Kaplan Postlu Şövalye'nin Diyarından: Batum

Ben, bu satırların bestekarı, çılgına dönmüş aşk divanesiVe O, dev orduların önünde eğildiği kadın, beni hayattan koparan
İşte öyle düştüm aşkın pençesine, yoktur buna derman
Ya O beni iyileştirecek, ya da ölüm, yoktur başka çaresi

- Kaplan Postlu Şövalye, Shota Rustaveli -

Haddim olmadan çevirdiğim bu satırlar Shota Rustaveli’ye ait. Biraz literatüre bakarsanız size diyecek ki Gürcistan’ın Rustavi kentinde 12. yüzyılda doğmuş bu şair Gürcü edebi dilinin babası sayılıyor. Benim sığ kültürümle yaptığım naçizane yorumum ise, bu küçücük ülkede saklı kalmış dünya kadar bir kültürün ve dünya kadar acının bir insanın hikâyesindeki ifadesi. Neden mi? Buyrun yazının gerisine...

Gezimanya Batum gezisine katılan gezgin grubun içinde olmak zaten bir ayrıcalık. Adeta lise öğrencilerinin okul gezisi kadar çılgın ve eğlenceli geçen bu birkaç günün içinden size Gürcistan’ı anlatacak olan elbette bu işi benden çok daha iyi becerecek gezgin yazarlarımız: Gezimanya’dan Tuğçe Yılmaz, Serap Selçuk, Gezgin Kutubalığı Pınar Bulut ve Gezitozu bloğunun sahibi Burcu Canbulat elbet size Batum nasıl gezilmeli, nerelere dikkat edilmeli benden çok daha güzel anlatacak yazılarında.    

Taflan Kandemir bütün sevimliliği ve pırıltılı zekâsıyla Gezimanya’da ve Keşfetsene’de bu güzel ülkenin genç ve maceraperest kanıyla nasıl göründüğünü bir rehbere dökecek. Özgür Çağdaş hem “Dünya Bir Masaldır” diyecek ve Batum’u anlatacak, hem de enfes fotoğraf kareleriyle bize orayı yaşatacak. Keşfet TV Erkut Özen, Çok Gezenti programının starları Seda ve Burak Akkul çifti nefis videolara döküp görsel bir şölene çevirecek maceramızı. Harbiyiyorum’un karizmatik yüzü Salih Seçkin Sevinç ve Gezobur’un baba adamı Koray Günyaşar size Gürcü lezzetlerini tanıtacaklar. Eh bana fazla bir şey kalmıyor! O yüzden gelin ben de onların etrafından dolanayım ve farklı bir Gürcistan, kendi gözümle bir Batum ve Gürcü halkının tatlı ve biraz da acıklı hikâyesini anlatayım.

Gürcistan’ı 93 harbinden bilirdim, lise tarih kitaplarından ya da yakın geçmişte yaşanan Rus istilasının ana habere düşmüş kısmından. Mutlaka bir arkadaşınız vardır kökeni Gürcülere dayanan. Aslında 200 yıl boyunca Osmanlı toprağı olmuş bu ülke bize o kadar yakınken, bu gezide anlıyorum ki aslında Gürcistan’ın ruhuyla ve gerçekte ne olduğuyla ilgili çok az şey biliyoruz. Gürcü çocuk bakıcıları son dönemde İstanbullu ailelerde pek moda. Ucuza çalışan bir işgücü olmasının yanı sıra bu ülkenin derin kültürünü almış insanlara İstanbulluların çocuklarını daha rahat emanet etmelerinin de bunda büyük payı var. Haksız da sayılmazlar. Çünkü Gürcüler yaşadıkları tarihi bahtsızlıklara rağmen çok köklü, çok kibar bir kültüre sahipler.

Öncelikle Gürcüceden başlamak lazım. Eskiden sanırdım ki Gürcüce bir Slav dilidir. Bu Gezimanya gezisi benim cehaletimi törpülemiş oldu. Gürcüce aslında başlı başına bir dil kolundan. Ne Hint-Avrupa ailesinden, ne Sami, ne de Ural-Altay. Kartveli (ki anadillerinden kendilerine Gürcü değil, Kartveli diyorlar) dil ailesinin ana kolu olan Gürcüceye bildiğimiz en yakın dil nedir sizce? Hiç tahmin etmezsiniz ama Lazca!

Rehberimiz Salome, Ajara Turizm Departmanı’nın şirin hanımefendisi Tako ve Radisson Blu Hotel’in halkla ilişkiler sorumlusu Irine aralarında konuşurken kulak kabartıp bildiğimiz dillere herhangi bir benzerlik yakalamaya çalışıp da beceremememiz işte bundan. Gürcüce tüm Gürcü kültürü gibi oldukça otantik ve kendine has. Gürcü alfabesi asma dallarının tatlı kıvrımlarını andıran harfleriyle bildiğiniz hiç bir alfabeye benzemiyor. Günümüzde yalnız 4.3 Milyon kişinin konuştuğu Gürcüce 5 ile 8nci yüzyıldan beri var ve çok az değişim göstermiş. Bu güzel alfabeyle ilgili bir fikir vermesi için örnek vereyim: Gürcüce “Gürcistan’ı seviyorum” şöyle yazılıyor: “მე მიყვარს საქართველო”.

