Erkan-Arzu Acurol’un yayınladığı ‘’Rakı, Balık, Ayvalık ‘’ isimli meze kitabı sayesinde bu söz, Ayvalık’ı anlatan klişeleşmiş bir tanım, adeta bir deyim oldu. Balığın en tazesinin, sebze ve meyvenin en bereketlisinin bulunabildiği Edremit yöresinin sonsuz bir oksijen deposu olan Kaz Dağlarının eteklerinde, envayi çeşit Türk-Rum karışımı mezenin durgun denize karşı yendiği, zeytinlerin keskin kokulu zeytinyağları içinde yuvarlandığı, mis gibi sakız kokan dondurmaların lor tatlılarını süslediği, eşsiz memleketimin bir başka eşsiz köşesi Ayvalık.
Bodrum’dan geldiğimiz için İzmir’i geçtikten sonra İzmir-Çanakkale otoyolu üzerinden Aliağa-Dikili istikametinde yukarı çıkıyoruz ama Balıkesir-Edremit üzerinden veya Çanakkale-Altınoluk kıyılarından da gelinebiliyor Ayvalık’a. Edremit Körfezindeki Altınoluk, Akçay, Ören, Burhaniye hatta Dikili gibi sayfiye beldelerine ulaşımı kolaylaştırmak için Edremit-Havran sapağında Körfez Havaalanı ( Edremit Koca Seyit Havaalanı) hizmet veriyor artık. Daha ziyade Borajet-Anadolujet-Atlas Jet uçuşlarının bulunduğu bu havaalanı, Ayvalık veya körfezdeki beldeler için bir hafta sonu kaçamağını da kolaylaştırıyor.
Ayvalık’a, Cunda Adası tarafına daha yakın olan Edremit Caddesi üzerinden giriyoruz. Görmeden geçen seneler boyunca Ayvalık, merkez kasaba kimliğini korumuş, tepelere doğru yeni mahallelerle ve eskiden İğdeli Plajı dediğimiz Burhaniye yönüne doğru devam eden sahil boyunda yazlık siteler ile büyümüş.
Yolun sahilde biten nihayetinde karşımıza çıkan görüntü bizi üzüyor. Ayvalık kıyılarında ilk kurulduğu günden beri var olan Kırlangıç ve Tariş firmalarına ait fabrikalar, binalarını terkedilmiş bırakarak başka yere taşınmışlar. Oysa benim gözümde Ayvalık her zaman bu fabrikalar ile özdeşleşmişti. Ayvalık, 2.5 milyon zeytin ağacıyla Ege’nin zeytin başkenti durumunda.
Ayvalık’ta sahil boyunda ve Sarmısaklı Plajı mevkiinde pek çok otel bulunuyor. Biz hafta sonu olduğu için tek bulabildiğimiz yer olan küçük bir aile işletmesi pansiyonun bulunduğu Cunda adasına doğru yönleniyoruz. Eski adı Cunda olan yeni adı ile Alibey adası, Ayvalık’a deniz doldurulmak sureti ile yapılmış ince bir karayolu ile bağlanıyor. Sağımızda Burhaniye’ye kadar uzanan Edremit Körfezi, solumuzda Ayvalık’ın bir göl kadar durgun, dinginlik veren suları ile adeta Cunda adasını kucaklar gibi duran sahili.
Cunda adası, ilk görüşte henüz hızlı yapılaşmadan fazla nasibini almadığı ama yapılan yol çalışmaları sonrasında, yer yer belirmeye başlamış siteler ve tek tük görünen pansiyon-moteller ile hızla dolacağı izlenimini veriyor.
Ayvalık’ın merkezine bakan pansiyon-motelimiz, Uzun Apart Hotel. Mütevazi bir aile işletmesi. Odalar geniş, temiz ve ekonomik. Balkondan Ayvalık’ın gece ışıklarını seyretmek keyifli olacak gibi görünüyor. Günbatımına Şeytan Tepesine yetişmek için hemen odadan çıkıp önce merkezdeki anılarımızı bir tazeleyelim istiyoruz.
