Tılsımlı Şehir İstanbul

Bir şehir düşünün, tarihiyle sizi yüzyıllar öncesine götüren ama her götürdüğünde inanılmaz bir hızla günümüze hatta daha da ötesine taşıyan, taşırken de kendisi ile ilgili efsaneleri kulağınıza fısıldayan… Daha birinci hikâyenin şaşkınlığını atamadan, diğer bir efsane ile sizi sarsan bir şehirden bahsediyoruz. Onla da olmaz, onsuz da dediklerimizden… Tarih, aşk, savaş, hırs, zevk, renk dolu bir şehir; Aleksandre, Konstantinapolis… Konstantiniyye… Estambol, yani İstanbul

İstanbul, öyle kolay anlatılacak, hele hele tek yazıya sığdırılabilecek bir şehir asla değil. Onu yazabilmek için yaşamak, yaşamak ve yaşamak lazım. Evliya Çelebi’nin, Seyahatname’sinde İstanbul’u yazabilmek için, tam on sene köşe bucak şehri dolaştığı düşünülürse, belki bu yazdığım daha kolay anlaşılabilir. Üstelik eskilerin deyimiyle ‘eben an ceddin’ yani ‘doğma büyüme’ İstanbul’lu olan birinin bile on sene harcadığı düşünülürse…

Değişik halklardan, dinlerden, kültürlerden oluşan bambaşka bir dünyadır İstanbul… Tarih boyunca Hz. Süleyman pergamber başta olmak üzere herkesin sahip olmak istediği, eşi benzeri olmayan, havasıyla suyuyla, yaşayan insanıyla, tılsımlar şehridir İstanbul… Bir şehre aşık olabilir misiniz? Bir şehir de aşık olabilirsiniz, ama bir şehre aşık olmak başkadır. Aşktır İstanbul…

Öyle bir aşk ki denizin ortasındaki adanın üzerindeki Kızkulesi karşısındaki Galata’ya göz kırpar adeta yüzyıllardır, biliyorum ben yaşadıklarını dercesine… ‘Sana, Hero ile Leandros’un aşkını mı anlatayım, Hazerfen Çelebi’yi mi’ diye sorar sanki bilgiç bilgiç…

Ya genç Byzas’ın, bir kâhinin söylediği ‘Körler ülkesinin karşısına kurması gereken şehir’ için yıllarca Körler Ülkesi diye bir yer ararken, Sarayburnu’na gelip buranın güzelliği ile büyülenmesi ve Sarayburnu’ndan baktığında gördüğü Khalkedonlular (Kadıköylüler) için ‘Bu insanlar kör mü, burası varken orada oturulur mu?’ diyerek ‘Byzas’ın kenti’ ya da bizim bildiğimiz adıyla, Byzantion’u kurması bir tesadüf müdür?

Tutkudur İstanbul… Bir yaşadın mı başka bir yerde aynı hazzı alamayacak hep içinde bir ukte bırakacak, ‘Ah keşke şimdi Boğaz’da olsaydım’ dedirtecek bir tutku. Öyle bir tutku ki yüzyıllardır ona sahip olmak için insanları kıvrandıran, uğruna savaşlar verdiren…

Mozaiktir İstanbul; kültürlerin, dillerin, dinlerin, halkların biraraya geldiği. Üst kat komşusu Janet teyzenin yaptığı yemeği yerken, onun damağında bıraktığı tatdır, İstanbul. Bir akşamüstü Eminönü İskelesi’nde yediğin balık ekmeğin verdiği tat gibi, sadece o ana özel.

Eğlencedir, arkadaşlıktır İstanbul, öyle ki bazen yanlızken bile o senin arkadaşın olur. Kâh martıları ile eşlik eder, kâh köpüklü sularının üzerindeki yolculuğunda bir bardak demlenmiş çayıyla. Her gün sorar sanki ‘bugün nasıl bir şey yaşamak istiyorsun; adada faytonla mı gezelim, kavakta balık mı yiyelim ya da nişantaşında alışveriş mi yapalım?’ diye.

Tarihtir İstanbul, dünyada 2000 yıl boyunca üzerinde sürekli olarak uygarlıkların aktif olarak yaşadığı bir başkenttir. Roma bile zaman zaman yokolmaya yüz tutmuş, canlılığını yitirmişken İstanbul her zaman sapasağlam ayakta kalmayı başarmıştır. Her kültürle gelişmiş, dokusuna yepyeni taşlar eklemiştir. Yedi tepedir İstanbul, müzisyenlere, şairlere ilham olup güzelliği ile yakmıştır yürekleri.

Tılsımlıdır İstanbul, bir kere büyüledi mi bırakamazsınız onu… Dönüp dönüp gelmek istersiniz, gitmek gerektiğinde yüreğinizde bir sızı kalır.

O sizi büyüler ama kendini de korur; Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde İstanbul’un farklı yerlerindeki 17 farklı tılsımdan bahseder. Herbiri şehri, olabilecek çeşitli tehlikelere karşı korumak içindir. Bir tılsım şehri hastalıklara karşı korurken, diğeri eşleri biraraya getirir, biri depremden korur diğeri ibret verir. Öyle bir şehir ki, delicesine sevilen ve gözlerden sakınılan. Hatta üzerine titrenilen.

Lodosun kokusudur İstanbul. Yazın mısır, kışın kestanenin kokusu gibi… Geceyi delen sesiyle bağıran bozacıdır o.

Birçok şairimiz bu sevdayı şiirlerine yansıtmıştır. En sevdiğim şairlerden Yahya Kemal Beyatlı’dan:

Bir Başka Tepeden
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü’yada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

Geçmiş ve gelecek köprüsüdür İstanbul; aynı boğazın iki yanından iki kıtayı birbirine bağladığı gibi kültürel yapısıyla, eskiyi yeniye bağlayan. Dünü, bugüne...

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.