İsviçre denince akla gelenler yemyeşil dağları, çikolatası, saatleri, bilim adamları, bankaları, Davos Zirvesi ve bir dönemin efsane çizgi filmi Alplerin kızı Heidi ki bu liste uzar gider…
Çevresindeki tüm ülkeler Avrupa Birliğinde olsa da kendisi değil, 2001 yılında yapılan bir referandumla halk Avrupa Birliği’ne katılmayı tercih etmemiş. İzole bir ülke imajını yıkmak için, 2005 yılında yaptığı diğer bir referendumla Schengen Anlaşmasını kabul etmişler ve 2008 yılından beri Schengen sahasına dahiller.
İsviçre’nin en önemli özelliklerinden biri tarafsızlık politikası; bu konudaki dik duruşu, içinde Birleşmiş Milletler’in de bulunduğu birçok uluslararası organizasyona ev sahipliği yapmasına imkan sağlamış. Yüzde 74 oranında Almanca, yüzde 20 Fransızca, yüzde 4 İtalyanca ve yüzde 1 Romansça olmak üzere dört resmi dili olan İsviçre, ortak dil ve kültür barındırmasa da; İsviçre dünyanın en huzurlu ülkelerinden biri olarak gösteriliyor.
İsviçre’nin başkenti olan Bern’de, Fransız kantonunda bulunmasına rağmen, Almanca ve Fransızca resmi dil olarak kullanılıyor. Bern halkının çoğunluğu Almanca konuşuyor, hatta dillerini İsviçre Almancası olarak adlandırıyorlar.
Tren garında bulunan turizm ofisinden alacağınız haritayla, yarımadadaki şehri kolayca yürüyerek gezebilirsiniz. Unesco’nun Dünya Mirasları’ndan biri olan bu zarif ve mütevazı şehir merkezini keşfetmeye en ünlü caddesi olan Spital’den başlamak gerek. Yol boyunca farklı heykellerle ve renkli çiçeklerle bezeli çeşmeler size eşlik edecek. Hepsinde ayrı bir hikâye, ayrı bir simge…
Sizi karşılayan ilk büyük ve tarihi yapı XIII. yüzyıldan beri ayakta olan Kafigturm olacak yani Hapishane Kulesi. Adından da anlaşılacağı gibi bir dönem hapishane olarak kullanılmış, ama artık günümüzde politik forumlar için kullanılıyor. Kulenin önünde bulunan kafe ve restoranlarla bezenmiş küçük meydan ise gün içinde birçok insanın buluşma noktası olan Baren Meydanı.
Kulenin altından geçerek devam ediyoruz ortaçağ turumuza. Caddede bulunan şık butiklere, tarihi evlerin pencerelerinden taşan çiçeklere ve binaların üstünde bulunan renkli heykellere bakarak Unesco Dünya Mirası Listesi’nde bulunan Astronomik Saat Kulesi’ne varıyoruz. 13. yüzyılın başlarında inşa edildiğinde şehrin ilk batı kapısı olarak görev yapmış. Bir dönem kadın hapishanesi olarak kullanıldıktan sonra, 1530 yılında süslü figürleriyle saat olarak işlevine başlamış.
Dünyanın en ünlü bilim adamlarından biri olan Einstein bir zamanlar, yolunuzun üstünde olan Kramgasse Caddesi üzerinde bulunan bir evde yaşamış. 1903-1905 yılları arasında kaldığı ev, müzeye dönüştürülmüş. Einstein’ın o yıllarda nasıl bir evde yaşadığını ve nelerle uğraştığını merak edenler için bu müze güzel bir seçim olabilir.
Bulmacalarda sorulan İsviçre’deki bir nehir ismi olan Aare üzerindeki köprüden geçtikten sonra, sağ tarafta Baren Park bulunuyor. Finn, Björk ve kızları Ursina’dan oluşan üç sevimli ayı karşılayacak sizi. Şehrin ismi ayı kelimesinden geliyormuş; efsaneye göre 12. yüzyılda şehir kurulurken, ismini ne koysak diye dünmüşler ve şehrin kurucusu olan Dük Berchtold V’in avladığı ilk hayvan şehrin ismi olsun diye karar kılmışlar, evet o da bir ayı olmuş. Şehrin ismi ve flamasındaki ayı da buradan geliyor işte… Bu efsaneyi duyunca, şehrin göbeğinde ayıların olması pek de anlamsız gelmiyor insana.
Köprünün diğer tarafından, yani sol tarafında bulunan Gül Bahçesi anlamına gelen Rosengarten’a doğru tırmandığınızda, muhteşem bir Bern manzarası bekliyor olacak sizi. Yukarı vardığınızda, hemen duvara oturup hipnoz olmuşçasına şehri izlemeye dalacaksınız. İçinden geçtiğiniz şehrin ne kadar büyüleyici olduğunu buradan çok daha iyi anlayacaksınız. Parkta iki yüzden fazla cins gülle tanışıp, mis kokuları eşliğinde gezebilirsiniz. Birçok insan piknik yapmak ve çocuklarıyla oyunlar oynamak için burayı tercih ediyor. Parkta daha fazla zaman geçirmek isteyenler için güzel bir restoran da bulunuyor, çocuklar için de kocaman oyun alanları mevcut. Rosengarten’da ister çimenlere yayılın, ister kafesinde bir şeyler için, ister havuz kenarında kitap okuyun; bu huzurlu yerin keyfini doyasıya yaşayın.
Dönüşe geçtiğinizde, köprüden sonra, sola Junkern Sokağı’ndan devam ederek, 100 metre yüksekliği ile İsviçre’nin en uzun kulesine sahip, Bern Münster yani Bern Katedrali’ni ve onun muhteşem dağ manzaralı bahçesini ziyaret edebilirsiniz. Yapımına 15. yüzyılda başlanan katedral, birçok dönem ve mimar görerek 19.yüzyılın sonuna doğru tamamlanabilmiş ancak.
Ara sokaklardan yine çeşmeler eşliğinde şehirdeki diğer güzel binalardan biri olan Parlamento Binası’na varabilirsiniz. Parlamento, haftanın çeşitli günlerinde çiçek ve meyve pazarı kurulan Bundes Meydanı’nda yer almakta. Şehrin kalbi denilen bu meydan, birçok etkinlik için de tercih ediliyor. Ayrıca burada bulunan, her biri kantonları temsil eden 26 adet fıskiye sıcak havalarda çocuklar için güzel bir eğlenceye dönüşüyor.
Bern İsviçre’ye yolu düşenleri, zarafeti ve mütevazılığını sergilemek ve güzel manzarasıyla sizi mest etmek için bekliyor.