İzlanda: Ateşle Buzun Dansı - Blue Lagoon

İnstagram’da dolaşırken bir fotoğraf gözüme inanılmaz görünmüştü. Turkuaz mavi bir gölet, üzerinden buharlar çıkıyor; çevresi karlarla kaplı ve insanlar bu gölette ellerinde içecekle keyif yapıyorlar...

Fotoğrafın çekildiği yerin Blue Lagoon olduğunu her şeyi bilen Google’a “hot water”, “swimming”, “snow”  kelimelerini sorarak öğrendim. İlk çıkan fotoğraflarda Japonya'da maymunların sıcak sudaki keyfi olsa da sonradan insanların bu eşsiz keyfi aldıkları yerin de görüntüleri çıktı ortaya. İşte o anda İzlanda ilgi alanıma giriverdi.

Gidilmesi gereken zaman yaz diye söylense de karlarda bu suya girme isteği içime düşmüştü bir kere. 2015 yılbaşının perşembeye gelmesi bize bu fırsatı verdi (Sanki perşembe olmasa gitmezdik ya!). İzlanda Türkiye’de gerçek gezginler haricinde çok kimse tarafından bilinmiyor. Ailede kime söylesek “Dünyada gidecek yer mi kalmadı?” sorusunu duyduk. Biz döndükten sonra Facebook’a eklediğim fotoğraflar sayesinde arkadaşlarımızdan pek çoğunun gidilecek yerler listesine İzlanda’yı eklemesi, gerçekten dostlarımın yaşamına dokunduğum duygusu verdi bana.

 

İzlanda, Kuzey Amerika ve Avrasya kıta plakalarının birleşimindeki tek kara parçası ve bu yüzden pek çok aktif volkan bu adayı her an sarsmaya hazır bekliyor. Ülkeyi benzersiz kılan başka bir özellik de Gulfstream akıntısı. Arktik bölgede olan ve dondurucu soğukların olması beklenen bu adaya daha ılıman bir iklim vererek yaşanabilir kılıyor.

İzlanda’ya Türkiye’den direkt uçuş olmaması bu masal ülkesine gidişi gerçekten zorlaştırıyor ama yolda harcanan saatlere değiyor. Ülkeye yalnızca Scandinavian Airlines (SAS) ve Icelandair uçuş yapıyor.

İzlanda'nın Kısa Tarihçesi ve Ulaşım

Önce ülkeyle ilgili kısa bilgiler vereyim mi?

Bu ülke için saygı ve sevgi diyarı diyebiliriz. Ülkede kimse kimsenin hayatını sınırlamıyor ama saygısızca başka birisinin hayatını da cehenneme çevirmiyor. Doğanın bizim için var olduğunu düşünmeyip ona ayak uydurmayı prensip edinmişler. En üst düzey devlet görevlileri bile kapı komşunuz gibi ilişki kurabildiğiniz kişiler (esasında ülke nüfusunun toplamı 320 bin olduğu için mutlaka bir gün bir başkan kapı komşunuz  olacaktır). Elfler diyarı diye boşuna denmiyor buraya, insanlar gerçekten çok güzel ve iklime rağmen çok sıcakkanlı (bu arada Elfleri sonra anlatacağım ama bu ülkede varlığına gerçekten inanılan Elfler kısa boylu ve pek de güzel olmayan yaratıklar).

Ülkenin başkenti Reykjavik (Reykavik diye okunuyor) 320 binlik nüfusun yarıdan fazlası başkentte yaşıyor. İzlanda’ya ilk olarak 9. ve 10. yüzyıllarda Norveç’ten gelen Vikingler yerleşmiş. İşin ilginci buraya gelen Vikingler yolda İngiltere ya da İrlanda’dan kızları kaçırıp kendilerine eş yapıvermişler.

Ülke 1944 yılında bağımsızlığını ilan edinceye kadar değişik İskandinav ülkelerine bağlı idare edilmiş. Fakat coğrafi olarak o kadar herkesten uzaklar ki kendilerine has bir kültür geliştirmişler. İzlandaca eski İskandinav dillerinin bir karışımı ve esas hali olarak tanımlanabilir. Sessiz harfler burada çok moda. Eski Viking hikâyeleri bu ülkede ilk halleriyle hâlâ okunup anlaşılabiliyor, bizi gezdiren rehberimiz bizzat okuyabiliyordu.

Biz İzlanda’ya giderken İzmir-İstanbul-Kopenhag THY ile uçtuk, sonra İcelandair (İzlanda uçuşları neredeyse bir Uzakdoğu uçak biletine yakın ücrete patlıyor önceden almaya çalışın) için biraz havaalanı bekleyişi ve ver elini İzlanda... Havaalanı başkent Keflavik'te değil, oradan bir saat uzak küçük bir kasabada. Eskiden burada büyük bir NATO üssü varmış ve havaalanı NATO’ya aitmiş. Ruslarla soğuk savaş bitince ABD buradaki üssü gereksiz bulup kapatmış. Havaalanı da İzlanda’nın uluslararası havaalanına dönüşmüş. Başkentteki havaalanı bildiğiniz pırpır uçakların yazın şehirlerarası uçmasını sağlıyor, kışın zaten uçuş neredeyse yok.

Sabah saat 04.00'te İzmir’de başlayan yolculuğumuz akşam saat 19.00’da İzlanda’da sonlandı; ama unutmayın Türkiye-İzlanda arasında iki saat fark var, yani Türkiye saatine göre 21.00'da vardık İzlanda’ya. Dönüş ayrı bir hikâye... Oslo üzerinden 20 saat civarı sürdü yolculuk.

Ziyaret Etmek İçin En Uygun Zaman

Biraz önce söylediğim gibi biz çılgınlar, kışın İzlanda’ya gittik ve hiç de pişman olmadık. Gidiş tarihimiz 28 Aralık'tı, hani şu en kısa günden bir hafta sonra; ama herkesin söylediği tamamen karanlık günler yok burada korkmayın. Tamam, güneş sabah saat 11’de görünür hale geliyor, kabul; ama saat 8.30-9.00 arası bir alacakaranlık oluyor ve her şeyi görebilir halde oluyorsunuz. Dışarı çıkıp gezmek hiç de zor değil. Akşamüstü saat 15.00 civarı güneş batıyor deniyor; ama saat 18.30 civarına kadar her şey çok rahat görünüyor, renkleri bile seçiyorsunuz. Yani burada güneşin doğuşu ve batışı uzun sürüyor.

Dondurucu soğuk ve çılgın tipiler yok burada. Zaten çok meşhur bir lafları var: “Havadan hoşnut değilsen 5 dakika bekle, değişir.” Kar yağarken gerçekten 5 dakika sonra güneş açıveriyor. Tek sorun çok güçlü rüzgarlar. Gulfstream’in yumuşatıcı etkisi kutup soğuğu ile karşılaşınca çok güçlü hava akımları oluşturuyor, zaman zaman araba kapıları rüzgardan kırılabiliyormuş.

Kışın İzlanda’dan çok keyif aldık ama maalesef kuzey ışıklarına göremedik. Bu, kutup bölgesine üçüncü bir kış gezisi mecburen yapılacak anlamına geliyor. (İlk kış kutup bölgesi gezimiz son yılların Şubat tatili modası Lapland idi) Bir de yazın tekrar İzlanda’ya gidilecek ve balinalarla beraber yüzülecek anlamına geliyor tabii.

