Kimileri için her köşesi fotoğraflanacak bir mekan, kimileri için renkli festivalleri ile anılan dev bir sahne, kimileri için bir gastronomi merkezi, kimileri içinse romantik bir kaçamak.
Venedik’te ilk yerleşim günümüzde Rialto Köprüsü’nün bulunduğu yerde 455’de başlamış. İlk yapılan evler ahşap kazıklar üzerindeki ahşap barakalarken 11. yüzyıla gelindiğinde şehir ticaretin merkezi haline gelince bu ahşap yapılar da yerini betonlara bırakmış. Özellikle Doğu Roma İmparatorluğu ile ticaretini tepe noktaya taşıyan Venedikliler aynı zamanda 4. Haçlı Seferlerini de yönetmişler. Bu dönemde Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi olan İstanbul yani o zamanki adıyla Konstantinopolis yağmalandığında içlerinde “Mahşerin Dört Atlısı” denilen 4 bronz at heykelinin de bulunduğu pek çok değerli eser Venedik’e getirilmiş. Mahşerin Dört Atlısı günümüzde San Marco Bazilikası’nın üst katındaki galeride.
Şu anda Venedik’in en büyük geliri turizm. Yoğun sezonda günlük 25.000 civarında turist ağırlayan Venedik’in en büyük geliri turizm.
Venedik’e ulaşmak118 ada, 177 kanal ve 420 köprüden oluşan Venedik’i en büyük adası San Marco adası. Buraya ulaşmak için de temel 2 yol var. Birincisi Venedik’i ana karaya bağlayan 4 km’lik demir yolundan tren ile Santa Lucia tren garına ulaşmak. İkincisi ise vaperottolar. Vaperottolar biraz daha pahalı olsa da San Marco Meydanında ya da konaklayacağınız bölgeye yakın bir başka iskelede inme şansınız var. Ancak trenden indikten sonra neredeyse tek alternatifiniz valiz elinizde konaklayacağınız yere yürümek. Çünkü artık Venedik’te sesi ile ortamın ambiansını bozduğu için valizleri tekerlek üstünde yürütmek yasak.
Gondolla Tur
Batma tehlikesi ile karşı karşıya olan Venedik UNESCO tarafından koruma altına alınmış bir bölge. Buradaki yapılara izinsiz tek bir çivi dahi çakmak yasak ve büyük çoğunun kapıları kanallara açılıyor. Bazı bölgeleri yürüyerek gezmek mümkün değil ancak gondolla ya da ufak motorlar ile kanallar arasında gezerken görebiliyorsunuz.
11. yüzyıldan beri ulaşım aracı olarak kullanılan gondollar günümüzde turistik gezi amaçlı hizmet veriyor. 1.40 metre eninde olan gondolların her biri el yapımı ve 280 parçadan oluşuyor. Gondollar 1562 senesine kadar çeşitli renklerdeymiş ancak o tarihten sonra bir standart getirilmiş ve şimdi hepsi siyah, iç koltukları ise kırmızı. Siyah-beyah çizgili tişört, siyah kurdeleli beyaz şapka, siyah pantolon ve ayakkabı giyen gondolcular isterseniz size serenat bile yapıyor. Tabii ücretini ödemeniz kaydıyla.
Gondol turu sırasında Büyük Kanal’dan da geçeceksiniz. Sadece kanal çevresinde Gotik, Barok ve Rönesans tarzılarında yaklaşık 200 civarında saray yer alıyor. Aynı zamanda 45 kanala bağlanan tek kanal olduğu için bu ismi almış.
İtalyan hükümeti her ne kadar gelgitleri engellemek için setler yapmış olsa da, bazen sular çok yükseldiğinde San Marco Meydanı sular altında kalıyor.
San Marco Meydanı ve Bazilikası
Turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerin başında gelen meydanın geçmişi 9. yüzyıla dayanıyor. Napolyon’un ''Dünyanın en güzel misafir salonu” olarak tanımladığı, Casanova’nın Venedik’ten ayrılmadan önce son kahvesini içtiği meydan aynı zamanda San Marco Bazilikası ve 15. Yüzyıla tarihlenen Aziz Mark'ın çan kulesine de ev sahipliği yapıyor.
