Filipinler’in başkenti Manila, dünyanın en kalabalık ilk 15 başkenti arasında yer alıyor. İsmini nehir kenarlarında yetişen bir çiçekten alan Manila’nın siluetini yükselen gökdelenler süslüyor. Gökdelenlerin yer aldığı kısım iş ve finans merkezlerini işaret ederken, tek katlı ya da dubleks evlerin yer aldığı bölgeler lüks semtlerini işaret ediyor.
Türkiye’den Manila’ya direk uçuş yok. Bu nedenle biz de önce THY ile Bangkok’a gidiyoruz. Oradan aktarma yaparak Filipinler’e ait Cebu Airlines ile Manila’ya uçuyoruz. Bangkok’tan Manila’ya uçuş süresi yaklaşık 4 saat.
Nihayet havaalanına iniyoruz. İlk iş saatimi ayarlıyorum. Burası bizden 6 saat ileride çünkü.
Havaalanı o kadar kalabalık ve havasız ki, nefes almak bile oldukça zor. Neyse ki fazla oyalanmadan ülkeye giriş yapıyoruz. Filipinler, Türklerden vize istemiyor. Girişte vizesiz olarak 21 gün kalma izni veriyorlar. Eğer kalış sürenizi uzatmak isterseniz kentte yer alan bir göçmen bürosuna giderek yaklaşık $40 ödeyerek 59 güne uzatabiliyorsunuz. Ancak böyle bir durumda Manila dışındaki şehirlerde uzatmanız tavsiye ediliyor. Çünkü Manila’da 2 haftaya kadar süren işlem daha ufak kentlerde 1 gün içerisinde çözülebiliyormuş.
Havaalanından çıkıp otobüse binerek kent merkezine gittik. Bu arada hatırlatmakta yarar var. Manila’da toplu ulaşımda çalışan otobüsler kentteki gelir dengesizliğini adeta keskin bir şekilde dışa vuruyor. Aynı hatta 3 farklı otobüs çeşidi çalışıyor. Biri klimasız, biri klimalı ve diğeri hem klimalı hem videolu. Ama hepsi aynı rotada aynı hızla gidiyor ve aynı trafik kargaşasına maruz kalıyor. Bunların tek farkı fiyatlarının değişken olması. Yani paran varsa klimalı otobüste video izleyerek gidiyorsun, paran yoksa otobüsün camından sarkmak suretiyle kendi doğal klimanı yaratıyorsun.
Evet, Manila değişik bir yer. Manila’nın nüfusu 17 milyon kişi civarında. Bu kalabalık kent İspanyol, Amerika, İslam ve Hristiyanlık unsurlarının bir karması. Kültür ve karakterlerin kaynaştığı bir şehir olan Manila, gökdelenleriyle, İspanyol tarzı mimarisiyle, konuştuğu İngilizceyle Batılı bir görüntüye bürünmüş. Ancak bu batılı görüntüye eşlik eden ayakları çıplak çocuklar, dilenciler, tenekeden evler insanı tamamen şaşırtıyor.
Gece yarısında bile sokaklar kalabalık. Sadece gençler değil sokakta olanlar, dilenen çocuklarda etrafta dolaşıyorlar.
Manila sokaklarında kalabalık ve gürültü hakim. İnsanların %41’i yoksulluk sınırının altında olsa da gülümsüyor.
İlk olarak internetten ayarladığımız otele yerleşiyoruz. Burada otel fiyatları çok değişken. Aslında çok ucuz olduğunu söyleyemem. Biz şehrin modern merkezi olarak tanımlanan Makati’de kaldık. Gecelik 60 $ civarında ödedik. En güzel restoranlar cafeler ve barlar da bu bölgede toplanmış durumda. Makati, Manila’ya bitişik konumda olan ancak Manila’nın merkezine göre çok daha temiz ve lüks bir bölge. Bu bölgede çok sayıda iş merkezi, kaymak tabakanın evi ve oteller bulunuyor.
