Avrupa'nın Şaheser Kenti: Moskova

Merkezi New York’ta bulunan “Mercer Human Resource Consulting” şirketi tarafından yürütülen ve yıllık geliri 100 bin dolar olan bir üst düzey yöneticinin farklı şehirlerdeki tüketim harcamaları dikkate alınarak yapılan araştırmaya göre Moskova, yabancı bir üst düzey yönetici için dünyada yaşamın en pahalı olduğu kent. Gerisini artık siz takdir ederek yola koyulun! Dünyada yaşamın en pahalı olduğu şehirler; Londra, Seul, Tokyo, Hong Kong, Kopenhag, Cenevre, Osaka, Zürih, Oslo, Milan, St. Petersburg, Paris, Singapur, New York olarak sıralanırken birinciliği kimselere kaptırmayan Moskova ise sanırım bu kategoride sırasını kimseye kaptırmayacak gibi görünüyor. Zaten Amerikan dergisi “Forbes” tarafından her yıl yayımlanan “Dünya Milyarderleri Listesi”nde Moskova, New York’un ardından ikinci sırada yer alıyor. Araştırmaya göre, dünyadaki 53 Rus milyarderden 25’i Moskova’da yaşıyor. Bu manada hakkını veren bir şehir!

 
Rus şehirlerinin açık hava müzesi görünümündeki şehirleşme tekniği bence incelenmeye değer ve kesinlikle bir bilim dalı konusuna dâhil edilmelidir. Deli Petro diye bildiğimiz Rus Çarı Petro’nun dâhiyane fikirleri ile kurulmuş bulunan ve Rusya’nın ikinci büyük kenti olan Saint Petersburg kadar belki değilse de Moskova’nın da Avrupa’nın sayılı şehirlerinden hiç de azımsanacak bir yönü yoktur.


 
İnsanı Orta Çağ masallarının sihirli dünyasına götüren tarihi yapıları, karşıdan karşıya geçmek için nerede ise taksi tutmak! İsteyeceğiniz geniş bulvarları ve birçoğu Orta Çağ dönemi zamanında inşa edilmiş katedralleri ve müzeleri ile Moskova, keşfetmeyenler için merak uyandırırken, bir kez görenlerin ise bir daha gitmek için sabırsızlandıkları bir kent.


 
Her şehrin mutlaka bir “gidince görülecek listesi” vardır. Fakat söz konusu Moskova olunca bu liste uzar gider. Listenin başındaki yerler ise sadece mimari özellikleriyle değil Rusya tarihindeki önemleriyle de dikkat çekiyor. Bizans İmparatorluğu’nun çöküşüyle Ortodoks Kilisesi’nin de merkez haline gelen Moskova, III. Roma olarak anılmaya başlanmıştı. 1917’de kurulan Sovyet Rusya’nın merkezi haline gelen şehir, zamanla modern Rusya’nın kalbinin attığı yer haline gelmiş. 1992’de dağılan Sovyetler Birliği ise Moskova’nın öneminden bir şey kaybettirmemiş aksine o dönemin özelliklerini hem mimarisinden hem de sosyal yaşantısından hissettirmesine neden olmuş. Günümüzde ise tarihin ve modernitenin, doğu ile batının özelliklerini bir arada görebileceğiniz Moskova, ihtişamı ile dünyanın en çok turist çeken başkentlerinden biri.


 
İçinden geçen Moskova Nehri’nden adını alan ve 11 milyon nüfusa ev sahipliği yapan, dünyada en fazla milyarderi barındıran Rusya'nın başkenti Moskova! Şehrin en ünlü ve bilinen yeri olan Kızıl Meydan, birçok tarihi olaya da sahne olmuş. 15. yüzyıldan bu yana Çarlık Rusya döneminin de 1917'deki Ekim Devriminin ve 1990'daki Glasnost Politikasının sonucu olarak dağılan SSCB'nin de her zaman en önemli meydanı olarak bilinen alanda, Lenin'in Anıt Mezarı, Korkunç İvan tarafından 16. yüzyılda yaptırılan Aziz Vasili Katedrali, Devlet Tarih Müzesi, GUM Alışveriş Merkezi ve Kremlin Sarayı'nın giriş kapısı bulunuyor.


