri atılmaya başlamış. Prag’ın sembolü olan “Charles Köprüsü” o dönemden kalmış, şehrin ikiye bölen Vltava Nehri üzerindeki en eski ve en ünlü yapı. İlk olarak şövalyelerin turnuvaları için yapılan Köprü, ikisi “Lesser Qurater” tarafında, diğeri “Eski Şehir” tarafında olmak üzere, üç kuleyle sağlamlaştırılmış. Şimdilerde ise ilginç giysili müzisyenlerin müzik yaptığı, karikatürcülerin, kukla oynatıcılarının, hediyelik eşya satıcılarının tezgahlarını açtığı, aşıkların güneşin batışının eşsiz görünümü izledikleri bir yer. Gün batımından sonra tenhalaşan, gece olunca oldukça ıssızlaşan köprü, harika bir aydınlatma ile sabahın ilk ışıklarına kadar güzelliğini gösteriyor. Zarif mimarisinin yanı sıra günün her saati hareketli bir köprü olması, ona Vltava Nehri üzerindeki köprülerin en önemlisi olma özelliğini kazandırmış.

İlk olarak sadece birkaç haç ile süslenirken, daha sonra 30 adet heykel ilave edilmiş. Şu anda ise köprünün üzerinde 75 heykel var. 1714 yılında bu heykellere eklenen, Türk esir tüccarını sembolize eden heykel ise köprünün doğu tarafının  son heykellerinden biri.  

Prag 17. yüzyılda Avusturya egemenliğine girmiş. 1918 yılında ise SlovakyaBohemyaMoravya, SilezyaRutenya’nın birleşerek kurduğu Çekoslovakya’nın başkenti olmuş. İkinci Dünya Savaşı yıllarında  Almanlara teslim olmuş. Savaş bitince ise Rus askerleri tarafından işgal edilmiş. 40 yıl boyunca komünizm ile yönetilmiş. 1989’da yapılan “Kadife Devrim”le komünizmden demokrasiye geçilince, devrimin öncülerinden, Çek tiyatro yazarı Vaclav Havel cumhurbaşkanı seçilmiş. Bundan birkaç yıl sonra da Slovakya ve Çek Cumhuriyeti olarak ikiye ayrılmış ve Çek Cumhuriyeti’nin  başkenti Prag olmuş.

Dünyanın en büyük kalelerinden biri olan “Prag Kalesi” ulusal önemi büyük bir yapı. Tarih boyunca imparatorlar ve krallar burada ikamet etmişler. Kalenin içinde bulunan, Gotik tarzda yapılmış olan, “St.Vitus” Katedrali Avrupa’nın en önemli katedrallerinden biri. Katedralin 2 metre boyundaki çanı şehirdeki kilise çanlarının en büyüğü. St. Antuan, St. George Kiliseleri ve Hükümet Binası da aynı meydanı süslüyor.

“Eski Şehir Meydanı”, Prag’ın en turistik yerlerinden biri. Taç giyme törenlerinden, toplu idamlara kadar, şehrin tarihine damgasını vurmuş, pek çok olay bu meydanda gerçekleşmiş. Birbirlerinden farklı dönemlerde, GotikRönesansBarok tarzda inşa edilmiş binaların uyumu o kadar ahenkli ki; hepsi kendi dönemlerinin zarafeti ile birbirlerine şapka çıkartıyorlar.

Buradaki “Eski Şehir Konağı” kent yöneticilerinin  kalması için 13. yüzyılda yapılmış. “Wenceslas Meydanı” ve “Charles Köprüsü” arasında bulunan bu alanda, yine gotik Tyn Katedrali ve barok St Nicholas Kilisesi gibi farklı mimarileriyle dikkatleri çeken çok sayıda yapı bulunuyor.

Tyn Katedrali’nin görkemli iki kulesi var. Sağ taraftaki Hz. Adem’i, sol taraftaki Hz. Havva’yı temsil ediyor. Güneşli olan günlerde Adem’in gölgesi Havva’nın üzerine düşüyor ve bu da “erkeğin kadın üzerindeki koruma görevini” temsil ediyor. Eski Belediye Binası, Jan Hus Anıtı, Meryem Anamız Kilisesi, Kinsky Sarayı, Aziz Nikolas Kilisesi ve çeşitli sanat müzelerinin yanı sıra meydanın etrafında bir birinden güzel pek çok bina ve lokanta var.

