Eşsiz Kayısı Ağaçlarıyla Bezenmiş Kent: Malatya

"Malatya, Malatya... Bulunmaz eşin…"

Malatya türküsü bu sözlerle hayat bulmuş. Biz türküye kanıp gitmedik. Nemrut’a Malatya’dan kolay çıkılır dediler diye tercih ettik. Nemrut’a giden yol, daha kısa ve kolay, kolay olmasına ama biz çıkamadık bir başka uzun hikaye. Malatya’yı tanıyınca da, boşuna gitmişiz gibi hissetmedik. İlk kez ayak bastığımız Doğu Anadolu’nun yükselen yıldızlarından birinin Malatya olduğunu, yerinde görmüş olduk.

MALATYA ŞEHİR MERKEZİ

Malatya’ya Onur Air’in sabah uçağı ile ulaşıyoruz. Uçakta dikkati çekecek sayıda yaşlı nine ve onlardan bir barem daha az sayıda yaşlı dede bulunuyor. Yaşlıdan kasıt, 85 hatta 90 yaş ve üstü (Konuşurlarken bizzat şahit oluyoruz). Hepsinin Malatya’ya dönmek için aynı gün ve uçuşu seçmesi bir olasılık ise, kayısının ve Malatya havasının insan ömründe uzatıcı bir etkiye sahip olması daha büyük bir olasılık gibi görünüyor gözümüze.

Küçük ama yeni ve temiz havaalanından otele giden 15 dakikalık yol boyunca, karlı tepeleri ile sıradağlar arasında bir kuru ova olarak karşılıyor bizi Malatya. Beyaz çiçekleri ile kayısı ağaçları bu ovaya ince bir renk veriyor ve bozkırda tek canlı da kayısı çiçekleri gibi görünüyor.

Kayısı Ağacı

Otelimiz Anemon Otel, daha önceden tanıdığımız Anemon Otel grubu, Malatya Anemon Otel’de kendilerini hizmet kalitesi konusunda ne derece geliştirdiklerini oldukça sıcak bir yüzle gösteriyorlar. Otel hizmetlerini ve personeli, Anadolu insanının geleneksel konukseverlik özelliği ile harmanlanmış olarak yöreye ve Türk insanına özgü buluyoruz.

Kısa bir yerleşme sonrasında, Vedat Milor’un sitesinde Malatya için önermiş olduğu, otele yakın bir konumda olan, Özka Tesisleri ‘ne gidiyoruz (www.ozkatesisleri.com). Burası eski bir benzinlik. Girişte sizi karşılayan tulumba benzeri eski benzin pompası ve tesisin eski sahipleri hakkındaki  bilgiler, kısa bir nostalji havası estiriyor. Arka bahçesinde kaliteli şarapları da olan bir restoran bulunuyor. Taş yapı, etrafı kayısı ağaçları ile çevrili geniş bir bahçede. Bahçe, özel toplantılar, düğünler, pazar kahvaltıları için kullanılıyor.

Çok methedilen ‘’tavuklu kayısı kebabı’’nı yemek istiyoruz ama mevsimi olmadığı için bulunmadığını söylüyorlar. Demek ki taze kayısıdan yapılan bu kebabı yemek için, Mayıs sonu - Haziran gibi gelmek gerekiyormuş. İleri mevsim olunca da kayısı ağaçlarının güzelliğini görememek var.

İçine ceviz konulmuş kuru kayısının hafif şerbetle pişirilmesi sonucu yapılan ‘’kayısı tatlısı’’ ise, sabahki kahvaltıdan dolayı tükenmiş. Ağaçlarla yetinmek zorunda kalıyoruz. Sac tava yiyoruz sonuç olarak ve seçtiğimiz mezeleri lezzetli, etin yumuşaklığını ve nefasetini yeterli buluyoruz. Sorun, özgün bir yemek olmaması. Yemekten sonra her çeşit kayısının bulunabileceği söylenen Şire Pazarı’nı bulmak için Elazığ yoluna doğru ilerliyoruz (Araba kiralamış durumdayız). Elazığ yolu, aynı zamanda şehrin çevre yolu olan Turgut Özal Bulvarı. Elazığ ile Kayseri’yi bağlıyor gibi görünüyor ama aslında Malatya bir kavşak noktasında bulunuyor ve bu yol ile Adıyaman, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır vs. pek çok şehre ulaşılabiliyor.