 
Rusya'nın ilk devlet kütüphanesi ve ilk üniversitesi de Kızıl Meydan'da açılmıştır. 12. yüzyılda projesini Konstantin Tan’ın çizdiği büyük Kremlin Sarayının, inşasına 15. yüzyılda başlanmış ve İtalyan, Hollandalı, Alman mimarların katkısı ile 20. yüzyıla kadar yapımı devam etmiş.


 
Kremlin Sarayı tek bir sarayı çağrıştırsa da Rusça ’da kale, şato gibi anlamlara gelen Kremlin, birçok yapıyı içinde barındıran bir yapılar bütününe karşılık geliyor. Aynı zamanda Rus Devlet Başkanlığının ikametgâhını da kapsayan sarayın içinde imparatorluk ailesine ait odalar, göz alıcı mobilyalarla döşeli kabul salonları, kristal ve porselen ev eşyaları bulunuyor. Kremlin’deki dini yapılar Bizans ve İtalyan etkisi taşıyor. Bu özelliğiyle Moskova Kremlin’i gezdiğinizde, sanki Orta Çağ Avrupası’na yolculuk etmişsiniz hissini uyandırıyor. Yüksek duvarlarla çevrili Borovitsky Tepesi’ne kurulmuş bu kalenin güneyinden Moskova Nehri, doğusundan Kızıl Meydan, batısından St. Basil’s Katedrali ve Alexander Bahçesi görülüyor.


 
Kızıl Meydan, Moskova Kremlini’nin duvarlarının inşasının ardından 17. Yüzyılda yapılmış. Yapıldığı günden beride hem Rusya hem de eski SSCB için toplumsal ve siyasi bir öneme sahip olmuş. Dünyanın en ünlü meydanlarından biri olan Kızıl Meydan, tarih boyunca idamlara, gösterilere, geçit törenlerine ve mitinglere sahip olmuş. Yaklaşık 500 metre genişliğindeki Kızıl Meydan’ın ortasında Kremlin duvarlarının hemen önündeki kızıl ve siyah granitlerden oluşan piramit seklindeki Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Lenin’in anıt mezarı bulunuyor. Mozoleden çıkıldığında arkada kremlinin duvarlarının dibinde diğer ünlü kişilerin mezarları görülebilir. Stalin, Brejnev ve Yuri Andropov, uzaydaki ilk insan Yuri Gagarin, Amerikalı yazar John Reed ile Lenin’in eşi ve kız kardeşi bunlardan sadece bir kaçı. Ayrıca meydanda Lenin Mozolesinin hemen karşısında sadece tarihe değil alışverişe de düşkün turistlerin özellikle dikkatini çeken Moskova’nın en büyük alışveriş merkezlerinden biri olan GUM bulunur. Özellikle kış aylarında ışıklandırmalarıyla gözleri kamaştıran GUM’un ön Neo-Rus tarzı ön cephesi Kızıl Meydan’ın neredeyse tüm doğu kanadını kaplıyor.
 