“Kafka Meydanı”, Eski Şehir Meydanı’nın çok yakınında. Şu andaki Kafka Cafe’nin bulunduğu bina ise, Franz Kafka’nın doğduğu bina olarak bilinse de, aslında Kafka’nın doğduğu binanın orjinali değil. O arsa üzerinde bulunan orjinal bina yıkılarak tekrar aynı şekilde inşa edilmiş. Yine, Eski Şehir Meydanı’ndaki, Tyn Kilisesi yapılana kadar Prag’ın en yüksek binası olan, “Astronomik Saat” her saat başı, Hz İsa'nın 12 havarisinden birini gösterme özelliğiyle kentin en önemli turistik değerlerinden biri…

1410 yılında inşa edilmiş ve o tarihten bu yana mekanizması hiç değişmeden, günümüze kadar ulaşmış tarihi bir saat ve hala doğru çalışıyor. Her saat başı öncelikle ölümü simgeleyen iskelet hareket etmeye başlıyor. İskelet figürünün ipi çekmesiyle iki kapı açılıyor 12 havari sırasıyla yerlerinden çıkıyor. Horozun çıkmasıyla da güzellikhırs ve ışığı simgeleyen figürler bir kapıdan çıkıp, diğerinden içeri giriyorlar.

Saatin altındaki yuvarlak kısım 150 yıl sonra yapılmış. En iç kısımda Prag’ın simgesi, etrafında burçlar, dıştaki çemberde ise aylar ve en dışta 365 tane Çek ismi yer alıyor. Her gün bir isme karşılık geliyor…

Yazık ki; bu saati yapan saatçi Hanuş Usta saatin yapımı bittikten sonra, böyle güzel bir eseri başka hiçbir yerde yapmaması için kör edilmiş… Nazım Hikmet ise;    

Hasretlerle delik deşik
Eski kentte duruyordu
Meydanlıkta, yapayalnız
Gotik bir duvar üstünde
Hanuş Ustanın saati
On ikiyi vuruyordu
Güneşli bir güne özlem... diyerek saati ne güzel anlatmış.

“Eski Şehir Meydanı”nın arka kısmında Arnavut kaldırımlı dar sokak ise “Yahudi Mahallesi”. Burası en eski Yahudi yerleşim yerlerinden biri. Önceleri Ujezd ve Vysehrad mahallelerinin aşağı kısmına yerleşen Yahudiler, daha sonraları Dusni Caddesi üzerinde yeni bir yerleşim bölgesi oluşturmuşlar ve bir de sinagog yapmışlar. Old-New Synagogue çevresinde bir Yahudi kasabası oluşarak, kendilerine getirilmiş yasaklar nedeniyle  içe dönük bir yaşam sürdürmeye başlamışlar. Politik hayatın içinde yer almalarının yasaklanması, bazı dönemlerde yer değiştirmek zorunda bırakılmaları, elbiselerine sarı yuvarlak işaret takmaları zorunluluklarına rağmen  gelenek ve göreneklerini çok iyi bir şekilde korumayı başararak,1848 yılında politik haklarını elde etmişler.

Buranın en önemli yerlerinden biri, dünyanın en eski “Yahudi Mezarlığı”. 300 yıl boyunca Avrupa’da Yahudilerin gömülmesine izin verilen tek mezarlık. Bazı mezarlarda 12 ceset üst üste gömülmüş. Girişin hemen yanındaki salonda, soykırım sırasında Almanlar tarafından öldürülen çocukların, toplama kamplarında yaşamlarını sürdürürlerken yaptıkları çizimler yer alıyor. Mezarlığın hemen yanında Prag’da savaş sırasında öldürülen 80.000 Yahudinin isimlerinin hepsinin duvarlara yazılmış olduğu bir müze var. 

Wenceslas Meydanı, Çek tarihinde birçok önemli olaya şahitlik eden bir diğer meydan. Bu olaylardan en bilineni 1969 yılında öğrenci Jan Palach’ın kendini burada yakması ve polis şiddetine tepki olarak çıkan olayların, Kadife Devrim ve komünizmin yıkılmasına neden olması. Kurulduğu dönemde at pazarı olarak kullanılan meydan, günümüzde kültürel ve sosyal yaşamın merkezi olmasının yanı sıra, otel, restoran, cafe ve kulüplere ev sahipliği yapıyor.  Cadde boyunca ünlü markaların mağazaları yer alıyor.

Prag’ın Ortaçağ'a tanıklık etmiş birçok şehirden farkı, o döneme ait kalıntıların hala fonksiyonel olarak kullanılıyor olması. Kentin özellikli ürünlerinden biri de ünlü Bohemya kristalleri. Her yer kristal eşya satan mağazalarla dolu. 318 metre yüksekliğe sahip, Petrin Tepesi, Prag’ın Lesser Town bölgesinde,  Zahrada Park kompleksi içinde yer alıyor ve sekiz parkı birbirine bağlıyor. Burası Prag'ın en geniş yeşil alanı. Eyfel Kulesi’nin bir kopyası olan, 62 metre yüksekliğindeki Petrin Kulesi’ne 299 basamak ile çıkıp, şehrin mükemmel manzarası ile karşılaştığınızda ise tüm yorgunluğunuz geçiyor. Ülkenin komünizm ile yönetildiği yıllarda,  katı yönetimden zarar görenlerin  anısına yapılan heykeller ise, Petrin Parkı’nın girişinde yer alıyor. En önde tam bir insan figürü ile başlayan heykeller, arkaya doğru vücudun belli bölümleri harap olmuş şekilde görülüyor.