Farklı boyutlardaki 5 kubbesi ve gösterişli sütunları ile dikkat çeken San Marco Bazilikası’nın ilk yapım sebebi 830’larda İskenderiye’den Venedik’e kaçırılan Aziz Marcos’un defnedilmesi için yer gereksinimi. Bu amaçla yapılan şapel, geçirdiği yangın sonrası 1063-1094 yılları arasında genişletilmiş ve günümüzdeki büyüklüğüne kavuşmuş. Ardından dışı mermer kaplanan bazilikanın süslemeleri arasında doğudan savaş ganimeti olarak getirilenlerin yeri büyük. ‘Mahşerin Dört Atlısı’nın bir replikası da Bazilikanın ön yüzünde duruyor. Bazilika’daki diğer en önemli parça ise 12.yüzyılda işlenmeye başlayıp 14.yüzyılda günümüzdeki halini almış olan İncil’den sahnelerin işlendiği Altın Pano. Bazilika içindeki 13.yy’a tarihlenen Bizans ve Rönesans mozaikleri de görülmeye değer.
Venedik’in en yüksek noktası: Çan Kulesi
“Campanile di San Marco” denilen Aziz Mark'ın çan kulesinin yüksekliği 100 metre. Venedik’in en yüksek noktası olan kulenin orijinali 1902 senesinde meydana yıkılınca 1912’de tekrar inşa edilmiş. Tepesine çıkmak için uzunca bir süre kuyrukta bekleseniz de yukarıdan izleyeceğiniz Venedik manzarasına değiyor.
Dükler Sarayı
900 yıl boyunca imparatorluğun merkezi olan Palazzo Ducale yani Dükler Sarayı, ilk olarak 9.yy’da Bizans tarzı bir şato olarak yapılmış, ancak 500 yıl sonra Gotik tarzda yeniden inşa edilmiş. Bol kemerli ve oldukça ihtişamlı olan yapının içinde konseyin toplantı salonları, düklerin özel odaları ve mahkeme salonları bulunuyor. Günümüzde pek çok sergiye de ev sahipliği yapan Dükler Sarayı dönemin ihtişamlı yaşamının bir kanıtı.
Hüzün Köprüsü: İç Çekiş Köprüsü
1603 yapımlı barok tarzı bir taş köprü ile hapishaneye bağlanıyor. Üzeri çok detay işlemeler ile süslü olan 1603 yapımı pencereli köprü Dükler Sarayı ile hapishaneyi birbirine bağlıyor. Saraydaki mahkemede yargılanıp idama mahkum edilerek hapishaneye gönderilen mahkumlar bu köprüdeki pencereden son kez dünyaya bakıp hapishaneye ve idama gönderilirmiş. Bu nedenle bu köprüye verilen isimler hep çok hüzünlü: “Ah’lar köprüsü”, “Son nefes köprüsü”, “İç çekiş köprüsü”
Rialto Köprüsü:
Şehrin kalbi, ticaret merkezi olarak anılan Rialto Köprüsü ve çevresi her an turistlerin akınına uğruyor. Büyük kanal üzerinde yer alan köprüden binaların kanaldaki akisleri, kanaldan geçen gondollar ve gondollardan yükselen serenatlara buradan eşlik edebiliyorsunuz.
Bu zarif mermer köprünün iki tarafında küçük şık dükkanlar yer alıyor. 1588-1591 yılları arasında günümüzdeki halini alan köprü ile ilgili yaygın bir inanış var: Bir dilek tutup köprünün diğer ucuna kadar gidip gelir ve bu sırada hiç konuşmazsanız dileğiniz gerçekleşiyormuş.
Venedik KarnavalıVenedik Karnavalı'nın nasıl başladığı ve geleneksel olarak kutlanmaya başlanması ile ilgili net bir bilgi olmasa da en kuvvetli tahmin şu şekilde: 1348’de yaşanan Veba salgını neredeyse Venedik nüfusunun yarısının ölümüne sebep olunca, hayatta kalan hastalıklı kişiler kendi yaralarını gizlemek için uzun kıyafetler giyerek maskeler takmaya başlamışlar. Zamanla maskeler renklenip şekillenmiş ve halkla bütünleşen bir simge haline gelmiş. Zaman içinde Venedik maskesi diye anılmaya başlanan renkli ve gösterişli maskelerin yanında, bu hikayeyi biraz daha destekleyen uzun burunlu çirkin maskeler var, onlara da veba maskesi deniyor.
Zengin ve fakirler arasındaki görüntü ve sınıf farklılıklarını kaldırıp insanların eşitliğini göstermek için böyle bir gelenek başlatıldığını söyleyenler de var. Eğer 2017’de Şubat’ın ikinci yarısı için Venedik’e seyahat planlarsanız 18 -28 Şubat arasında gerçekleşecek karnavala da katılabilirsiniz.