Moskova denilince akla her biri birer sanat eseri sayılabilecek katedraller geliyor. Bu katedrallerin çoğu Bizans mimarisi örnek alınarak yapıldığında Moskova Sovyet Rusya’sının soğuk beton yapılarında farklı olarak bir Avrupa kentinde geziyormuş hissi veriyor. Kızıl Meydan’da bulunan yarım asırlık Aziz Vasili Katedrali’nin saymazsak en önemli katedralleri Kremlin içindeki Katedraller Meydan’ındadır. Rusya’nın bir dönem en yüksek yapısı olan 81 metre uzunluğundaki Büyük Ivan Kulesi de buradadır. Bu kulenin yanında 200 ton ağırlığında bir çan vardır. “çanların çanı” olarak adlandırılan ve yapımı iki yıl süren bu çanın, ait olduğu yerde yani kulede değil de zeminde olmasının nedeniyse 200 ton ağırlığında olmasıdır. Çan” kilosu” nedeniyle yerinden kaldırılamamış ve hiçbir zaman kuleye yerleştirilememiş. Yine Baş Melek Katedrali, Meryem’e Müjde Katedrali, Çarların ve İmparatorların taç giyme töreninin yapıldığı meşhur Uspenski Katedrali de bu meydanda yer alır. 1872 yılında Rusların Napolyon’a karşı kazandığı zaferin anısına, Bizans mimarisinin etkisinde kalarak tasarladığı Kurtarıcı İsa Katedrali’nin hikâyesi ise oldukça ilginç. Katedralin tarihi 1883 yılına dayanıyor. O zamanlar bu baş yapı, hem halka bağışlanan ilk katedral hem de dünyanın en büyük Ortodoks ibadethanesiymiş. Som altından kubbeler, altın freskler ve ikonlarla bezeli bu katedralin şansızlığı Stalin’in din karşıtı politikası olmuş. Stalin, katedralin altın yapılarını devlet hazinesine aktarırken, katedral için de yıkım kararı vermiş. Katedralin yıkılması yetmiyormuş gibi bir de yıkımdan sonra ortaya çıkan çukura havuz yaptırılması, dönemin Ortodokslarının asla affetmeyecekleri bir hareket olmuş. Yıllar sonra, tarih 1997’yi gösterdiğinde bu katedral, aslına uygun olarak tekrar inşa edilmeye başlanmış ve 2000 yılında halka açılmış.


 
Arbat Caddesi, özellikle son yıllarda en az Kızıl Meydan kadar dikkat çeken yerlerden biri haline gelmiş. 1980’li yıllardan beri sadece yaya trafiğine açık olan cadde için bir nevi İstiklal Caddesi denilebilir. Arnavut kaldırımlı Arbat Caddesi’nde sokak müzisyenleri, Rus el sanatını yansıtan hediyelik ürün stantları, ressamlar, antikacılar, butikler, açık hava kafeleri ve Rus tarzı publar kendilerine yer bulmuş ve ortaya çok samimi, her adımda başka bir etkinlikle karşılaşabileceğiniz bir sokak çıkmış. Arbat’ta tarihin farklı dönemlerinde birçok ünlü yazar, ressam ve tiyatrocu da yaşamış. Arbat şehir merkezine yakınlığıyla da hem yerli halkın hem de yabancı turistlerin uğrak yeri haline dönüşmüş.
 
Dünyanın en muhteşem metro istasyonlarının Moskova’da olduğunu söylersek abartmış olmayız. Artan yolcu trafiği ile Çin’in Şangay şehrinden sonra en yüksek yolcu taşıma kapasite sahip olan Moskova Metrosunu, 2014 yılında 2,5 milyar yolcu taşımış. Şehrin merkezinde ulaşım, birbirini bağlayan yüzlerce metro hattıyla sağlanıyor. Metro kavramını değiştiren sanatın, zarafetin ve bir o kadar da kültürün bir parçası haline gelmiş Moskova Metrosu ile şehir baştan sona yer altından birbirine bağlanmış durumdadır. Metro denince aklımıza başka şehirlerdeki gibi yer altındaki rutubet kokuları, fareler, burnu yakan bir maden kokusu, soğuk duvarlı ve boğucu bir ulaşım şekli gelmesin. Avizeler, heykeller, resimler ve afişlerle süslenmiş bir metro, kulağa garip geliyor olsa da, Moskova metrosu için adeta bunlar sıradan. Hiç yer altı müzesi görmedim diye üzülmeyin! Moskova Metrosunu kullanın demek istediğim anlaşılacaktır.  
 