Cunda adasında otele gelirken kısa yol üzerinde gördüğümüz bir baraka-kulübe tarzı yapı dikkatimizi çekmişti. Kapısındaki tabelada ‘’Antikacı Ali’’ yazmasına da, ıssız sayılabilecek bir yol üzerinde bir antikacı olmasına da çok şaşırmamıştık. Ama bizi asıl şaşırtan, Ayvalık’a dönerken gördüğümüz üzere, kim gelir buradan antika alır dediğimiz barakanın önünde arabaların, içeride de hatırı sayılır müşterinin bulunması oluyor. Merkeze giderken unutup geçtiğimiz bu konu, nedenini kısa zamanda belli ediyor.
Sahil boyunca devam eden Atatürk Bulvarı’nı izleyip Cumhuriyet Meydanı’nı geçince, sıkça tabelalardan da görülebileceği üzere meydanın arkasındaki yollarda bulunan ( Atatürk Bulvarı 2.sokak ) otoparklara arabayı bırakmak üzere girdiğimizde, bırakın bir adet dükkanı bizi bir antikacılar sokağı karşılıyor.
On yıl öncesinde boş olduğunu çok iyi bildiğim bu sokakta böyle bir ‘’antikacılık’’ oluşumu neden vukuu buldu, nasıl oldu da Ayvalık’ı mesken tuttu, anlayamıyorum. Eğer bir talep olmasa ‘’antika’’ olarak toplanmış eski objeler satan mağazalar, bir sokak oluşturacak kadar çoğalmazlar.
Ne arasanız bulabileceğiniz bu eskici-antikacı pazarını şöyle bir dolaşıyoruz ve gelişimin sadece bir sokak ile kalmayacağını, mübadele döneminden kalma pek çok güzelim kesme taş yapının boş veya harap olarak bırakıldığı bu mahallede, arka ve ara sokaklar boyunca yayılmaya başladığını görebiliyoruz. ( Barbaros Caddesi sokakları )
Ayvalık’ın merkez çarşısı, Atatürk Bulvarı ( Hükümet Caddesi ) üzerindeki sağlı sollu dükkanlar ve buradan içeri giren Talatpaşa Caddesi yaya yolundaki pazardır. İlk durağımız, tadını çok özlemiş olduğumuz, Talapaşa Caddesi üzerinde, sakızlı dondurma ile servis edilen lor tatlısının satıldığı ‘’Güler Tatlıhanesi ‘’ oluyor. Bir çeşit peynir tatlısı olan Balıkesir yöresine ait ‘’Höşmerim’’ de elbette burada çok güzel ama Ayvalık’a gelmişseniz üzeri sakızlı dondurmalı lor tatlısını yiyecek, zeytinyağlı sakızlı kurabiyelerden alacaksınız.
Çok küçükken tattığı halde hatırlamayan Çağan zaten tatlıya asla hayır demediği, bilmeyen Çaka ilk kez bir tatlıyı beğendiği ve biz de bayağı bir özlemiş olduğumuz için porsiyon üstüne porsiyon yerken, bir aile gelerek baklava almak istediklerini söylüyor. Satıcı, sabah Midilli’den geçen bir grup Yunanlı esnafın beş kilo aldığını bu nedenle baklava kalmadığını anlatıyor. Muhtemelen orada Yunan baklavası adı altında satılan bu tatlıları Yunan adalarına giden Türk turistler farklı buluyor mudur acaba?
Tıka basa tatlı ile dolup, kurabiyelerimizi de aldıktan sonra sıra geliyor zeytinyağı ve İzmir tulum peyniri meselemizi çözmeye.
Pek çok yerde satılan bu ürünler için bizim tercih ettiğimiz adres Talatpaşa yaya caddesi üzerinde, Güler Tatlıhanesi’ni 100 metre kadar geçince girişinin bulunduğu Daimi Halk Pazarı. Üstü kapalı kısa bir pasaj olan bu pazarda sağlı sollu sıralanmış dükkanlar bulunuyor.
Sebze ve meyvecilerde Edremit yöresinin tüm bereketini görmek mümkün ancak bir zamanlar Ayvalık’ta çok popüler olan tadı bal gibi tatlı yassı şeftaliler ( üzerine oturmuşsunuz gibi basılmış )artık yerini düzgün düzenli formları, parlak renkleri ile sanki tek elden üretilmiş gibi görünen diğer meyvelere bırakmış.
