İsviçre’nin başkenti olan Bern, aynı zamanda Bern Kantonunun da merkezidir. Fransa sınırına yakın olsa da konuşulan dil Almanca, ve Alman etkisi mimari yapıda da net olarak gözlemlenebiliyor. Güneyinde yer alan Alpler nedeni ile aslında kantonun iki bölümden oluştuğu söylenebilir. İlki başkenti ve başkentin kuzeyini içine alan kısım, ikincisi ise Alplerdeki kayak merkezlerini ve Interlaken bölgesini içine alan kısım. İsviçre Parlamentosu’na ev sahipliği yapan kent, 1291 senesine dayanan demokrasisiyle dünyanın en eski özgür rejimine sahip olması ile ünlenmiştir. AB’ne girmemeyi tercih etmiş olan İsviçre halen kendi para birimi olan İsviçre Frangını kullanıyor.
1848 senesinden beri İsviçre Konfederasyonunun başkenti olan Bern, ilk olarak 1191’de Dük Berchtold V. Berchtold tarafından kurulmuştur. Avrupa’nın en iyi korunmuş Ortaçağ şehirlerinden biri olan kent Unesco tarafından dünyanın en değerli hazinelerinden biri olarak nitelendiriliyor. Sembolü ise ayı.
Bern’de her yerde, flamalar üzerinde, heykellerde, hediyelik eşya dükkanlarında biblo olarak karşınıza çıkacaktır. Ayı Zahringen Hanedanı'nı temsil ediyor. Efsaneye göre Dük kenti kurmaya karar verdiğinde halkına ilk avladığı hayvanın adını kente vereceğini açıklar ve ilk olarak da bir ayı avlar. O günden sonra kente ayı anlamına gelen Bern adı verilir. Doğal olarak Ayı Hendeği olarak da bilinen BarenPark da kentin en fazla ziyaret edilen yerlerinden. Burada gerçek ayıları görebilirsiniz.
Şehri Keşfetmek İçin En İdeal Başlangıç Noktaları
Eğer kenti keşfetmeye ilk olarak BarenPark’tan başlarsanız, hazır daha tarihi kente girmemişken Rose Garden (Gül Bahçesi)ne gidebilirsiniz.
Bir tepenin üzerinde kurulmuş olan Rose Garden, aynı zamanda panoramik olarak tarihi kenti en güzel fotoğraflayabileceğiniz yer.
Biz gittiğimizde kış mevsimi olduğundan bahçe karlar altındaydı, bahar ya da yaz mevsiminde çok daha etkileyici bir görüntü sunduğuna eminim. Etraf kar altında olmasına rağmen çevrede sandalyelerini atmış, bir şeyler içerek manzarayı izleyen çok sayıda İsviçreli vardı.
Tepede yer alan cafede oturup manzaranın tadına varabilirsiniz.
Ancak Bern’i keşfetmeye başlamak için en ideal nokta tren istasyonundan başlamaktır. Biz Basel’den Bern’e yaklaşık 1 saat süren tren yolculuğu ile ulaştık. Bern’in tarihi merkezi Aare nehrinin sarmaladığı bir yarım ada üzerinde kurulu. İlk olarak hostele gitmek üzere yürümeye başlıyoruz. Hostel, Parlamento Binasının hemen altında ve nehir kenarında yer alıyor. Buraya inmek için Drahtseilbahn finiküler’ini kullanmak mümkün.
Aşağı kent ile yukarı kenti birbirine bağlayan fünikülerin kişi başı ücreti yaklaşık 2,5 İsviçre Frangı.
Parlamento binasının gece görüntüsü ise oldukça etkileyici.
İlk gece şöyle bir dışarı çıkalım dedik, ancak geç saatler olması ve havanın da dondurucu soğukluğu nedeniyle fazla dolaşmadan hostele geri döndük. Gezimize bir sonraki sabah erkenden başlamaya karar verdik.
Şehrin Simge Yapıları
Sabah yine füniküler ile yukarı şehre çıktık.