Moskova’ya gelip de yapılmadan dönülmemesi gereken aktivitelerden biri de şehrin ortasında menderesler çizerek akan ve şehre adını veren Moskova Nehri’nde yapılan nehir turlarıdır. Ukrayna Oteli’nin önünden kalkan bu turlar için tekneler, otelini önünde uzanan nehir yolu üzerindeki iskeleden kalkıyor. Moskova’da yaşanan dondurucu kış mevsiminde ise nehir turu yapmanın imkânı yoktur. Nehrin yer yer donması sebebi ile nehir kenarındaki restoran ve kafelerden birinde bu eşsiz manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.
 
Söz konusu Rusya olunca akla Rus Edebiyatı’nın gelmemesi düşünülemez. Elbette Moskova da bu büyük edebiyatçılardan izler taşıyor. Bunlardan biri de Puşkin Devlet Güzel Sanatlar Müzesi. 1912 yılında açılan bu müzede yer alan eserler, ağırlıklı olarak 19. ve 20. yüzyıl Avrupa ve Amerika sanatını yansıtıyor. Bina girişindeki Robin’in kült olmuş “Düşünen Adam” mutlaka görülmeli. Gerçek edebiyat düşkünleri ise Puşkin’in adı verilen müzeden ziyade yazarların yaşadıkları evleri görmeyi tercih edebilir. Puşkin’in bir süre eşi ile birlikte yaşadığı evi Arbat caddesi’ndedir. Gorki ise ölümünden önce kıymeti bilinen nadir yazarlardan olduğundan Pushkinskaya’daki evi oldukça ihtişamlıdır ve müze haline getirilmiştir. Gorki’nin evinde kendine ait bir şapeli bile vardır.    
 
Kızıl Meydan’ın yakınındaki Bolşoy, dünyanın en ünlü opera, bale ve tiyatro binalarından biri. Tıpkı Milano’daki ¨La Scala¨ ve Paris’teki ¨Grand Opera¨ gibi. Bolşoy Tiyatrosu’nun projesi ünlü Fransız Mimar ¨Joseph Bove¨ tarafından çizilmiş. Alınlığındaki ¨Güneş Arabasına Binmiş Apollon¨ heykeli ,Rus heykeltraş Pyotr Klodt tarafından yapılıp özel bir vinç yardımıyla, günler süren çabalar sonucu yerleştirilmiş. Bugün sadece Rusya’nın değil, dünyanın en önemli sahneleri arasında yer alan Bolşoy; opera sanatçısı Fyodor Şalyapin, Galina Vişnevskaya; balerin ve baletler Galina Uanova, Mihail Barışnikov ve Maris Liepa gibi dünyaca ünlü isimleri yetiştirmiş. 1805’teki yangından sonra bir de 1853 yılında büyük bir yangın daha geçirmiş. Bu muhteşem sahne bugün bir daha hasara uğramaması için gözle görülmeyen son sistem yangın alarmları ve dijital söndürücüler ile donatılmış durumda.  Bolşoy aynı zamanda Rusya’nın en büyük sanat endüstrisi konumunda yer edinmiştir.


 
Moskova, her ne kadar bünyesinde ayrı mutfak kültürlerini barındırsa da Rus mutfağının en büyük ortak özelliği, ülkenin hemen her yerinde yetişen hoş kokulu otlar ve baharatlar… Bunlar antik çağlardan beri Rus damak tadının vazgeçilmez lezzetleri. Dereotu, anason, nane, soğan ve sarımsak gibi hoş kokulu bitki ve sebzelerin yanı sıra tarçın, tarhun otu, karabiber, safran gibi baharat, tatlı ve tuzlu su balık yemeklerinde, et ve sebze yemeklerinde kullanılıyor. Rus mutfağında çorba, sebze, et, tavuk ve balık çeşitleri genelde ekşi krema ve soslarla sunuluyor. 'Smetana' denilen ekşi krema ve tereyağıyla hazırlanan bu soslar; süt kremasına benziyor ancak tadı biraz daha ekşi. Rus mutfağı sadece zenginliği ile değil, çarlık döneminden kalma ihtişamlı yemek sunumu ile de dikkat çekiyor. İhtişamlı aksesuarlar sofra atmosferine seçkin bir hava ile bütünleşiyor. Yemek de ayrı bir keyif haline geliyor.
 
