Karanlık bir sabah… Yağmur yağıyor, gökyüzünü siyah-gri bulutlar kaplamış. Hiç alışık olmadığım kadar soğuk bir Temmuz günü. Viyana ile ilk tanışmam bu; üşüyorum, yine de yanımda kalın ne varsa üstüme geçirip şehirle tanışmam gerektiğinin bilincindeyim. İçimden bir ses diyor ki: "Bu kasvet Viyana'ya yakışıyor."
Viyana'ya giden yolum Venedik'ten başladı. Sabah Venedik'i gün ışığında çok güzel görünürken bıraktım ama üzülmeye fırsat kalmadı zira tren yolu boyunca gördüğüm manzaralardan etkilenmemek mümkün değildi; yemyeşil tepeler, renkli evler, eski kiliseler, minik, sivri çatılı evlerin önünde otlayan inekler... Milka çikolatalarının ambalajlarındaki resimlerin içindeydim işte sonunda! Sade ama muhteşem manzaraları doğanın üstünlüğünün ve muhteşemliğinin kanıtı olarak zihnime kazırken tabi ya, dedi içimdeki ses, zaten Milka da Avusturya yapımı değil miydi?
Couchsurfing'ten Dominik tren istasyonunda tupturuncu pantolonu, sarı, uzun saçlarıyla beni bekliyordu. Tanıştık. 23 bölgeye ayrılan Viyana’nın 10. bölgesinde yaşıyor Dominik. Şehrin merkezine yaklaştıkça numaralar küçülüyor. Modern, çok katli bir binada küçük bir stüdyo dairesi var. Duvarlarında katıldığı koşulara ait yaka numaraları, devasa bir dünya haritası -her Couchsurfer'ın duvarında mutlaka asılı olan- , kendi deyimiyle bir geek olduğu için iki adet bilgisayar…
Dominik ile Viyana'da zaman iki gün boyunca çok güzel geçti. Bir turist rehberi gibi beni şehirde gezdirdi. Hiç yorulmadan, aynı yerleri daha önce milyon kez gördüğü halde ve her önemli mekânın tarihini, hikâyelerini anlatarak… Ayrılırken "Sen şehir elçisi olmalısın" dedim ona. Onunla tanıştığım için de çok mutlu oldum. Zaten gezdiğim yerlerden aldığım keyif oralarda tanıştığım yeni arkadaşlarla da bağlantılı. Bilmediğim, ilk kez geldiğim bir şehri orada oturan, o şehri yasayan insanların gözünden görmek, şehri keşfetmek harika bir şey. İşte o zaman kendimi bir turist gibi değil de orada yasayan bir ülke vatandaşı gibi hissediyorum, bu da beni kendini başka bir şehirde yabancı hissetmek sendromundan kurtarıyor.
Viyana'da eskiye ait ne varsa Innere Stadt'ta toplanmış. St. Stephen's Cathedral şehrin sembolü. Schloss Schönbrunn, Rathaus (Belediye Binası), Yunan mitolojisi heykelleriyle bezenmiş Parliament (Meclis Binasi), Karlskirche, Riesenrad, Judenplatz (II. Dünya Savaşı'nda katledilen insanlara adanmış Holocaust memorial burada bulunuyor), Hofburg, Oper gezilecek yerler arasında.
Ölülerle Randevu
Viyana'nın karanlık gökyüzüyle örtüşen gotik ve neo-gotik yapılarının arasında dolaşırken şehirde yaşayan bütün o ünlü ölüleri düşünmeden edemiyor insan. Burada doğan ve sanat okuluna kabul edilmeyince kendisine Almanya'da korkunç bir kariyer seçen Adolf Hitler'in ve Sigmund Freud'un Avusturyalı olduğunu öğreniyorum. Eserlerine kendimi bildiğimden beri, ilginç bir şekilde tutkuyla bağlı olduğum Beethoven (1770-1826) Bonn'da başladığı yaşam yolculuğunu bu şehirde noktalamış. 22 yaşında Viyana'ya gelen müzisyeni ilk kez dinleyen Mozart'ın "Bu gence dikkat edin, günün birinde dünyaya, üstünde konuşulacak şeyler verecek" kehanetinde bulunduğu rivayet edilir.