Aşağıdan Parlamento binasının görüntüsü oldukça hoş. Federal hükümetin görev yaptığı bu yapının bazı bölümleri halkın ziyaretine açık. Bina çok iyi korunuyor ve binanın çevresinde manyetik dalga kırıcı cihazlar dolaşıyordu.
Bern’i gezmeye Tren istasyonunun altından başlıyoruz. Burada pek çok alışveriş mekanı var. Ayrıca eskiden kenti çevreleyen surların bir bölümü de cam bölmeler içine alınmış ve ışıklandırılmış. Tarihi dokuyu hiç bozmadan restoranları, dükkanları inşa etmişler. Hatta bir restoranının içine kadar eski surlar uzanıyordu.
Yine burada Aziz Christopher Kulesi'nin (Christoffelturm) kalıntılarını görebiliyorsunuz. Tüm bu tarihi yapılar korunma altına alınmış. Aziz Christopher’ın heykeli yanında da İngilizce açıklamaları görmek mümkün.
Buradan sonra asansöre binip yukarıya çıkarsanız, direkt olarak Bern’in en önemli alışveriş caddesi olan Spitalgasse’ye bağlanabilirsiniz. Yaklaşık 6 km boyunca devam eden caddede sağlı sollu tarihi binalar yer alıyor. Binaların hemen önü ise kemerli bir yapı ile birbirine bağlanmış. Ortada araç trafiği var ama kaldırımların üzeri kemerli yapı ile örtülmüş. Bu kemer altında sokak sanatçılarını izleyebilir ya da müzisyenleri dinleyebilirsiniz.
Renkli Çeşmeler Kenti
Cadde boyunca çok sayıda çeşme görebilirsiniz. Bu çeşmelerin pek çoğu 16.yy’a tarihleniyor. Çeşmelerin sütunları genellikle canlı renklerle boyanmış. Caddede ilk karşılaşacağınız çeşme Gaydacı Çeşmesi (Pfeiferbrunnen). Bu çeşme Bern’deki pek çok anıta imza atmış olan Heykeltraş Hans Gieng’e ait. Buna benzer 26 tane etkileyici çeşme var kentte.
Spitalgasse’nin sonunda 17.yy’a tarihlenen ve eskiden gözetleme kulesi ve ardından hapishane olarak kullanılan Kafigturm’u görebilirsiniz.
Kuleden sola döndüğünüzde yürümeye devam ederken kurulan antika pazarında hoş vakit geçirebilirsiniz. Ancak fiyatların çok yüksek olduğunu söylemeliyim.
Bu yolun sonunda 18.yy’a tarihlenen Kimsesizler yurdu (Waisenhaus) karşınıza çıkacak. Bu yapının önünde de bir çeşme var ama halen tartışma konusu çünkü Oppenheim tasarımı olan modern çeşme diğer çeşmeler ile tezat oluşturuyor.
Bu caddeden geri dönüp bu kez de kulenin sağ tarafındaki meydana yürürseniz cafeleri ve meydan ortasındaki dev satranç platformları ile ünlü Barenplatz’a ulaşıyorsunuz. İsviçreliler satranç oynamayı gerçekten seviyorlar. Bu platformlarda satranç oynayan ve oynayanları izleyen pek çok kişiye rastlamak mümkün.
Bu meydandan devam ettiğinizde meşhur parlamento binasının bulunduğu Bundesplatz’a ulaşıyorsunuz. Bu meydanda belli saatlerde meyve-sebze, çiçek ve yerel ürünlerin satıldığı bir açık Pazar kuruluyor.
Buradan biraz peynir alışverişi yapıyoruz ve tekrar kulenin bulunduğu meydana gidiyoruz.
Kuleyi geçerek Marktgasse Caddesi'ne geçiyoruz. Marktgasse aslında Spitalgasse’nin devamı niteliğinde. Burada her meydandan sonra ana caddenin ismi değişiyor.