Yıllardır zeytinyağlarımızı İstanbul’a ödemeli gönderen Ayvalık’ın yerlisi Kasap Amca’ya uğrayarak yeni sezon sıkma zeytinyağlarımızı alıyoruz. On yıl kadar önce Çağan’ı kucağımda taşırken düşürmem sonucu ( ! )yaralanınca, ilk müdahaleyi yapan kızı eczacı hanım vasıtası ile tanışmıştık.
Pasajın çıkışında yer alan ve nefis İzmir tulumlarını hala unutamadığım Akın Mandıra’da kapanarak yerini daha havalı ve daha iddialı bir başka işletmeye ‘’Darbuka Kardeşler’’e bırakmış. Burada zeytin, tereyağı ve İzmir tulum peynirlerinin epey bir çeşidi satılıyor. Bergama tulum, İzmir tulum, Cunda tulum, Ayvalık tulum ve Darbuka Kardeşler Özel tulum çeşitlerinin birbirlerinden farkı, tuz ve sertlik oranlarında yatıyor. Az tuzlu ve yumuşak olanlardan bir seçki yapıyoruz. Gözümüz dev bir sucuk kangalı şeklinde hazırlanmış tereyağlarında kalıyor, erimeyeceğini bilsem boynuma asıp götüreceğim.
Alışverişimizi tamamladıktan sonra sahil tarafına dönüyoruz. Talatpaşa Caddesinin tam karşı istikametinden içeri girdiğinizde Sahil Liman Başkanlığının da yer aldığı caddedeki, paralel ve kesen sokaklardaki bazı yapıların restore edilerek güzel bir butik otel, bir sanat galerisi ve restoranlara ayrıldığını görüyoruz. Otelin giriş katında da yine bir eskici-antikacı dükkanı yer alıyor.
Caddeyi kesen sokaklardan birindeki Ayvalık tostçusu Tayfun, Foursquare’de çok methedildiği için denememek olmaz diye düşünüyoruz tatlıların üstüne yiyecek bir boşluk kalmamış olduğu halde. Sosis, sucuk, kaşar, turşu, mayonez, ketçap karışımı olan Ayvalık Tostu’nun Çeşme’nin Kumru’sundan farkı, ekmeği. Ama büfeyi temiz, keyifli, çalışanları güleryüzlü, tostu da başarılı buluyoruz.
Caddenin sonunda yer alan Şehir Kulübü, önceki deneyimlerimizden sabit, Ayvalık sahillerini boydan boya gören manzarası ile tercih edilebilir nezih bir deniz restoranı. Hala aynı işletmenin devam ediyor olması bizi memnun ediyor.
Meydan tarafına döndüğümüzde kıyıdaki çay bahçeleri çok cazip gelseler de gözümüze , çay içme hakkımızı Şeytan Sofrasına saklamak istiyoruz.
Ayvalık’a ilk yerleşenlerin Midilli’nin Kydonia koyundan ya da Girit’in Kydonies bölgesinden gelmiş olabilecekleri varsayılmakta ve ayvalık anlamına gelen Kydonie isminin ise M.Ö. 330’dan beri süregeldiği varsayılmakta.
Ayvalık 1430 yıllarında, Osmanlı’nın Cunda adasında bir deniz üssü kurması ile gelişmiş. Daha sonraları yıllar içinde şehre yerleşen Rumlar, Türk nüfusu aşmışlar. Kurtuluş Savaşı sonrası yaşanan Türk-Yunan nüfus mübadelesi ile buradaki Rum halkı, Girit-Makedonya ve Midilli Türkleri ile yer değiştirmişler.
Yunanistan’ın Midilli adası gözle görülebilecek kadar yakın ve Ayvalık feribot iskelesinden kalkan motorlarla her gün karşılıklı olarak sabah gidip akşam dönmek mümkün olabiliyor.
Ayvalık bir adalar topluluğu. Dağlar denize dik uzandığından koylar girintili çıkıntılı. Ayvalık civarında pek çok burun ve koy bulunuyor. Ve Ayvalık’ın bu adalar, koylar topluluğundaki güzelliğini görmenin en iyi yolu ise Şeytan Sofrasına çıkmak ( Şeytan Tepesi )Günbatımının eşsiz olduğu bu tepeye Atatürk Bulvarı’nı güneye doğru takip ederek ulaşabiliyorsunuz.
