Etiyopya’ya Gregoryen takvimime göre Mayıs 2015 yılında gittiğimi düşünürken Etiyopya’da tarih Yekatit 2007 idi. Kara kıtanın küçük ve bahtsız ülkelerinden biri. Kâğıt üstündeki fark 8 sene olarak gözükse de ülkenin çoğunluğu için fark belki de 50 yıl. Çinliler doğudan batıya ülkeyi demir ağlar ile örerken bizde güneyden kuzeye örmek için yollara düştük.
Etiyopya, Hristiyan dünyası için önemli merkezlerden biri. Katolik ve Ortodoks kilisesi ciddi bir güce sahip olmakla birlikte Müslümanlar da neredeyse ülke nüfusunun üçte birini oluşturuyor. Şaman dinleri genelde kabililer arasında egemen. 11 idari parçaya bölünmüş olan ülkede 80’nin üzerinde etnik tür ve kabile var.
İstanbul’dan 5,5 saat süren bir uçuş sonrası başkent Addis Ababa’ya vardıktan sonra Ebola için göstermelik bir kontrol ve pasaport noktasında el izi alınması ertesinde karşılamaya gelen aracımız bizi kalacağımız 3 yıldızlı hotele götürdü.
Fakir bir Afrika ülkesinden beklenmeyecek Avrupai standartlarda bir 3 yıldızlı hotelde kalırken, başkentte kaldığımız süre boyunca yüksek duvarların içindeki villa ofis ile askerlerin koruduğu Sheraton Hotel arasında gidip geldik. Başkent dışında kabile bölgelerine giderken yanımızda silahlı korumalar vardı ama aslında buna gerek olmadığı farklı kişilerce dile getirildi. Çok fakir olmalarına rağmen sürekli gülümseyen insanların varlığı beyaz adamın maddiyatçı hayat tarzına ne kadar bağlandığını gösteriyor.
Ülkedeki belli mevkilerdeki yerel halk ile Addis’te çalışan yabancıların (Özellikle Fransız ve Almanların) havuz keyfi ve güvenlik içinde eğlenmek için gittikleri yegâne yer Sheraton Hotel. Her akşam canlı müzik yapılan hotel barı yerel halk (esasen güzel Habeş kadınları) ile yabancıların buluşma noktası.
Afrika Birliği’nin merkezi olan Addis Ababa bir şantiyeye dönmüş durumda, Çinliler ve Fransızlar ciddi alt yapı ve ulaşım projelerini finansa edip inşa ediyorlar.
Etiyopya’ya gitmeden önce sarıhumma, Hepatit A-B, menenjit ve tetanoz iğnelerini olmak ve yolculuktan önce sıtma haplarını almak gerekiyor. Mührü bozulmamış şişe su içtiğiniz ve sokakta yemediğiniz sürece bir sıkıntı yok.
Bizdeki lavaş benzeri ama daha ince ve 5-6 tanesi bir arada rulo yapılıp sulu ve soslu yemeklere bandırdıkları ekmekleri var. Pirinç ve tropikal meyvalar ayrıca çok tüketiliyor. Eti işlemek ya da basit anlatım ile kasaplık yok. Eline satır alan hayvanı kafasına estiği gibi parçalara ayırıyor ve standart bir ofis masası genişliğinde tenekeden dükkânlarda buzdolabı olmadan günlük olarak et satıyor.
Etiyopya önemli bir kahve üreticisi ama yerel halk çay benzeri otları kaynatıp içmeyi tercih ediyor. 4 gün boyunca ofiste bayılarak içtiğimiz kahveden almak istediğimizi söylediğimizde aşçımız elinde Nescafe gold ile geldiğinde büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Meğerse maharet hazırlayandaymış…
Başkentin başkanlık sarayı ve çevresindeki bulvarları dışında sokak lambası yok. Özellikle hava karardıktan sonra tek tük etraftaki mağazaların tabelaları ve araçların farları ile aydınlanan caddelerde gitmeye çalışıyorsunuz. Yol kenarlarında neredeyse her 150 metrede bir kadın o akşamki müşterisini bekliyor. AIDS patlama yapmış durumda, belli yaşlardaki Fransız ve Alman erkekleri belli zevkler için sürekli geliyormuş.
Başkentte araba kullanmak nispeten kolay, kendinizi akan trafiğe bırakmanız yeterli. Ama şehir dışına çıktıkça birçok şey gibi trafikte sıkıntı yaratıyor. Her an yola bir hayvan ya da insan çıkması riski ile karşı karşıyasınız.
Tüm yol kenarları tek kişinin sığacağı genişlikte barakadan bozma dükkânlar ile dolu. Meyve, sebze, giyim kuşam, elektronik, hediyelikler, aklınıza gelecek her şey satılıyor.
Yerin altına yapılmış olan UNESCO dünya mirası olarak kabul edilmiş St. George Kilisesi ve Addis Ababa’da bulunan St. George Katedrali’nin Afrika’daki Ortodoks Hristiyan dünyası için önemli bir yeri olduğu söyleniyor.
Dönüşte ise 2 saatlik rötar normal karşılanıyor. Tüm sistem kurulmuş olmasına rağmen elektrik kesintileri nedeniyle bilet kesme ve check-in işlemleri elle yapılıyor. Koltuk numaraları verildikten sonra sizi kapıya yönlendiriyorlar, kapıda tek tek biletleri ve kimlikleri kontrol edip renk veriyorlar, uçağa verdikleri renklere göre alıyorlar. 5 saatlik uçuş sonunda İstanbul’a alçalırken hostesin bize böcek muamelesi yaparak hepimize sprey sıkması ise son noktaydı.
100 kusur yıl önce bugünkü Cibuti, Etiyopya’ya bağlı bir liman şehriymiş. İtalyanlar size tren yolu yapalım karşılığında 100 yıllığına Cibuti’yi bize verin demişler. 100 yıl sonunda İtalyan’lar Cibuti’yi iade etmek istediklerinde Etiyopyalılar, bizim ikinci bir liman şehrimiz daha var, iade etmeye gerek yok demişler. Kanlı iç savaş sırasında ikinci limanı da Somali’ye kaptırmışlar ve bugün denizle hiçbir kıyısı kalmamış bir ülke durumunda.
Etiyopya, bazı Afrika ülkelerinin aksine salt turistik amaçla gitmeye pek cezbetmeyecek bir ülke.