Biz de otele yerleştiğimiz gibi hemen yemek yemek için dışarı çıktık. İlk akşam kendi spesyalleri olan buharda balık ve yanında yerel biraları olan San Miguel’den içtik. Gerek balık, gerekse bira oldukça lezzetliydi. Kentte domuz eti de çok tüketiliyor. Sarımsaklı pilav ve sahanda yumurtaları dememeye değer lezzetlerden.
Manila, yıllarca İspanyol hakimiyetinde yaşadığı için Asya’da Latin havasının en fazla hissedildiği yer. Bu da en net olarak kent restoranlarında hissedilebiliyor. Şehirde birçok yerde paella ve tapas yiyebileceğiniz yerler bulunuyor. 1977’den beri hizmet veren Kamayan restoran ise hem dekoru ile hem de lezzetleri ile dikkat çeken bir Filipin restoranı. Burada yemekler genelde muz yaprağı içerisinde sunuluyor.
Kentte çok çeşitli dünya mutfağı sunan restoranlar yer alıyor. Hatta “Pasha” adında oldukça lüks bir Türk restoranı bile var.
Yemek yemek için ilginç bir bölge de Dampa mahallesi. Burada balıkçılardan ya da böcekçilerden istediğinizi alıp, seçtiğiniz bir restaurant’a giderek istediğiniz gibi pişirttiriyorsunuz.
Kentin yemek, içmek, alışveriş yapmak için en çok seçeneği sunan diğer bir bölgesi ise Malate. Makati ve Malate genel Manila görüntüsünden biraz daha uzak, daha bakımlı ve lüks kesimleri.
Buralarda gece hayatı da bir hayli renkli. Zaten Manila’nın gece hayatı dünyaca üne sahip, yani herkese hitap eden bir şey var... Hava kararınca eğlence mekanları sokaklara taşıyor. Bunda genç nüfusun da etkisi büyük tabii.
Bu bölgede karaoke barların çokluğu da dikkatimi çekiyor. Bazı barların içerisinde bilardo masaları var. Oyuncuların çoğunluğu kadın. Bay Cafe Manila, bu tarz bir cafeye verilebilecek örneklerden.
Bunun yanı sıra özellikle Malate bölgesinde, genelde yabanci altmış yaş üzeri erkeklere eşlik edecek olan kadınların yer aldığı mekanlar var. Burası biraz Phuket’in barlar sokağı ile Pattaya’yı andırıyor.
Kentteki en orjinal mekan The Hobbit House... Burası dünya üzerinde kendilerine hobbit diyen cüceler tarafından kurulan ve işletilen tek bar olma özelliğine sahip. Barda müşterilere servis verenlerin tamamı cüce. İlginç bir mekan.
Manila, özellikle 2. Dünya savaşında çok fazla yıkıma uğradığı için günümüze kadar ulaşan yapıları da bir hayli sınırlı.
Intramuros, eski yerleşim bölgesi olarak bilinmekte. Etrafı surlarla çevrilmiş. Intramuros’un anlamı da zaten Surlar içi demek. İspanyollar o dönemde dışarıdan gelebilecek saldırıları engellemek adına şehrin etrafını surlarla sarmışlar. Surların içindeki evler, sokaklar, kiliseler tipik İspanyol mimarisi.
Bu bölgede yer alan Manila katedrali ise günümüzde ünlülerin düğünlerinin yapıldığı ve ayinlere devlet başkanlarının katıldığı bir mekan.
Intramuros kalesi, o dönemde İspanyollar’ın ele geçirdikleri ganimetlerini depoladıkları yer olmuş. Burada depolanan ganimetleri de gemiler aracılığı ile İspanya’ya göndermişler. O dönem Filipinler’i ellerinde bulundurmaları, denizcilik dünyasında söz sahipliklerini güçlendirmiş.
Intramuros bölgesini dilerseniz yürüyerek, dilerseniz faytonlarla gezebiliyorsunuz. Faytonla yapılan gezi yaklaşık yarım saat sürüyor ve ücreti yaklaşık 5 $ civarında.