Malatya ovası, doğu-batı istikametinde sıralanan Beydağları ve Tencer-Munzur Dağları arasında bir koridor görevi üstlenmekte. Bu nedenle tarih boyunca Hititlerden Perslere, Roma ve Bizans döneminden, Selçuklu ve Osmanlılara kadar daimi olarak yerleşik olmuş.

Şire Pazarı, Elazığ yönünde, şehrin geliştiği Beydağları'nın etekleri olan sağ tarafta değil, ters yönü olan sol tarafta kalıyor. Maşti Otobüs Terminali’ni (bunu özellikle yazıyorum çünkü bir otobüs terminali olarak adına takıldım) geçince, eski bir oto sanayi sitesi ile birlikte yer alıyor.

Turgut Özal Bulvarı adı verilmiş olan çevre yolu boyunca, şık ve modern siteler ile sayısı kısa bir mesafede üçü bulan bat-çık alt geçitler ve 640 yataklı Devlet Hastanesi, Malatya ilinin gelişiminin ve devlet tarafından da bölgesel etkiye sahip olması için desteklendiğinin önemli bir göstergesi.

Çevre yolunun bir paraleli olan şehir merkezine giden yola, İnönü Caddesi’ne sapıyoruz. Kırsal kimliğinden, hızlı bir geçişle, büyük şehirleşmeye giden bir görüntü çıkıyor karşımıza. Merkez Camii meydanına kadar uzanan İnönü Caddesi, şehirdeki canlı ve hareketli alışverişin başlangıcı. Yeni otel inşaatları arasında Malatya Park Alışveriş Merkezi ve iddialı mimarisi ile Malatya Belediyesi hemen dikkatinizi çekiyor.

Belediyenin karşısındaki geniş park alanı, kafeleri, oyun alanları ile cıvıl cıvıl, halk parklarda Malatya’nın keyfini çıkarıyor. Kongre ve Kültür Merkezi’ni geçince, Yusuf Daş Camii’nin yer aldığı merkez meydana geliyoruz. Kalabalık hayrete düşürecek mertebede ve dükkânların çoğu açık. Sanki bütün Malatya ve köyleri, merkeze gezmeye gelmiş. Yürüyen, dolaşan, gezinen, yemek yiyen, öylece duran, sadece oturan sayısız insan, nüfusu 500.000 civarı olan bir il bu kadar kalabalık olamaz düşüncesini çürütüyor. Arabayı park edip, şehirde sayısı bolca bulunan kayısı pazarlarından karşımıza ilk gelene dalıyoruz, “Armağan Kayısı Pazarı” (www.armagankayisi.com) ve kolay kolay da çıkamıyoruz.

Kayısı haricinde, civar yörelere özgü ürünlerde var, Adıyaman üzüm pestilleri, Antep fıstıkları gibi. Kayısının ise her şeyi değerlendirilmiş, kurusu, gün kurusu, çekirdeği, pestili, döneri, kremi, kokusu, yağı. Çocukların favorisi çikolata kaplı gün kurusu kayısılar oluyor ki, müşterilere tadımlık olarak konan kutuyu kendilerine hediye edilmiş gibi bitiriveriyorlar. Ben de mis gibi kokan kayısı kremlerine bayılıyorum. Kayısı çekirdeği içleri ise kavrulmuş, kavrulmamış, ayrı tat ve çeşitteler.

Dünya yaş kayısı üretiminin yaklaşık % 10-15’i Türkiye’de yapılıyor ve Malatya haricinde 5 kayısı bölgesi daha bulunuyor. Malatya dışındaki bölgelerin üretimleri (Marmara, Ege vs.) sofralık tüketime yönelik. Malatya kayısısı, Türk ekonomisinin önemli ihracat kalemlerinden biri. Malatya, Elazığ, Erzincan (ama ağırlıklı olarak Malatya) bölgelerinden elde edilen kayısıların çoğunluğu kurutuluyor ve bu bölge dünya kuru kayısı üretiminin yaklaşık % 85-90’ını tek başına karşılıyor.