Meydanı geçtikten sonra sahilde karşımıza çıkan yeni yapılmış Setur Marina görmek bizi sevindiriyor. Marinaların turistik beldelere önemli bir kazanç sağladığını ve yerel halka çalışmak için bir sektör yarattığını düşünüyoruz. Artık sayıları bayağı bir artmış olan Ege ve Akdeniz sahillerindeki diğer marinalar gibi Ayvalık’ta yapılan bu marinada Türk yat turizminin dünyada tanınmasında bir başka kapı olacaktır.
Atatürk Bulvarı, İnönü Caddesi’ne dönüşüyor ve Sarımsaklı Plajı’na giden yol üzerinden, sığ bir göl görüntüsü veren küçük koyu geçince batıya Şeytan Tepesi yoluna sapıyoruz. Adı tepe olsa da küçük bir tepe olduğu için çok kısa bir zaman zarfında ulaşılabiliyor.
Şeytan Tepesi, tüm Ayvalık adaları, koyları ve Midilli adasının görülebildiği, üzerinde Şeytan’ın ayak izinin olduğuna inanılan eski bir lav kayalığı. Tepede tüm manzaranın fütursuzca izlenebildiği bir çay bahçesi var. Tepenin Ayvalık merkezine bakan tarafında ise, ayak izi şekline benzeyen oyuk bir kaya parçasının şeytanın ayak izi olduğu varsayılıyor ve gelenler buraya para atarak dilek diliyorlar. Hatta daha ileri giderek burada bulunan bütün çalıların tüm dallarına, aşağı düşülmesin diye güvenlik amaçlı çekilmiş tellere, mendil, selpak, torba, kağıt artık ne bulurlarsa bağlayarak da dilek dilemişler. On yıl önce olmayan böyle bir dileme, talep etme olgusuna şüphe ile yaklaşıyor olsak da bizde geri kalmıyoruz. Ya tutarsa misali…
Sönmüş bir volkandan arda kalan lav birikintileri ile oluşmuş tepe, yuvarlak sofra biçimini andırdığı için Şeytan Sofrası denmiş. Yine antik dönemlerden kalan efsanelerde , Penelope isimli çobanın yaşanan kuraklığı ondan bilen halka burada ziyafet vererek, halkı oyalayıp kaçtığı anlatılmış. Ayak izine benzeyen çukur ise, mitolojide, Zeus’un süt annesi İda’nın Şeytan’ı kovması sonucu, üç ayaklı şeytanın gökten atlayarak, bir ayağını Midilli’ye, bir ayağını İda Dağı’na ve bir ayağını da Şeytan Sofrasına bastığı şeklinde anlatılıyor.
Mitolojide anlatılanlar ve efsaneler bir yere mistik bir gizem katan değerlerdir. Hikayelerden etkilenen çocuklar sanki kendisini görebileceklermiş gibi tekrar tekrar şeytanın ayak izi çukuruna bakıp duruyorlar.
Havada uçuşan mistik kokular, Ege’nin kuzey sularının durgun maviliğine yayılmış Ayvalık koylarının dantelsi kıvrımlarında hüküm süren zeytin ağaçlarının kokularına karışıp ince bir Edremit yeli olup dağılıyor. Çayımızı içip, çaputumuzu bağlayıp, dileğimizi Allah’tan diledikten sonra geri dönerek tepeden aşağı iniyoruz.
Ancak Ayvalık merkez dönmeyip, daha güneye Sarımsaklı Plajı’na doğru devam ediyoruz. Mesafeler oldukça kısa, Ayvalık Sarımsaklı arası 10 bilemediniz 15 dakika.
Sarımsaklı Plajı Ayvalık burnunun güney kıyılarında. Midilli adası ile Türkiye kıyıları arasındaki boğaza açılan, Türkiye’nin en güzel plajlarından biri. Toplam 7 km. uzunluğunda ve yaklaşık 100 m. genişliğinde. Yani günümüzde ‘’beach’’adı altında insan eli ile yapılan plajlardan değil, doğanın hakkı ile özenip bezenip yarattığı doğal bir kumluk alan.
Sarımsaklı Koyu’nda pek çok otel-motel yer alıyor ama asıl yerleşimin çoğunluğunu yazlık siteler oluşturuyor. Plaj doğuda, İzmir-Çanakkale otoyoluna kadar devam ediyor. Batı yönünde ise, bazı kuruluşların yazlık dinlenme tesisleri sonrasındaki Badavut Plajı ile son buluyor.
