“Konuşuyor olmakla, düşünüyor olmak arasında derin bir uçurum var” demişti yazar. Ben de geziyor olmak ile gezi yazıları okumak arasında derin bir uçurum olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar bu düşüncede olsam da bu uçurumun derinliğini azaltmaya çalışacağım sizler için. Buralara gelmeseniz bile "gelmiş kadar olduk" dedirtmek çabasındayım.
Fas, Afrika’nın kuzeybatısında yer alan bir ülke. Alçakgönüllü olduğu coğrafyasından belli olacak ki, İspanya ve Portekiz’e (İber Yarımadası'na) aşağıdan bakıyor. Ortaokulda coğrafya derslerimizin vazgeçilmez sorusu: Avrupa ile Afrika’yı birbirinden ayıran ya da Akdeniz ile Atlas Okyanusu'nu birleştiren boğaz hangisidir? Cevap: Cebelitarık Boğazı. İşte o boğazın güney tarafı Fas.
Türkiye’nin bir ucundan diğerine kadar olan uzunluğundan daha fazla bir uzunlukta Atlantik Okyanusu'na kıyısı var Fas'ın. Bu kıyı o kadar güzel ve ortalama bir sıcaklığa sahipki yıl boyunca 15 C ile 25 C bandında oynuyor. Tam bana göre yani. Ne çok soğuk ne çok sıcak. Sürekli bahar olması ve de "baharda aşkın başka olması" mantığından yola çıkarsak yılın her anı Fas'ta aşk başkadır demek doğru olsa gerek.
Bu iklimden dolayı burada ne kalorifer ne de soba gibi bir ısınma sistemi yok evlerde. Sadece yerli olmayan aileler evlerini tüplü sobalarla ısıtıyorlarmış. Yerli halkın bu ılıman iklimdeki tercihi ise dışarı sıcaklığı ile içeri sıcaklığının sürekli aynı olmasının sağlıkları açısından daha iyi olacağını düşünüyorlarmış ki sanırım çok doğru bir mantık...
Arabia Havayolları'na ait uçak rötarlı bir şekilde 01:40'ta hareket edip 06:40'da yani 5 saatlik yolculuk sonucu Fas-Kazablanka'ya ulaştı. İki saat bizden geride olan bu ülkenin Türkiye'den kaç yıl geride olduğunun kararını ancak bu ülkeyi gezdikten sonra verebiliriz.
Burada pazarlık hayatın vazgeçilmez bir unsuru. Sabahın köründe konaklayacağımız İmperial Otel'e gitmek için uzun bir pazarlık sonrası taksiciyle 200 Fas Dirhemi'ne anlaştık. Otele gelip iki saatlik uykudan sonra otelimizde kahvaltı yaptık. Kahvaltıda ilgimi çeken zeytin çeşidiydi. Türkiye gibi önemli bir zeytin ülkesi olan Fas, kahvaltıda zeytini farklı otlar ve soslarla karıştırarak çeşitlendirmeyi başarmışlar.
Fas'ta uzun yıllardır yaşayan iş adamı Oğuz Sipahi ile buluştuk otelde ve ondan önümüzdeki bir haftaya ilişkin brifing aldık. İnsanın yabancı bir ülkede, kendi ülkesinden tanımadığı bir insanı bile görmesi sanki 40 yıllık dost gibi konuşmasına neden oluyor. Çünkü Fas'ta insanlarla iletişim çok zor kuracağımızı kısa sürede anladık.
Burada Arapça konuşuluyor ve ikinci dil bilen kişilerin bildiği dil istisnasız Fransızca. Oğuz Sipahi bize, Fas'ta bir hafta boyunca rehberlik edecek olan ve aracımızı kullanacak olan Muhsin adında Fas'lı bir genci ayarladı. Muhsin bize önümüzdeki yedi gün boyunca eşlik edecek. Çok küçük bir problem dışında sorun yok gibi görünüyor ki o sorun da; ne o bizi ne de biz onu tek kelime anlayabiliyoruz. Muhsin Arapça ve Fransızca biliyor, biz de onları bilmiyoruz. Ama elimde Arapça sözlük, bir yandan ona kelime gösteriyorum bir yandan caddeleri arşınlıyoruz.