 

Ona değdi buna değmedi derken, Malatya ekonomisine bir hayli katkıda bulunup, meydandaki Yusuf Daş Camii etrafında bir tur atıyoruz. Simsiyah saç ve koyu esmer tenli erkekler dikkatimizi çekiyor. Buna rağmen ayırt edici bir şive duymuyoruz. Kayısı aldığımız gence sorduğumuzda Dondurmacı Abdullah’ın, bulunduğumuz meydandan yürüyerek 20 dakika süreceğini, bu nedenle araç ile gitmemiz gerektiğini söylüyor. Bin zahmetle park ettiğimiz yerden arabayı alıp, bir İstanbullu’nun tabiri ile köşeyi dönünce Dondurmacı Abdullah’a ulaşıyoruz. Anadolu ile İstanbul arasındaki fark işte bu noktada yatıyor, mesafelerde.

İnönü Caddesi’nden Kışla Caddesi’ne devam edip, Saat Kulesi’nden sağa, Hamit Fendoğlu Caddesi’ne dönünce, Malatya gençliğinin buluştuğu, argo tabiri ile sosyete caddesi olan dereboyuna ulaşılıyor. Ortadaki dere ıslah edilerek  kanal boyu yapılmış, sağlı sollu kafelerin yer aldığı bir cadde burası. Pek methedilen Abdullah Efendi Maraş Dondurması (Ado) burada, bayağı bir yiyoruz tabii. Dereboyu Caddesi’nin devamında da çeşitli restoranlar var ama kayısı kebabı dışında Malatya’ya özgü yöresel bir yemekten söz edilmiyor. Diğer yöre ve illerin yemekleri mal edilmiş daha ziyade.

Malatya’nın simgesi gibi kullanılan Saat Kulesi’nin sol tarafında, Hürriyet Parkı yer alıyor ve burası da bu pazar gününde oldukça kalabalık ve hareketli. Halk parkları çok güzel kullanıyor. Çoluk çocuk, genç yaşlı, herkes parklarda ve parklarda da her yaşa hitap edebilen kafeler sıklıkla mevcut. Malatyalıların bu konuda şanslı olduklarını düşünüyorum. Şehirde sayısına bolca rastlanan parklardan bir tanesi, adı ile dikkatimizi çekiyor. "MİŞ MİŞ PARK". Çevre yolundan ulaşılan bu parkta, bir de küçük gölet var. Bir süre önce bu parkta "Altın Ödüllü Buzağı Güzellik Yarışması" yapıldığını öğrenince, kaçırdığımıza bayağı üzülüyoruz.

Araba ile Beydağları’na doğru yönlenip, biraz tepelere çıkalım ve bozkıra tepeden bakalım istiyoruz. Güneye bakan yüzleri eriyerek canlı bir yeşile boyanmış gibi görünen, kuzey yamaçları ise hala kar kütlelerinin ağırlığı ile ezilen yamaçlara doğru yükseldikçe, Malatya’nın konumu ve kayısının, şehir için ne demek olduğu netleşiyor.

Kayısı ağaçları, şehir yerleşiminden daha geniş bir alanda göz alabildiğine yayılıyorlar. Yapraksız, sadece çiçeklerle bezeli ağaçlar, bozkıra ince bir sis çökmüş görüntüsü vermişler. Beyaz kayısı çiçeklerinin diplerindeki belli belirsiz pembelik ise bu sisi, akşam güneşinin kızıl renkli son ışıkları yansımış gibi boyamış.

Türküdeki ‘’bulunmaz eşin ‘’ dizesinin hakkı bu noktada. Uçsuz bucaksız bozkırda, pembe narin bir tül gibi kayısı ağaçları ile Malatya. Başka bir şehirde göremeyeceğimiz, bulunduğumuz coğrafyaya özel, mevsiminde yakalanmış bir güzellik. Nemrut’a da 1,5 saatte dağın arka yüzünden ulaşılabiliyor.

Eğer bir gün yolumuz tekrar Doğu’ya düşerse Malatya, özellikle tercih edeceğimiz bir başlangıç veya konaklama noktası olacaktır bizim için.

Gelişiminin ve istikrarının sürmesi dileği ile sevgili Malatya…