Viyana'da yaşadığı süre boyunca pek çok ev değiştiren Beethoven'in ünlü 9. Senfoni'yi bestelediği sırada yaşadığı evin yanından geçiyorum. Tamamen sağır olduğu bir dönemde bestelediği senfoniyi duyar gibi olunca ürperiyorum ve ona bir kez daha hak veriyorum, "Daha üstünü olamaz; müzik yoluyla Tanrı’ya yaklaşmak ve oradan insanlığa seslenmek"… Beethoven'in öldüğü 26 Mart 1827 sabahını düşünüyorum. Viyana'daki bütün okulların kapandığı, 20 bin kişinin sanatçının cenaze törenine katıldığı o günü. Şimşekler çakmış, yağmur yağmış olmalı. Olmasa bile ben öyle hayal ediyorum!
Sadece Beethoven değil tabii şehri yankılandıran; Haydn, Mozart, Schubert, Strauss, Brahms da bu şehirde yaşamış, burada eserler bestelemiş ve sahnelemişler. Chopin ve Liszt'in yolu da Paris'e giderken Viyana'dan geçmiş. Liszt ilk konserini çok genç yaştayken burada vermiş. Venedikli Antonio Vivaldi'nin son durağı Viyana olmuş ömründe, kimsesizler mezarlığına gömmüşler Dört Mevsim'in yaratıcısını…
Zamanda geriye gitmek istediğim anlardan biri işte bu, şöyle 200 küsur yıl öncesine dönüp Beethoven'ın yaptığı gibi serseri serseri gezmeli diyorum bu sokakları. Bir yerde okumuştum, 1820 yılında bir gece, Beethoven düşüncelerine gömülmüş bir halde, Viyana’da yolunu kaybedip bütün gece dolaşmış. Sonunda serseri sanılıp tutuklanarak hapse atılmış. Soruşturmayı yapan polis memuru ile aralarında şöyle bir konuşma geçtiği yazıyordu:
- Ben Beethoven'ım- Ne yapalım yani? Siz bir serserisiniz.
Viyana'nın tadı tuzu ve Cafe Central
Dahi serserilerin şehrindeki en ünlü yiyecek Wiener Schnitzel. Bildiğimiz şnitzelin daha ince olanı, yanında patates ve sosla ikram ediliyor. Her köşe başına asılmış resimlerinden insanlara sevecenlikle bakan Mozart'ı çikolataların, likörlerin üstünde bile görmek mümkün. Küçük toplar halinde paketlenmiş “Mozartkugel”ler şehrin en ünlü tatlarından… Ottakringer birayı Prost* diyerek yudumlamak da çok güzel ama Viyanalılar daha çok çikolatalı cappuccinoya benzeyen Melange adlı kahveyi tüketiyorlar. Ben ilk Melange'ımı şehrin en ünlü ve eski kafesinde, Cafe Central'da içme fırsatı buldum. Hermanngasse Caddesi'nde bulunan bu gotik kafenin tam ortasında piyanonun başına oturmuş smokin içinde bir adam klasik müzik çalıyordu.
1860'ta açılan bu mekânın yıllar boyu Viyana'ya gelen ünlü yazarların ve müzisyenlerin uğrak yeri, buluşma noktası olduğunu öğrendim. Filmlere, belgesellere konu olan ünlü Avusturya imparatoriçesi Sisi her mekânda olduğu gibi burada da duvarlardaki yağlı boya tablolarıyla karşıma çıktı. Sisi olarak bilinen Elizabeth Amalie Eugenie 1837'de Münih'te doğmuş. Franz Joseph ile Viyana'da evlenip kraliçeliğe erişen Sisi'nin dünyaya getirdiği üç çocuğu da kendisinden önce ölmüşler. Güzelliğiyle şiire ve gezmeye olan merakıyla ünlü olan ama oldukça mutsuz bir hayat sürdüğü rivayet edilen Sisi'yi 1898'de İsviçre'de kalbinden bıçaklayarak öldüren Luigi Lucheni'nin ağzından şu sözcükler dökülmüş: "Soylu birini öldürmek istedim, kim olduğu önemli değildi". Viyana daha önceden de yaptığı gibi bir mutsuz ünlüyü daha gömmüş topraklarına, sonsuza dek hatırlamak ve hatırlatmak üzere…
Viyana'dan ayrılırken yağmur yine bana eşlik ediyordu. Başka şehirlere gitmenin heyecanı ile gezip gördüğüm ama içimdeki o daha görmediğim çok şey var burada hissinin verdiği hüzünle beraber trene binerken Servus* Viyana dedim, yine geleceğim ve bu kez sokaklarında dolaşırken kulağımda müzikçalarıma sıkıştırdığım Beethoven senfonileri olacak.
* Prost: Şerefe* Servus: Merhaba ve Hoşçakal