Yolun gittiği noktaya kadar siteleri takip ediyoruz. Siteler bitince yol, tekrar orman alanının içinden Şeytan Tepesine çıkan yol ile birleşiyor. Büyük olasılıkla milli güvenlik nedeni ile yapılaşmaya daha fazla açılmayacak olan koruluk alanları ve küçük koyları gerimizde bırakarak Ayvalık’a Cunda adasındaki otelimize dönüyoruz.
Gece için planımız Cunda’nın sahilindeki balık restoranlarından birinde yemek. Hafta sonu olduğu için zar zor yer ayırtabiliyoruz. Bay Nihat ve Cunda Deniz restoran pek çok muadili arasından öne çıkanlar. Özellikle Bay Nihat ‘’Rakı, Balık, Ayvalık’’ için bir Cunda klasiği olarak bahsediliyor yıllardır. Ancak yer bulmak mümkün olmayınca tercihimizi Deniz Restorandan yana kullanıyoruz.
Akşam yemek vakti Cunda sahile indiğimizde bir başka sürpriz karşılıyor bizi. On yıl önce bıraktığımızda balık restoranlarının olduğu bu sahil, bu kadar geniş ve böyle kalabalık değildi. Restoranların önündeki masaların olduğu bölge kadar olan eski sahil şeridi, bir en daha genişletilerek deniz kenarı oturma alanları eklenmiş. İyi ki genişletilmiş çünkü bu hali ile bile hiçbir restoranda oturacak yer yok, ne kıyı nede kara tarafında.
Önce bir boy dolaşarak diğer restoranlara ve genellikle yol kenarındaki buzdolaplarına sıralamış oldukları mezelere bir göz atıyoruz. Mezeler nerdeyse tamamı ile her restoranda aynı. Demek ki yarışan el lezzeti maharet ya da bize hepsi tek elden pek bir aynı gibi gözüktüğü üzere, mezelerin çoğunu tek tedarikçi yapıyorsa eğer o zamanda yarışan tek şey kalıyor geriye, o da fiyat.
Ancak vitrinlere büyük cam kaplar dolusu sıralanmış çeşit çeşit, rengarenk mezeyi görünce kesinlikle gözünüz dönüyor, ağzınız sulanıyor ve hepsini birden nasıl tadarım hesaplamaları yapmaya başlıyorsunuz. Midye, kalamar, ahtapot, lakerda, yengeç bacağı köftesi, sübye, çeşit çeşit otlar, rakı mezeleri, zeytinyağlılar.. saymakla da bakmakla da bitecek gibi değil.
Bölgeye özgü, hamsiye benzemekle birlikte yumuşak iskeleti nedeni ile kılçıklarıyla meze gibi yenilen ‘’papalina’’ balıkları benimde zaten bildiğim üzere, Haziran-Temmuz ayı gibi yaz mevsiminde bolca bulunuyor. Garson Türkiye’de avlanmanın yasak olduğunu söyleyerek Yunanlıların kaçak avladıklarından yakınıyor.
Ismarladığımız mezeler, camekanlı vitrinde görüldüğü güzellik ile aynı oranda bir lezzete sahip çıkmayınca biraz hayal kırıklığı yaşatıyor ama çok yemiş olmanın verdiği aşırı tokluktan dolayı artık beğenememe hali de olabilir tabi. Mezelerin görüntüsünün cezbedici ama lezzetinin yeteri kadar ince olmadığı yönünde gelişiyor fikrimiz. Çeşit sonsuz gibi belki farklı mezeleri de denemek gerekir.
Midelerde yer açmak için biraz sahil boyunca turluyoruz yine ve eski taş yapıların restore edilerek restoranlara dönüşmüş olduğunu fark ediyoruz sevinçle.
Önündeki uzun kuyruk ve elimdeki fotoğraf makinesini görünce bize doğru bağırması nedeni ile ‘’Lokma İmparatoru’nu’’ da es geçemiyoruz.
Rakı, Balık, Ayvalık... Lokma, Ayvalık tostu, sakızlı dondurmalı lor tatlısı derken, fazla kaçıyor galiba…. Biz Ayvalık'ta bahsettiğim yerleri gezdik. Siz daha fazlasını keşfetmek isterseniz Ayvalık gezilecek yerler içeriğine göz atabilirsiniz.