Marktgasse üzerinde iki tane göz alıcı çeşme bulunuyor. Bu çeşmelerden birincisi salgın hastalığa yakalananlara evini açan ve Island Hospital’in kurucusu Anna Seiler’e adanmış. Bu çeşmede şarabı su ile seyrelten bir kadın betimlenmiş. Diğer çeşme ise ortasında bayraktar heykeli olan Schützenbrunnen.
Marktgasse’nin sonunda, Kramgasse’nin başlangıcında ise 16. yy’a tarihlenen bir saat kulesi var. İsviçre saat işçiliğinin en güzel örneği olarak gösteriliyor. Zeitglockebtrum adı ile bilinen saat kulesinde her saat başı bir seremoni yapılıyor.
Her saat başı saatin üzerindeki soytarı figürü başının üzerindeki çanları çalıyor. Ardından ayılar geçidi başlıyor. Bir horoz çıkıp kanatlarını çırpıyor. En sonunda zaman baba kum saatini döndürüyor. Ancak bana sorarsanız pek bir özelliği yok. Her şey çok kısa bir zaman içerisinde gerçekleşiyor. Yani saat başı gelip burada beklemeye gerek yok.
Saat kulesinden sola dönerseniz Kornhausplatz’a doğru ilerliyorsunuz. Bu meydan günümüzde sergi ve benzeri etkinliklere ev sahipliği yapan Kornhaus binası ile ünlü. Bu bina zamanında tahıl deposu olarak kullanılıyormuş.
Bu caddede bulunan Kornhaus cafe tarih ile modernizmi bir arada sunan çok lüks bir mekan. İçeride bir şeyler yemeseniz de gidip görmek gerekli.
Yine Kornhausplatz’da yer alan ve çocukları korkutmak için yapılmış olan Kindlifresserbrunnen çeşmesi etkileyici.
Tekrar saat kulesine dönüp Kramgasse üzerinden gezinize devam edebilirsiniz. Caddenin girişinde zırh kuşanmış bir ayının betimlendiği Zahring çeşmesi yer alıyor. Bu çeşme kentin kurucularına adanmış.
Yine bu cadde üzerinde 49 numaralı ev Albert Einstein ve ailesine aitmiş. Günümüzde buranın alt katı cafe, üst katları ise müze olarak hizmet veriyor.
Einstein "görelilik kuramı"nı 1902 – 1909 arasında bu evde geliştirmiş. Görelilik kuramını ortaya attığı 1905 senesi "Mucize yılı" olarak biliniyor. Hatta bir görüşe göre Einstein, görelilik kuramının temelini oluşturan ışık ve zaman ilişkisini kurarken sık sık Saat kulesini düşünüyormuş.
Bu cadde üzerinde yer alan binaların bodrum katına inen kapıları neredeyse yere paralel.
Tabii günümüzde bu bodrum katları daha çok sanat galerileri tarafından kullanılıyor.
Cadde boyunca yürürken Samson çeşmesi ve Moses çeşmesini görebilirsiniz. Caddenin sonunda sola dönerseniz Rathaus Belediye Binasına ulaşabilirsiniz.
Belediye Meydanında yer alan Bayraktar çeşmesi de oldukça renkli. Bu çeşmede tipik üniforma içinde Bernli bir bayraktar betimlenmiş.
Yine ana caddeye çıkıp Kramgasse devamında Gerechtigkeitsgasseye girebilirsiniz. Bu caddenin hemen başında ise Adalet çeşmesi (Gerechtigkeitsbrunnen) yer alıyor.
Bu caddenin sonunda ise yol ikiye ayrılıyor. Eğer dümdüz devam ederseniz, kentin ilk kurulduğu Nydeggstallen bölgesine ulaşırsınız.
Buradaki yapılar ve Nydegg Kilisesi görülmeye değer. Caddenin en sonunda ise 1461 – 1489 senelerinde yapılmış olan Bern’in en eski köprüsü Undertorbrücke yer alıyor.
Köprünün girişinde ise zamanında Fransızca konuşamadığı için Fransız kralı tarafından kınanan ve Fransız Kralı'na “Siz de Almanca konuşamıyorsunuz” cevabını veren haberci anısına yapılmış olan Messenger Çeşmesi (Lauferbrunnen) yer alıyor.
