Geleneklerden Kopmayan İnsanlar ve Köyler: Maramureş

Romanya’da yaşamaya başladığımız ilk andan itibaren duyduğum bu bölge inanılmaz merakımı cezbetmişti. Gördüğüm resimler harika, duyduklarım sanki başka bir yüzyıla ait gibi gelmişti. Bölgenin güzelliği ayrıca söylense de esas özelliği bu bölgede yaşayan insanların hala geleneksel kıyafetleri ile kültürlerini olduğu gibi doğal hayatlarında yaşamalarıydı. Hazır Romanya’da yaşarken gitmesek olmazdı.

Romanya’nın kuzey ve kuzey batısını kapsayan Maramureş bölgesi aslında birçok küçük köy ve kasabadan oluşuyor. Maramureş’in köyleri tahta kilise ve tahta devasa kapılarıyla çok ünlü. Tahta oymalarıyla yapılan kapılar, evlerin girişlerini süslerken onlara farklı anlamlarda katabiliyor. Genelde üç kolon ile desteklenen kapıların üzerinde bulunan güneş ve düğümlenmiş ip şekilleri hayatı ve devamını sembolize ediyor.

Tahta kiliseler ise aslında sosyal hayatın sembolü, yüzyıllardır hayat kasabaların kiliselerinde akıyor. Pazar seremonileri yerel halk için çok önemli, hepsi en güzel giysilerini giyip mutlaka kasabanın kilisesine gidiyorlar.

Maramureş’teki ilk durağımız Sighetu Marmatiei’deki tahta kilise, kiliseye girerken antik arabalarıyla dünyayı dolaşan çiftle konuşuyoruz. Çok şekerler inanılmaz bir yolculuğa çıkmışlar onlar kilisenin otoparkından ayrılıp kiliseye yürümeye başladığımızda hala bu kadar güzellikte kalabilmesi beni etkiliyor. Bizdeki tahta konakları düşünecek olursanız, bugün hiçbirine sahip çıkamamamız onların birer birer yok olmasına sebep oldu. Çanın olduğu yere tırmanmak için dar merdivenlerden yukarı çıkmamız gerekiyor ama yukarı çıkınca oradaki görüntü de harika.

Maramureş insanları ölümü, son değil bir başlangıç olarak düşündükleri için bu düşünce mezarlıklarına da yansımış. Sapanta’daki Merry Cemetry bunun en canlı örneği. Rengârenk yapılmış mezar taşları ve mezar taşlarının üzerindeki komik hikâyeler. Özellikle bir tanesi bizi çok güldürüyor; erken vefat eden kayınvalidesine damadının hazırlattığı mezar taşı espri dolu. Damat kısaca ona çektiren kayınvalidenin gidişinden memnun ama bir yandan da günaha girmemek adına bunu çok güzel dillendirmiş. Gerçi şimdiye kadar gördüğüm resimlerden nedense mezarlığı aklımda çok daha büyük bir alana yayıldığını düşünüp biraz hayal kırıklığı yaşasam da rengârenk mezar taşlarıyla aslında bir mezarlığında güzel bir yer olabileceğini görmek değişik geliyor.

Gece kalacağımız Deseşti çok güzel bir kasaba. Kaldığımız pansiyonun önünden bir dere akıyor ve tam karşısındaki dağlarda kışın hayvanların yemesi için hazırlanan saman kümeleri ile dolu. Biz yürüyüşe çıkarken, pansiyonun köpeklerinden bir tanesi de bize katılıyor hatta bize yol gösteriyor.

Bu saman kümelerinin 5 tanesi bir ineğe, 3 tanesi ise bir koyuna tüm yıl boyunca yetiyormuş. Ama düşünebilir misiniz diyelim ki 10 inek 20 tane koyununuz var, o zaman yaz boyunca 110 tane bu saman kümelerinden yapmanız lazım ki hayvanlarınız aç kalmasın. Şimdi neden tüm bölgenin bu saman kümeleriyle dolduğunu anlayabiliyorum, gerçi görüntüleri zaten inanılmaz güzellikte.

Gece sebze çorbalarımızı içip kendimizi bir sonraki durağımız olan Botiza için hazırlıyoruz. Botiza’da bir ailenin yanında iki gece kalıp hem çevreyi biraz gezip, hem de Motiza buhar treni ile günübirlik bir gezi yapacağız.

Trenler 1800’lü yıllardan kalma. Raylar hala duruyor, çünkü buradan hala kesilen ağaçlar ile çevre halkının odun ihtiyacı karşılanıyor. Dört adet tren Viseu de Sus’dan sabah 9.00’dan itibaren kalkıyor ve 15.00-15.30 gibi geri dönüyor. Arada birkaç durakta durup içecek ve Romenlere özgü covrig (simit) ya da donut benzeri yiyecekler satılıyor. Öğlen saatinde durulan yerde de piknik masalarında bir öğlen yemeği yenilip folklor yapan gençleri izlemek mümkün. Her ne kadar program olarak biraz zayıf da olsa çocuklar da yanınızda ve zamanınız var ise yapılması gereken bir aktivite olabilir.

Botiza’da kaldığımız ev de, ev sahiplerimiz de harika. Evin erkeği mobilya yapıyor, karısı ise mükemmel yemekler, evlerinin müsait olan odalarını kiralıyorlar. Oradan resmen kilo alıp dönüyoruz. Bu arada evin hanımının annesi ile benim kırık dökük Romence’m ile anlaştığımız halde, müthiş bir iletişim kuruyoruz. Romenler bence birçok bakımdan bize benziyorlar, ilişkiler hep sıcak bu yüzden burada kendimizi evimizde gibi hissediyoruz. Hatta kızımın söylediği bir şey bence çok anlamlı, kaldığınız oda da rahat mısınız sorusuna “sanki anneanne ya da babaannemin evindeki gibi” diyor.

Pazar sabahı, kilise seremonisine giden tüm kasaba önümden geçiyor ve hepsi bana poz veriyor, hepsi mutlu, sevecen insanlar. Evin anneannesi ile aşk yaşıyoruz, seremoniye giderken seremoni sonrası beklemeden gitmeyin diyor. Onu beklerken evin hanımı bizimde yerel kıyafetler giyip giymek istediğimizi sorunca ben mest olup evet diyorum tabii ki… Ben ve kızım giyindikten sonra “ee eşime yok mu” diyorum kırık dökük Romence’m ile… Kırmayıp ona da getiriyorlar böylece bu seyahatimiz en hoş anısı da oluşuyor.

Keşke biraz vaktim olsa da kalabilsem diyorum ama bir sonraki durağımız Sighisoara ve artık ayrılmamız gerekiyor.

Yazı ve Fotoğraflar: Banu DemirInstagram: Banuyollarda

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.