Kazablanka merkezi ve çarşısı
Öncelikle yürüyerek Kazablanka merkezini ve çarşısını gezdik. Buranın merkezine Birleşmiş Milletler Meydanı adı verilmiş ve o meydanda kokulu su satan bir amca ile fotoğraf çektirdik. Renk itibari ile birbirimize de yakıştığımızı düşünüyorum.
Kazablanka'nın caddeleri İstanbul İstiklal'i andırıyor. Hatta ortadan tramvay geçince daha bir ülkemize benzettim.
Kısa bir şehir turunun ardından yorgunluk nanesi içtik. Buradaki halkın misafirperver olduğunu gelmeden önce okumuştum. Yazılarda gördüğüm gibi acaba bana o ünlü Nane Çay’larından ikram ederler mi diye düşünürken, ikram ettiler ama parayla. Bizim nasıl milli içeceğimiz ayran (!) ise, buranın da nane çayı. Bazen çam fıstığı ve portakal çiçeği eklenerek hazırlanan bu çay gerçekten çok alışkın olmadığınız bir tat. İlginç gelse de, genzimde sonradan yakıcı bir tat bıraksa da denemeye değerdi. Ablam bana “her naneyi yiyorsun” diyordu, burada da sayılır mı bilmem, “yemedim ama içtim.”
Buradan sonraki durağımız değerli Türk İşadamı Oğuz Sipahi'nin evine konuk olduk. Oğuz Sipahi buraya 17 yıl önce gelip yerleşmiş ve inşaat asıl faaliyet konusu olmakla birlikte ticaretle de uğraşıyor. Aynı zamanda profesyonel anlamda fotoğraf sanatçısı. Evinde Fransız misafirleri olmasına rağmen bizi de misafir etti ve güzel bir sohbet oldu. Askerlik yıllarında "sakıncalı piyade" olduğu zamanlardan bugüne hayatından kesitler anlattı. Bu kısa ev ziyaretinden sonra hep birlikte Atlantik Okyanusunda güneşi batırmaya gittik.
Atların sahil boyu koştuğu, güneşin mükemmel bir şekilde denize vurduğu o güzel karelerin çoğunu hafızama kazıdım.
Ama benim bu gezideki en büyük şansım, benim gezi arkadaşım olan Resul Gümüş, Nihat Gümüş ve Erhan Çakır'ın profesyonel anlamda fotoğrafçı olmaları. Bu gibi adamlarla gezerken bana sık sık poz vermek düşüyor. Arada bir sahil kenarında olduğumuz bu gibi zamanlarda kendimi top model falan sandığım bile oluyor. Sonuçta sürekli uzun uzun objektifler üzerimde. Kolay değil tabi ki...
Sahilden dönüşte Afrika kıtasının en büyük alışveriş merkezi olan Morocco Mall'a girdik ve karnımızı bir güzel doyurduk. Burada ilk günden Fas mutfağını tercih etmedik. Bu devasa alışveriş merkezinin içinde bir milyon litre su barındıran aquadream isimli bir akvaryum var. Silindir biçiminde olan bu akvaryum, 360 derece izlenebiliyor ve içinde 40 farklı balık türü olduğu söyleniyor.
Fas'ın tarihine kısa bir bakış
Bir ülkenin, tarihte birçok farklı ülkenin işgaline uğramış olmasının olumlu yanları olabilir mi? Düşünmeden cevap vermeyin. Çünkü bu ilginç paradoksa bugünü düşünerek yanıt verdiğinizde "kesinlikle" diyebilirsiniz.
Fas 1800'lerin ortalarında İspanya işgaline, 1900'lerin başlangıcında Fransa işgaline uğramış bir ülke. İşgalin buraya getirdiği farklı ve halen hissedilen kültürler olmuş burada. Geçmişte savaşlar yaşamış, işgallere uğramış, sömürülmüş ülkelerin bugün için çok daha fazla turist çektiği söylenebilir bu farklı dokularından dolayı. İşte Fas'ta da birçok kültürü aynı anda görebilmemizin, farklı tatları aynı coğrafyadan tadabilmemizin nedeni bu olsa gerek.
Fas'ı Atlantik Okyanusu'na doğru sıkıştran ülkeler Batı Sahra ve Cezayir, yukarıdan İspanya'yı da sayarsak üç komşu ülkesi var. Resmi dili Arapça, halkın da % 99'u Müslüman.