Köprüyü geçerken mutlaka fotoğraf çekmelisiniz.
Köprünün sonundan eğer sola doğru yokuş tırmanmaya başlarsanız bilin ki direkt olarak gül bahçelerine giden yola girersiniz. Sağa doğru dönerseniz bir diğer köprü olan Nydeggbrücke’ye ulaşırsınız. Köprüden tekrar yarımadaya dönmez devam ederseniz yine ayı Hendeğine ulaşırsınız. Bu bölgenin en kalabalık olduğu dönem anne ve yavru ayıların dışarıya çıkartıldığı Paskalya sabahıdır. Biz Ayı Hendeği'ni daha önce de gördüğümüz için köprü üzerinden yarımadayı fotoğraflayarak, Junkernstrasse’ye doğru yürüyoruz.
Bern'in En Eskilerinden: Junkernstrasse
Junkernstrasse Bern’deki en eski yerleşimlerden biri. Tarihi binalar arasından yürüyerek kentin en büyük katedralinin bulunduğu Münsterplatz’a ulaşıyoruz. Zaten bu meydana da adını meşhur Münster Katedrali veriyor. Katedral İsviçre’nin en görkemli katedrali olarak kabul ediliyor. Yapımı iki yüzyıldan fazla sürmüş. Kulelerinin uzunluğu 100 metre civarında.
Ana girişinin üzerindeki alınlıkta ise Erhart Küng’ün her sosyal sınıftan toplam 234 lanetli ve kutsanmış ruhu temsil eden "Son Yargı" eseri yer alıyor. Bu eserin tamamlanması 5 sene sürmüş. 1490-1495 seneleri arasında yapılmış.
Katedraldeki vitraylar ve koro koltukları oldukça etkileyici.
Aynı zamanda katedralin kulesinin ikinci katına çıkılabiliyor. Buradan kent manzarası çok hoş.
Katedralin önünde de genişçe bir teras var. Bu terasın köşesinden asansör ile aşağı kentteki Matte bölgesine inmek mümkün.
Biz de buradan kişi başı 1.2 İsviçre Frangı ödeyerek Matte bölgesine indik. Burada nehir kenarına paralel uzanan tarihi binalar ve altlarında yer alan butiklerin, cafelerin üzerleri de kemerli yapılar ile kapatılmış.
Bu bölge kentin bohem kesiminin tercih ettiği bölge olarak da adlandırılıyor. Çok sayıda sanat galerisi var. 3 katlı dik çatılı bitişik nizam evler harika bir görüntü sunuyor.
Sahil boyunca yürüdükten sonra tekrar asansör ile Münster Katedrali'nin bulunduğu bölgeye çıkıyoruz.
Katedralin önünden Münstergasse caddesinden ilerleyerek, Bern’in en ünlü casinosunun yer aldığı Casinoplatz’a ulaşıyoruz. Bu meydanda büyük bir ayı heykeli yer alıyor.
Bu meydanı Parlamentoya bağlayan yolda ise çok sayıda satranç platformları yer alıyor.
Burada satranç oynayanları izledikten sonra Parlamento Meydanı'ndan son kez geçerek Lozan’a gitmek üzere tren istasyonuna doğru ilerleyerek Bern’e veda ediyoruz.
Bern’de uzun süre kalanlar için ise küçük bir tavsiye Jungfraujoch. Burası İsviçre’nin en pahalı tren turuyla çıkabileceğiniz nokta. Bu tren Avrupa’nın en yüksek noktasına çıkan tren olmasıyla ünlü. Çıkacağınız yükseklik 3.454 metre. Tren yolculuğu sırasında inanılmaz manzaralarla karşılaşabilirsiniz. Jungfraujoch aslında bir buzul. Ve tepede bir de buzul manzarasını izleyebileceğiniz buz sarayı var. Buradaki buzullar küresel iklim değişiklikleri ile her sene yarım metre aşağıya kayıyor.