Rus mutfağının diğer bir gözdesi olan havyar, dişi mersinbalığının döllenmemiş yumurtalarından elde ediliyor. Mersinbalığının bilinen 20 cinsinden sadece 5'i ülkenin kuzeyindeki soğuk denizlerde yaşıyor. Ek bilgi olarak vermem gerekirse; Dünya havyar pazarının yüzde 90'ı bu balığın üç cinsinden (Beluga, Osiotr ve Sevryuga gibi) elde ediliyor.
 
Pushkin’in de doğduğu yer olan ve adı ile özdeşleşen Cafe Pushkin 19.yy’dan kalma dekorasyona sahip bir restoran. Tarihi ambiyansı ile de olsa gerek ya da Pushkin’in ismini aldığı bir restoran olduğu için mi desek; pahalı! Ortaçağın tarihi mimarisi ile kendinizi orada yaşıyor hissi veren büyülü atmosferi ile her karesini inceleyip tarihin dokusunu tam da burada hissedeceğiniz bir restoran…
 
Aklıma Fransız şarkıcı, besteci ve aktör Gilbert Bécaud’ın Natalie için yazdığı ve Moskova’da geçen bir şiir geldi.
 
Kızıl meydan bomboştu ve önümde Nathalie yürüyordu.
Rehberimin güzel de bir adı vardı;
Nathalie...
Kızıl Meydan karlardan bir halı ile kaplanmıştı, bembeyazdı…
O soğuk Pazar günü Nathalie’yi izliyordum...
Kısa cümlelerle ekim devriminden söz ediyordu...
O anlatırken Kafe Puşkin’de kahve içmeye gideriz diye düşünüyordum...
Kızıl meydan bomboştu...
Kolunu tuttum, gülümsedi...
Sarı uzun saçları vardı rehberim Nathalie’nin...
 
Şarkıdaki Café Puskin'in hikâyesi ise şöyle: 1970'li yıllarda Dünya çapında büyük üne kavuşan Nathalie adlı şarkıyı duyan turistler, Moskova ziyaretlerinde kitleler halinde şarkıda söz edilen Café Puskin'i sormaya başlarlar. Olaydan haberdar olan dönemin yöneticileri öfke içinde Moskova Belediye Başkanını çağırarak "Nerede bu Café Puskin?" diye sorarlar ve gerçekte böyle bir café olmadığını öğrenirler. Bunun üzerine Gilbert Bécaud'nun şarkısında bahsettiği yere Café Puskin adında bir café açılır ve Moskova Café Puskin'e kavuşur.
Her hikâyede aşk, her hikâyede acı, her hikâyede tarih, her hikâyede yaşanmışlıklar…
 
SEVİYORDUM SİZİ
Seviyordum sizi ve bu aşk belki
İçimde sönmedi bütünüyle.
Fakat üzmesin sizi artık bu sevgi
İstemem üzülmenizi hiçbir şeyle.
Sessizce, umutsuzca seviyordum sizi.
Bazen çekingenlik, bazen kıskançlıkla üzgün.
Bu öyle içten, öyle candan bir sevgiydi ki
Dilerim bir başkasınca da böyle sevilin.                
 
Aleksandr Sergeyeviç PUŞKİN
 SUAT ŞİMŞEK

Suat ŞİMŞEK

Yazar Hakkında

Suat ŞİMŞEK

Avukat, eğitmen, yazar, gurme, rehber ve gezgin. 19 Ocak 1973 tarihinde Berlin’de doğdu. 1995 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu.