Dünyada İstanbul’a benzetilen iki önemli şehir var; biri San Francisco, diğeri ise Lizbon. Lizbon denince ilk aklıma gelecek olan ne olur diye düşündüğümde herhalde “sessizlik” olur. Trafikte korna ve uğultunun yokluğu, kafe ve mağazalardan dışarıya uzanan kirliliğinin olmaması size ve şehre kendi halinde bir dinginlik veriyor. İçinden deniz geçen tek şehir İstanbul sanırdım, ama öyle değilmiş. 4,5 saatlik uçuştan sonra Lizbon’dayım.
Baca ve Rossio bölgesi şehrin tarihi ve turistik merkezi. O nedenle kalacağınız yeri seçerken bu bölgelerde olmasına dikkat edin.
“Kâşiflerin Bohem Şehri” olarak anılan Lizbon’da ilk keşif Belem Kulesi ile başlıyor. 16. yüzyılda denizcilerin şehre girişini kutlamak amacı ile yapılmış olan kule daha sonra çok fazla kimlik değiştirmiş. Gözetleme kulesi olmuş, hapishane olmuş, şimdi ise müze olarak ziyarete açık. Bir satranç taşını andıran bu kulenin görüntüsü Lizbon’a ayrı bir şiirsellik katıyor.
Lizbon şehrinin ismine ait birçok rivayet var. Bunlardan biri Lizbon kentinin ismini Hz. İbrahim’in akrabasından aldığı söyleniyor. Bazılarına göre ise şehir “Beyaz Şehir” olarak biliniyor.
Yine Belem bölgesinde yer alan Kâşifler Anıtı Portekizli ünlü denizci ve bilim adamlarının 15. ve 16. yüzyıllarda yaptıkları keşiflerin anısına yaptırılmış. Prens Herry, Vasco de Gama, Ferdinand Magellan, Pedro Álvares Cabral, Bartolomeu Dias gibi 30 meşhur kâşif ve bilim adamının tasvirinin yer aldığı anıt, sahilden açılan büyük bir gemi şeklinde ve 52 metre yüksekliğinde. Portekizli sanatçılar Cottinelli Telmö ve Leopoldo de Almeida tarafından 1940 yılında Portekiz Dünya Fuarı için tasarlanmış. Anıtın tepesine çıkılabiliyor. Hatta anıtın tepesinden Boğaz Köprüsü misali 25 Nisan Köprüsü’nü izleyebilirsiniz. Bu köprünün mimarları San Francisco’daki Golden Gate köprüsünün mimarları ile aynı kişiler. Anıtın tepesinden kara tarafına baktığınızda yerdeki dünya haritasını ve Portekizli denizcilerin keşif tarihlerini görebiliyorsunuz.
Belem tarafında iken mutlaka meşhur Belem Pastanesi’ne uğrayın. İlla şunu yiyin demeyeceğim, çünkü her biri birbirinden enfes tatlar var. Bu arada bu bilgiyi Yapı Kredi Platinum Bankacılık müşterisi olduğum için 444 0 446’yı aradım.. Arayınca restoran tavsiyelerine kadar veriyorlar, hem de ücretsiz. Ben de bir tatlı manyağı olarak Lizbon’da nerede güzel pastane vardır diye sordum : ) Tek tek deneyip de şeker komasına girmemek için : ) Söyledikleri yer Belem Pastanesi’ydi. Gitgide daha çok seviyorum bu Yapı Kredi Platinum Bankacılık Ayrıcalıklar Dünyası’nı : ) sanki kendime ait bir destek ekibim var, ben geziyorum onlar merkezden destek veriyor.
Karnınız da doyduğuna göre sırada Jeronimos Manastırı var. İnşası sırasında her yıl 70 kg altına mal olmuş, yapımı baharat ticaretiyle finanse edilmiş. Eskiden manastır nehir kıyısında yer alıyormuş fakat daha sonra sular kesilmiş ve boş araziler oluşmuş. Şu anda o arazileri muhteşem bir havuz ve gür bitkiler süslüyor.
Lizbon için en az 3 gün ayırmak gerek. Lizbon tıpkı İstanbul ve Roma gibi 7 tepe üzerine kurulmuş bir kent. Her tepe bir bölgeye ait. Lizbon’da birden çok meydan göreceksiniz. Hepsinde birbirinden güzel çeşmeler heykeller ve anıtlar bulunuyor. Rosyo Meydanı tarihte birçok idam sahnesine şahit olmuş bir yer. Daha sonrasında boğa güreşleri yapılırmış.
Lizbon’un göze çarpan unsurlarından biri de desenli kaldırımları. Siyah ve beyaz olan kaldırımların da bir hikâyesi var. Beyazlar, Haçlı ordularını temsil ediyormuş; siyahlar ise Lizbon kentinin koruyucu azizinin mezarında bekçilik yapan kargaları temsil ediyormuş.
Kentin tepelerden oluştuğu için farklı mahalleler arasında ya asansör kullanıyorsunuz ya da tramvay kullanıyorsunuz.
28 numaralı sarı tramvay ise size nostaljik bir seyahat sunacak. Ne yapın edin tramvay ile gezintiye zaman ayırın.
Portekiz, Fado müziği ile ünlü. Alfama bölgesi ise Lizbon’un tarihi semtlerinden biri. Aynı zamanda Fado müziği yapan mekânları ile ünlü. Burada bir Fado dinletisine katılmadan Lizbon’dan ayrılmayın.