İspanyollar gelmeden önce bölgede söz sahibi olan kişi Raha Süleyman’mış. Pos Santiago ise Raha Süleyman ve çevresindeki müslümanların bulunduğu bölgeymiş.
Buradan sonra Rizal Park’ına doğru gidiyoruz. Yolda dikkatimi “jeepney” denilen toplu taşıma araçları çekiyor. O kadar şirin ve renkliler ki. “Jeepney”ler bir çeşit dolmuş. Bunlar aslında eski Amerikan jeepleri. Ama günümüzde şekilleri çok değiştirilmiş.
1946’da Amerikalılar ülkeyi terk ederken kullandıkları askeri jeepleri, Amerika’ya götürme maliyeti çok yüksek olduğundan burada bırakmışlar. Filipinliler de bu jeeplerin arka kısımlarını uzatmışlar ve bu araçları rengarenk boyayarak dolmuşa çevirmişler.
Kentteki en ucuz toplu taşıma araçlarından olan “jeepney”ler sadece Filipinlere has olan karakteristik dolmuşlar. Bunlarda sıra sıra değil karşılıklı oturuluyor.
Tabii özellikle son dönemde, eski Amerikan araçlarından kalmadığı için kendileri yeni üretmeye başlamışlar. Ancak bunlar da motor olarak çıkma motor kullanılıyormuş ve bu motorları da Kore ve Japonya’dan temin ediyorlarmış. Bir jeepney’in maliyeti yaklaşık 8.000 dolar.
Genelde sabah 06:00’da göreve başlayan jeepneyler akşam saat 20:00’ye kadar çalışıyorlar. Ancak trafik yoğun olduğundan ancak günde 10 sefer yapabiliyorlarmış. Bir günlük kazançları ise 20-25$ civarında.
Jeepney’lerin süslemeleri de bir hayli orjinal. Koyu Katolik olmalarının da büyük etkisi var bu süslemeler üzerinde. Hrıstiyanlık dinine özgü motifler işlenmiş ve resmedilmiş bir çoğunun üzerine.
Şehir içi taşımacılıkta kullanılan bir diğer araç ise yanına oturma kabini bağlanmış olan ve insan gücü ile giden bisikletler. Ücreti çok çok uygun, ama kısa mesafede çalışıyorlar.
Biz aracımıza binerek Rizal Parkına geldik. Burası oldukça geniş bir park alanı. İçinde ise Jose Rizal’ın anıtı var. Jose Rizal, Filipinler’de bağımsızlık savaşını başlattığı için İspanyollar tarafından hapse atılmış, yazdığı şiirler yasaklanmış. Ancak İspanyollar Jose Rizal ile baş edemeyince onu öldürmüşler. Yazdığı şiirler ise hala herkesin dilinde. Yazdığı romanlar okullarda ders kitabı olarak halen okutuluyormuş.
Burada yerde bir sürü metalden yapılma ayak izleri görüyoruz. Bu ayak izleri Jose Rizal’in hapsedildiği yerden öldürüldüğü yere kadar işaretlenmiş. Bu alanda Jose Rizal’in fotoğrafları, ve şiirleri sergileniyor. Hapsedildiği oda ve hücre de gezilebiliyor.
30 Aralık 1896 senesinde Jose Rizal’in ölümü, Filipin halkının doğumu olarak anılıyor. Anıt tam da kurşuna dizildiği yer de yapılmış.
Kaçırılmaması gereken bir diğer nokta ise Corregidor Adası. Burası 2.Dünya Savaşı esnasında Amerikalılar ile Filipinli askerlerin Japon hücumuna karşı canla başla savundukları tarihi bir adadır. Adadaki savaş müzesi de görülmeye değerdir.
Manilla'da konaklamak için ulaşımı kolay MaxStays ve Luxury Condo at Forbeswood Parklane gibi otelleri tercih edebilirsiniz.