İzlanda'ya Gelmek İçin Bize İlham Veren Yer: Blue Lagoon

İlk iki gecemizi ve bir tam günümüzü Blue Lagoon’a ayırdık. Ne de olsa buraya gelme ilhamını bize veren yer burası. İzlanda gezilerinde normalde Blue Lagoon’a iki saat civarında bir süre ayırılıyor ki bence bu çok yanlış, kesinlikle yetmez. Şunu öncelikle söylemeliyim ki tesis Reykjavik’te yani başkentte değil, arada yaklaşık bir saatlik bir araba yolculuğu mesafesi var. Ülkeye geldiğiniz havaalanına ise 15 dakika mesafede. Yani uçakla gelir gelmez ya da ülkeden ayrılmadan Blue Lagoon’a yarım gün (en az) ayırırsanız burasının keyfini doyasıya çıkarabilirsiniz. Blue Lagoon’a Reikavik'ten sürekli otobüs seferleri var; ama biz Blue Lagoon’da aynı zamanda çok ünlü bir SPA olan “Clinic Hotel” de kalmayı tercih ettik.

Bunun nedeni hem otelin ana Blue Lagoon’a giriş sağlayan bir anlaşması olması hem de kendine ait lagoon bölümünden istediğiniz an suya girebilmeniz. Açıkça söylemek gerekirse ıslak ıslak dışarılarda donacağımızdan korktuk ve bunu yaptık. Blue Lagoon’un ana göleti çok kalabalıktı ve biz otelde kaldığımıza gerçekten çok çok mutlu olduk. Masaj hizmeti de inanılmaz, haberiniz olsun.

Otel tam bir sadelik ve işlevsellik karışımı olarak inşa edilmiş. Eşyalarımızı odaya bırakır bırakmaz akşam yemeği rezervasyonu yaptığımız Northern Light Inn Restoranı'na gittik (Otelden alıp bırakma iyiliği yapıyorlar). Yemeğimizi keyifle ama biraz da hızlıca yedik. Çünkü bizi dönüşte en çok merak ettiğimiz sıcak sular bekliyordu. Cüneyt deniz böceklerinden oluşan bir yemek seçti, Demir ile ben ise T-bone steak istedik. İki seçenek de harikaydı ve akşam yemeği gerçekten yorgunluğumuzu aldı. Saat 21.00 civarı otele dönmüş ve lagoon için hazırlanmıştık bile!

Kendimizi ilk anda korka korka ama sonra bayıla bayıla sıcak sulara bıraktık. İlk gece lapa lapa yağan kara rağmen o sularda açık havada olmanın keyfini size anlatmam mümkün değil, gidin ve girin diyorum ve başka da bir şey demiyorum  Suya binanın içindeki kapalı bir havuzdan giriyorsunuz ve vücudunuz sıcak sudayken bir kapıdan geçip dışarı çıkıyorsunuz. Türkiye’deki şambriyeller burada da var ve onlara tutunarak suda iyice tembellik yapmak mümkün.

Suyun dibi pudra gibi beyaz bir tozla kaplı. Yüzünüze ve vücudunuza sürdüğünüzde cilde çok iyi geliyormuş ve üstüne basması da çok keyifli. Yalnız bu su, saç için pek tavsiye edilmiyor sertleştiriyormuş. Saçınıza suya girmeden krem sürmenizi öneriyorlar ve suya da pek sokmamanızı söylüyorlar. Suyun rengi tam turkuaz. Bu rengi içindeki fazla miktarda silika veriyormuş. Clinic Otel’in sunduğu muhteşem bir hizmet de suyun içinde size masaj yapmak. Deniz yatağı benzeri ama biraz daha suyun içinde olduğunuz bir yatakta size açık havada kar yağarken beyaz bir çamurla masaj yapıldığını hayal edin... Üşümek mi? Hayır; çünkü suyun içindesiniz. Hayal edemiyorsanız gidin deneyin bence, sonsuz mutluluk dakikaları garanti.

Masaj konusunda Uzakdoğulular ile yarışır becerideler, ne de olsa hepsi eğitimli fizyoterapistler. Sudan çıkıp Blue Lagoon'a özel bakım ürünleri ile duş aldık. Bebek gibi ciltlerle yatağımıza girdiğimizde günün yorgunluğundan mı, yatağın rahatlığından mı, yoksa suyun tüm ruhumuza verdiği huzurdan mı bilemem muhteşem bir uykuya dalıverdik.

Sabah oteldeki kahvaltının ardından büyük lagoona doğru yürüyüş yaptık.