Prag’da sanat hayatın vazgeçilmezi. Yolda yürürken elinize adım başı bir konser veya sergi broşürü tutuşturuyorlar. Sabahın erken saatlerinden başlayarak günün her saatinde konserler düzenleniyor. Kuklacılık, Çek kültürünün en önemli unsurlarından biri. Şehirde halkın siyah tiyatro dediği pek çok kukla tiyatrosu var.

Kafka, Milan Kundera gibi edebiyatın en önemli isimlerine ev sahipliği yapmış olan Prag’da kukla dükkanlarından sonra en çok kitapçılara rastlıyoruz. Prag sokaklarında dolaşırken burnunuza bir tarçın kokusu geliyor. Peşinden gittiğinizde ise buraya özel bir tatlı olan Trdelnik dükkanları çıkıveriyor karşınıza. Yediğinizde ise tadına doyamıyorsunuz.  

Kampa Adası Charles Köprüsü’nün Lesser Quarter yönüne devam ederken köprünün sol tarafında görünen bir yarımada. Adada yolumuza devam ederken, Çek sanatçı David Cerny’in “emekleyen bebek heykelleri” karşılıyor bizi. Kampa adasından nehrin karşı tarafının görüntüsü oldukça büyüleyici. Dönerken adadan nehrin karşısına Most Legii köprüsünden geçtiğimizde karşımıza Nazım Hikmet’in Prag’da bulunduğu yıllarda sıklıkla gittiği Kavarna Slavia Cafe çıkıyor. Nehrin buradan görüntüsü, Nazım Hikmet’e güzel bir ilham kaynağı olmuş ki, şair burada pek çok şiir yazmış.

Prag’ da bir çok yerde David Cerny eserlerine rastlanıyor. Bunlardan Kafka Müzesi’nin bahçesinde bulunan “karşılıklı işeyen adam” heykeli de oldukça ilginç. Belden aşağı kısımları hareket eden heykeller, Çek haritasından oluşan bir havuzun içindeler ve hareket ederek işerken, Çek ünlülerin isimlerini yazıyorlar.

Amerikalı dansçı ve oyuncu Ginger Rogers ve Fred Astaire’a adanan  ve dans eden bir çifti sembolize eden Tancici Dûm (Dans eden binalar) Ginger & Fred olarak da adlandırılıyor. Bu binalara uzaktan baktığınızda iki kişi dans ediyor gibi görünüyor.

Kafka Müzesi'nin yakınlarındaki, bitişik nizam taş binalarının arasında kalan, iki kişinin yan yana geçemeyeceği kadar dar bir aralık, sokak olarak değerlendirilmiş, sokağın başına trafik ışığı konmuş. İnsanlar sokaktan geçebilmek için yeşil ışığın yanmasını bekliyorlar. Burası da “Dünyanın en dar sokağı” olarak ünlenmiş.

Çek Cumhuriyeti Avrupa’da en çok ateist olan ülke. Bu nedenle kiliseler daha çok klasik müzik konserleri için kullanılıyor. Ülkede çok sayıda Vietnamlı var. Sebze pazarları ve ucuz giyim Vietnamlıların elinde. Ülke komünizm ile yönetilirken, Çekler gelişmemiş ülkelere yardım ederler, eğitim ve teknik alanlarda destek verirlermiş. Bu dönemde staj için gelen Vietnamlılar geri dönmemiş. Pasaportlarını Başka Vietnamlılara da kullandırmışlar ve ülkeye çok sayıda Vietnamlı girmiş.

Yazımın başında belki birkaç kelime de ben söyleyebilirim derken, yazımın sonuna geldiğimde  daha söyleyemediğim ne kadar çok şey olduğunu fark ediyorum. Bu kadar görülmeye değer bir yeri bu kadar geç gördüğüm için de hayıflanmadan edemiyorum. Bence siz siz olun, bu aralar bir seyahat planlıyor iseniz, önceliği bu “Prenses Şehre” verin derim. Her bir sokağını adım adım gezinyaşayınhissedin…. Yine de bitmediğini göreceksiniz ve benim gibi bir kez daha gitmek isteyeceksiniz….

 

SEMRA YEŞİL

Yazar Hakkında

SEMRA YEŞİL

YOLCULUK HİKAYELERİM...Çocukluğumdan bu yana yaşadığım yerden farklı coğrafyalardaki yaşam biçimlerine ve kültürlerine ilgi duymuşumdur…İnsanın gelişiminin ve düşünce şeklinin bu sayede zenginleşec