İstanbul’da şöyle bir küçük gezintiye çıkmak istediğinizde Maçka Parkı mutlaka gitmek isteyeceğiniz yerler listesinde olmuştur. Gerçekten de park civarı şehrin ortasında doğayı biraz olsun hissedebildiğiniz ve ayaklarınızın toprağa değebileceği nadir yerlerden biri.
Parktaki çimlerin üzerinde kendinize bir yer bulup oturun ve gözlerinizi bir an için kapatıp hayal edin. Abdulhamit’in bostanlarında domates fidanlarının arasında uzanıyorsunuz. Sağınızdaki yamaçlarda Rönesans’ın bütün ihtişamı ile Taşkışla, daha ilerisinde göz alıcı bir barok olan Gümüşsuyu Kışlası yükseliyor. Hemen solunuzdaki tepeden muhteşem bir neoklasik olan Maçka Silahhanesi size bakıyor. Arkanıza dönseniz Harp Okulu’nu ve belki biraz yükselseniz Taksim Kışlası’nı göreceksiniz. Kıyıda, boğazın ışıldayan sularının önünde gene bir neoklasiği, Bezmialem Valide Sultan Camii’ni görebiliyorsunuz. Belki gözleriniz saat kulesini seçecek kadar keskindir. Beşiktaş’a doğru boğaza uzanan yamaçların önünde de barok şaheser Dolmabahçe Sarayı görünmeye başlıyor. Bütün bu nadide mimari örnekleri vadiyi adeta bir gerdanlık gibi sarıyor.
Hayalini kurduğumuz bu resim bir zamanlar gerçekti. Bu hepsinden önce Balyanların hayaliydi. Büyük mimarlar ailesinde babadan oğula miras kalan bir hayal. Babası ve dedesinin süslediği vadiye son dokunuşu saat kulesiyle Abdülhamit yapmış ve hayal gerçek olmuştu. Balyanların camiyle başlayan tablosu gene caminin önünde, saat kulesiyle tamamlanmıştı. Osmanlı tarihi boyunca Mimar Sinan’dan sonra en çok esere imza atmış bu aile üç padişahın hamiliğinde vadiyi süslemişti.
Vadinin günümüzdeki görüntüsü yukarıdaki tablodan çok uzak. Kafanızı ne yana çevirseniz bir otelin çirkin görüntüsü gökyüzünün maviliğini örter. Otellerin her birinin yapımı ayrı bir imar dalaveresi hikayesidir. Denize doğru alçalan vadinin tam kalbine yerleşen Gökkafes ve stadyum, vadi panoramasını tamamen kapatmıştır. Taksim Kışlası artık yerinde bile yoktur. Ellilerden sonra yabancı sermayenin ülkeye girmeye başlamasıyla aslında mimari bir bütünlük arz eden vadinin kimliği tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Balyanlar ile yabancı sermaye dönemleri arasında bir dönemden daha bahsedilebilir. Bu mimari döneme cumhuriyetin simge yapılarından dolayı Cumhuriyet Dönemi diyebiliriz. Nispeten daha az rahatsızlık veren ve klasik eserlerin tahakkümünü onaylayan tevazularıyla Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongreve Sergi Sarayı, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu, Atatürk Kültür Merkezi, Atatürk Kitaplığı ve TRT İstanbul Radyoevi dönemin eserleridir.
Bunlar, Cumhuriyet Dönemi’nin bazıları tartışmalı da olsa sembol sayılacak sanatçı, doktor ve idarecilerinin adlarıyla anılan ve aslında sonraki imar döneminin yarattığı vahşet düşünülünce oldukça sade (en azından çirkin olmayan) ve manzaraya müdahale etmeyen yapılardır.