Braşov'da Kont Drakula'nın Şatosu: Bran Kalesi

Transilvanya denince, akla ilk Kont Drakula geliyor öyle değil mi? Eeee bu kontun da zamanında oturduğu yer olarak isimlendirildiğini düşünürsek Kont Drakula’nın kalesi, yani Bran Kalesi, işte onun adından dolayı çok ünlü. Aslında şatoda onun oturmadığını söylersem şaşırırsınız değil mi? Hatta Kont Drakula diye birinin aslında var olmadığını… İşte film endüstrisinin nelere kadir olduğunun bir göstergesi bu... Kafanız karıştı öyle değil mi, durun baştan anlatayım : )

Kalenin ilk 1212 yılında Titan Şövalyeleri tarafından tahtadan yapıldığı biliniyor ama maalesef 1242 yılında Moğolların saldırısında yıkılıyor. Kale hakkındaki ilk dokümanlar Macaristan Kralı I. Louis döneminde ortaya çıkıyor ve o dönemde Braşov Saksonları tarafından taştan Bran Kalesi inşa ediliyor. 1438-1442 tarihleri arasında, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı da savunuluyor, o dönemde kale daha çok dağlar arasında gümrük görevi görmüş. Çok da önemli bir rolü olmamış gibi gözüküyor. Ama işte tam da bu dönemde II. Vlad, yani nam-ı diğer Drakula’nın babasının, Osmanlılara karşı bir savaşta yenilmesiyle olaylar başlıyor. Drakula’yı biz aslında tarih kitaplarımızdan Kazıklı Voyvoda olarak tanıyoruz. Asıl adı ise III. Vlad Tepeş.

III. Vlad, Osmanlılar babasını esir alınca onunla birlikte esir alınıyor ve 6 yılını Edirne Sarayı’nda geçiriyor. Bu dönemde bizim tarihçilerimize göre, Molla Gürani’nin verdiği derslere dahi katılıyor. Bu dönemi, Romen kaynakları ise Vlad’ın Osmanlı’nın eline esir düştüğü ve bu dönemde Osmanlı sistemini, askeri teknikleri hatta dilini öğrendiği şeklinde anlatıyor. Osmanlı’da çocukluğunun bir bölümünü geçirmiş Vlad’ın sonrasında neden bu kadar Osmanlı düşmanı kesildiği ise bir muamma.

“Tepeş” lakabı Vlad’a o dönemin Romanya topraklarında yaşayan ana etnik grubu olan Ulahlar tarafından verilmiş ve “cellat” anlamını taşıyor. Sultan II. Mehmet tahta geldiğinde, o sırada Eflak prensi olmaya çalışan III. Vlad’a destek vermesi ile aslında nasıl bir tarihi hataya düştüğünü ilerleyen yıllarda anlıyordur diye düşünüyoruz. Çünkü onun bu girişimiyle tam bir Orta Çağ terminatörü yaratılıyor. Başlarda Osmanlılara vergilerini düzgün ödeyerek hatta Osmanlı düşmanlarını bozguna uğratarak takdir toplayan Vlad, zaman içerisinde gözü dönmüş bir cani haline geliyor. Kazıklı Voyvoda lakabı ise binlerce insanı canlı canlı kazıklara geçirtmek ve buna da Tepeş Yöntemi adını vermesinden geliyor. İşkence yöntemleri sadece kazıkla da sınırlı değil, daha akla hayale sığmayan birçok yöntemle tarihe en kanlı liderlerden biri olarak geçmesini sağlayacak kadar çok ölüme sebebiyet veriyor.