Yolda harika lav kayaları, minik minik lagoonlar, onların üzerinden geçmenizi sağlayan muhteşem minik köprüler, kar ve inanılmaz bir rüzgar var. Blue Lagoon ana havuzu girişi cidden kalabalık, otelde kaldığımız için çok şanslıyız; çünkü bileğimizde otelin verdiği bileklikle sıraya girmeden içeriye giriveriyoruz. Bileklikler çok önemli. Çünkü tesiste para geçerli değil her ödemeyi bu bileklikle yapıyorsunuz ve bu bileklikler bir kişinin üçten fazla alkollü içecek almasına izin vermiyor!

Burada da suya giriş sistemi aynı; içeride suya girip dışarıya yüzüyorsunuz. Blue Lagoon ana tesis transfer, giriş ve aktivite ücretleri ve bilet alımı için bu linke göz atabilirsiniz

Burası doğal bir gölet değil. 1976 yılında Sigríður Sigþórsdóttir isimli bir mimar tarafından Basalt kayalardan inşa edilmiş. Doğa ile insan yapımı bir yapının muhteşem uyumu burada gözlerinizin önüne seriliyor; çünkü gerçekten çok güzel. Yeraltından çıkan sıcak volkanik su önce Svartsengi jeotermal terminaline gidiyor. 200°C'nin üzerinde bir ısıya sahip olan bu volkanik kaynar su elektrik üretiminde kullanılıyor. Sonra türbinden geçen suyun yarısı şehre pompalanıyor. Keflavik ve Reykjavik bu suyla ısınıyor. Sokakların altında bile ısınma var, o yüzden yollarda kar olmuyor. Suyun bir kısmı da lagoona pompalanıyor. Lagoonda su her zaman 35-40°C arasında kalacak şekilde ayarlanıyor. Sürekli bir su devirdaimi var ve göletlerdeki su her 12 saatte bir tamamen değişmiş oluyor.

Büyük lagoon biraz kalabalık geldiği için (Otelin özel lagoonu olunca şımarıklaştık biraz) suda çok kalmayıp ana tesisteki alışveriş bölümünden buraya özel cilt bakım ürünlerinden ve lav taşından yapılmış takılardan oluşan minik gerçekten minik bir alışveriş yaptık. Minik diyorum; çünkü İzlanda’ya ait en kötü taraf, bu ülke gerçekten çok pahalı. Otele dönüp hazırlanıp şehri gezmek üzere Reykjavik’e doğru otobüsle yola çıktık.

İzlanda Şehir İçi Ulaşım

Biraz önce yazdığım gibi Lagoon’dan şehre saat başı otobüs var ve yolculuk bir saat sürüyor. Çevrede pek bir manzara yok, çünkü dümdüz bir volkanik alanda gidiyorsunuz ve yosunlar dışında neredeyse hiç bir bitki yok. Zaten ülkenin toplam yüz ölçümünün yüzde biri ağaçlarla kaplıymış! Reykjavik’te çok sevdiğimiz bir şey bulduk:  Hop on Hop off gezi otobüsleri. Yaklaşık 1 saat süren bu şehir turu size bu küçük ama çok şirin şehir hakkında  temel bilgileri veriyor. Sonra aynı biletle istediğiniz kadar inip binerek çevreyi keşfedebiliyorsunuz. Tur ile ilgili detaylı bilgiyi bu adresten edinebilirsiniz. Reykjavik’i ayrı bir yazıda anlatmak istediğim için burada o konuyu bırakıp lagoona dönüşümüzden devam ediyorum .

Geldiğimiz otobüslerle Blue Lagoon'a geri dönüp bu akşamki yemeğimiz için Blue Lagoon’a bakan Lava Restoran’a gidiyoruz. Restoran gerçekten çok güzel, ortam harika ama bence bir gece önceki yemekler buradan daha güzeldi. Yine de ortamı yaşamak için değer diye düşünüyorum  

Yemekten sonra yine otel, yine muhteşem sular ve biz...