2011 seçimlerinde Fas'ta kimin iktidara geldiğini söyleyeyim size; Adalet ve Kalkınma Partisi. Şaka değil. İkili bir yapıda parlamentosu var ancak işlevsiz, krallıkla yönetiliyor yani. Bu da şaka değil. Sanırım şaşırtıcı şekilde benzerliği var bazı ülkelere. Turuncu devrimin teğet geçtiği Fas'ta halkın yaptığı gösteriler sonucu 2007 ve 2011'de Kral anayasa değişikliklerine zorlandı ve bu zorlama sonuç verdi. Burada 16 eyalet var. Kadınların laikleşmesi yeni yeni gözlemlenebiliyor. Çünkü Fas'ta halen miras dini kurallara göre kadına bir, erkeğe iki pay şeklinde uygulanıyor. Kadının boşanma hakkı elde etmesi ise 2003 yılında olabilmiş.
İşsizlik Türkiye'deki gibi % 10 civarında, kişi başına gelir ise 5.000 dolar civarında. Hububat üretiminde Afrika'da en önlerde... Deniz kıyılarında ise bize benzer şekilde üzüm, narenciye ve üzüm yetiştiriliyor. Fransa işgali buraya şarap kültürünü de getirmiş. Her ne kadar Müslüman ülke olduğundan alkol hoş karşılanmasa da sadece yakınından geçtiğimiz iki tane üretim yeri gördük. Enfes Fransız şaraplarının asıl buralarda üretildiği söyleniyor. Buradaki vergilerin de Fas halkının belini büktüğü anlaşılıyor. Bir karşılaştırma isteyenler bilsin ki kurumlar vergisi % 30, Katma Değer Vergisi % 20 ve gelir vergisi % 38.
Yine son gün Kazablanka'dayız. Yani Mısır-Kahire'den sonraki Afrika kıtasının en büyük ikinci şehrinde. Başkenti Rabat'tan bile iki kat nüfusa sahip. Dedim ya bizim İstanbul'umuz. Otelde son günümüze uyandığımızda bizi karşılayan Oğuz Sipahi şimdi de uğurlamaya geldi. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda başarılı Türk iş adamından birisi.
Bizi öncelikle ucuz elektronikçiler çarşısına götürdü. Türkiye'ye göre oldukça ucuz kalan fiyatlar var burada. O çarşının içinde içtiğim meyve suyu hayatımda içtiğim en güzel meyve suyu idi. İçtikten sonra bunun zincirini Türkiye'de açma fikri bile oluştu bende. Çünkü bu tarz bir meyvesuyu hazırlayan bir yer yok. Hem birçok meyvenin suyu karıştırılmış hem de bazıları karıştırıcıdan (blender) geçirilmiş ve kat kat birbirine karışmayacak şekilde bardakta servis edilmişti.
Bu güzel meyve sularından sonra Muhammediye bölgesinde enfes bir balık ısmarladı bize Oğuz Abi. Fas'ta balık burada yenirmiş ki yedikten sonra biz de ona kanaat getirdik. O kadar fazla balık çeşidi ve ıstakoz büyükçe bir tabağın içinde servis ediyor ve siz de hangisini yiyeceğinizi şaşırıyorsunuz.
Fas ancak Oğuz Sipahi gibi bir tanıdığınız varsa daha güzel hale gelebilir. Yani sizi karşılayıp ülke hakkıda kısa ve yararlı bilgiler vermiş ise, size bir gezi planı yapmış ve gezerken de arada bir arayarak gidişat hakkında bilgi almışsa ve sonra da balık ısmarlayıp sizi havaalanına kadar uğurlamış ise Fas tadından yenmez ve yeniden dinlemek istediğiniz bir türkü haline gelir. Teşekkürler Oğuz Sipahi...
Bu ülkenin o dalgalı ve eşsiz kumsalları, insana farklı gelmesiden ötürü unutulmaz bir güzellik olarak kafalara kazınan çölleri, koloni yaşam tarzının bu çağda kalan örneği olan o güzelim çarşıları ve egzotik mimarisi ile dilimize her daim dolanan bir türkü olarak kalacak Fas ve biz bu türküyü her daim söylemeyi isteyeceğiz.