Drakula ismi ise aslında gündemimize ilk olarak İrlandalı romancı Bram Stoker’ın 19. yüzyılda yazdığı “Dracula” kitabı, ikinci olarak ise sessiz sinema döneminin ünlü rejisörü Wilhelm Murnau’nun unutulmaz “Dracula” filmiyle giriyor. Ondan sonrasında ise Hollywood defalarca bu konuyu işliyor ki akla Drakula denilince; kapkaranlık dolunaylı bir gecede, ayın önünden geçen bulutların ve uluyan kurtların eşliğinde gözünüzün önüne gelen kapkaranlık bir şatoda yaşayan sadist bir katil portresi geliyor. İnsanın tüyleri yazarken bile diken diken oluyor…

Bu arada Dracula isminin de ilginç bir başlangıcı var. 15. yüzyıl başlarında Avrupa’da Osmanlı istilasına karşı gelecek bir siyasi-askeri birlik kurulmasına karar veriliyor. Bu birlik sınırlı sayıda basılmış sikke, yani para ile tescil ediliyor. Paranın bir yüzünde Vlad’ın simgesi olan ejderha var. İngilizcede “Dragon” olarak bilinen Romence’de “Dracul” olunca Dracula ismi bu paradan türüyor. Zaten İrlandalı yazar Bram Stoker Dracula’yı gündüzleri mezarında uyuyan, geceleri ise ortaya çıkan bir vampir olarak resmetmiş. Günümüzdeki vampir filmlerinin ve dizilerinin bir nevi menşei de “Dracula” diyebiliriz öyle değil mi?

Bu arada III. Vlad’ın Bran Şatosu’ndan sadece birkaç kez geçmiş ve kısa sürelerle konaklamış olduğunu da yazmak lazım. Vlad Tepeş’in asıl doğduğu ev; UNESCO tarafından günümüzde “Avrupa’nın en iyi korunmuş ve halen içerisinde ikamet edilmekte olan Orta Çağ şehri” ilan edilen Sighişoara’da imiş. Yaşadığı gerçek şato ise Karpatlardaki Poenari Şatosu’ymuş.

Biz gelelim bizim kaleye… Kale; Braşov’a 45 dakika, Bükreş’e ise 2-2,5 saat mesafedeki Brankasabasında. Kasabaya ilk girdiğinizde diğer kasabalardan hemen hemen hiç farkı olmayan bir yer. Yolda giderken en komiği; vampirlerle ilgili değişik konseptteki yerler. Vampir kamping, kurt market gibi… Ama biraz sonrasında tepedeki şato size bütün düşüncelerinizi değiştirtiyor. Kalenin bahçesindeki göletler ve eski tip Romenevleri biraz evvel gördüğünüz hediyelik eşyacılardan sizi koparıp biraz daha kalenin ambiyansına sizi hazırlıyor sanki.

İçeri adım attığınızda ise daracık geçitler, gacırdayan tahta merdivenler, katlar arasında adeta uğuldayan küçücük pencereler size “hah işte budur” dedirtiyor. Kendinizi eski çağlarda ya da bir film setinde gibi hissediyorsunuz. Ama işin komiği içeride Drakula’nın adı bile yok, sanırım sadece bir afişte Hollywood yapımı bir filmdeki konu olarak anlatılıyor. Her yerde Romen hanedanının resimleri var, ama diğer şatolardaki gibi kişisel eşya görmeyi düşünüyorsanız biraz hayal kırıklığı… Çünkü hemen hemen hiç özel eşya yok gibi. Ama pasajlardan geçmek, dar merdivenlerden tırmanmak çok eğlenceliydi. Yazılarımı takip edenler bilirler aslında kendi fotoğraflarımı koymayı çok tercih etmiyorum ama bu sefer bu ürkütücü şatodan bir anım olsun istedim.

Diğer şatolarda her odada bir güvenlik görevlisi dururken burada olmaması dikkatimi çekiyor. Zaten bir odada dört kişilik bir ailenin güvenlik şeridini atlaya zıplaya geçip, tahta oturup fotoğraf çektirmesi, beni benden alıyor.

Dışarı çıktığımızda hediyelik eşyalara bakarken bir Romen satıcının elindeki flütü çalarak gelenleri davet etmesini seyrediyorum, bir köşede durmuş yaşlı bir teyzenin elindeki örgüyü işlerken uyuya kalışını görüyorum; içim tatlı tatlı ürperiyor. Kim bilir eski çağlarda neler neler yaşandı buralarda?

Yazı ve fotoğraflar: Banu DemirBanuyollarda.wordpress.com     
banuyollarda.twitter.com       Instagram: banuyollarda

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.