Batum’da her bütçeye göre otel bulmak kolay. Gürcistan’ın en büyük şehirlerinden biri olarak Batum’da yapacağınız konaklamanın şehir merkezinde olması yararınıza olacaktır. Bu oteller arasında Iveria Plajı'na 3 dakikalık yürüme mesafesindeki Radisson Blu Hotel Batumi şehrin en iyi otelleri arasında. Sahil şeridinde bulunan otelin çoğu odaları Karadeniz manzaralı. Bu otele alternatif olarak ise President Plaza Hotel düşünülebilir. Otel konum olarak Medea Heykeli'nin yanında yer alıyor ve Piazza Meydanına ise sadece 400 metre. Bu iki otelin yanında bütçesi kısıtlı olup ekonomik bir şeyler arayanlar için de Rcheuli Villa, şehrin en uygun fiyatlı merkezi otellerinden biri. Ayrıca Batum Hayvanat Bahçesi ve Su Parkı otele 15 dakika yürüme mesafesinde bulunuyor. Batum’daki diğer otel seçenekleri için isterseniz buradan booking.com’a girebilir ve rezervasyon yapabilirsiniz.

Batum’da yolda yürürken, eğer size büyük bir iyilik yapıp da Latin alfabesiyle bir versiyonunu yazmamışlarsa birçok tabelada bu asma dalları gibi sarmal karakterli harflerden başka bir şey göremiyorsunuz. Anlamaya çalışmaktansa bilgili rehberimiz Salome’nin kollarına bırakıyoruz kendimizi : )  

İlk gün bizi Batum’un meydanları ve parklarında gezdiriyor Salome. Önce Batum Bulvarı’ndan başlıyoruz gezimize. Yolunuzun üzerinde birçok heykel, dans eden fıskiyeler, güzel ağaçlar ve banklarla süslü yollar gördüğünüz trafiğe kapalı alan Alman peyzaj mimarı Adolf Ressler’e yaptırılmış müthiş bir park. Park deyip de geçmeyin içinde saatler geçirebileceğiniz alanda bisikletle gezmek de mümkün. Batum bu yönüyle gıptayla bakacağınız bir özelliğe sahip. Maalesef Türkiye’deki parkların çoğunda güvenlik ve huzur içinde gezmek mümkün değilken, Karadeniz’in bu tarafında medeniyetin daha güzel bir tarafını görüyorsunuz.

Salome parktan çıkışta bizi Eski Batum’un ara sokaklarına sokuyor. Burada gözünüze çarpmaması imkânsız noktalar var. Özellikle Avrupa Meydanı’ndaki Medea heykeli için bir durmak gerekiyor. Medea Yunan mitolojisinde bir prenses. Homeros’un İlyada’sında adı geçen Medea yaptığı ilaçlarla ve şifa dağıtmasıyla biraz da büyücü gibi resmediliyor. İşin ilginç tarafı ise Medea ismi Yunanca ve Latince’den İngilizce ve de diğer bir çok günümüz diline geçmiş “medicine”, yani Türkçesiyle tıp kelimesinin kökenini oluşturuyor. Yani tıp biliminin isim babası (anası mı demeli?) Batum kentinin meydanında bir heykelde görülebiliyor. Uzun hikâyeyi anlatmayacağım. Kısaca söz etmek gerekirse Yunan mitolojisindeki kahramanlardan Argonotlar, Truva hikâyesinde adı geçen Jason’a altın postu bulması için yardım ediyor. Pelias kendini kral ilan etmek için savaşırken fark ediyor ki karşısında duranlardan biri olan Jason, onun aslında yeğeni. Yeğenini öldürmek istemiyor ve eğer altın tüylü koçun postunu getirirse öldürmeyebileceğini bir kâhinin tavsiyesiyle yeğenine söylüyor. Medea ise Jason’a bu postu alması için yardım ediyor ve sonradan Jason’la evleniyor. Bu Yunan mitolojisi kahramanlarının hikâyesi Gürcistan’da çok iyi biliniyor ve Batum’un en önemli meydanını altın post elinde olduğu halde Medea heykeli süslüyor. Bu hikâye ve heykel bana yine Gürcü ruhunun inceliğini gösteriyor. Bu ülkede sanat var ve bu halkta sanata saygı ve sevgi.

Eğer Avrupa Meydanı, eski kent ve Batum Bulvarı size bunları anlatmaya yetmezse Batum Botanik Parkı’na gitmeniz gerek. Dünyanın ikinci en büyük botanik parkı olan bu alana gidip de büyülenmemek mümkün değil. Dünyanın neredeyse her ikliminden ağaç ve bitkilerin özenle yerleştirilip de bir ahenk içinde ziyaretçilere sergilendiği bu park en az 1,5 saatlik bir yürüyüş gerektiriyor. Ama size geri ödediği huzurla ve güzel kokular, enfes manzaralarla yaptığınız bu yatırımı fazlasıyla karşılıyor. Dedim ya, Gürcüler ince ruhlu, sanatçı insanlar.

Yollarda, müzik yapanların gözlerinin içinde, şiirlerinde, her yerde sanatçılığı görebiliyorsunuz Gürcülerin. Belki de yıllar boyu büyük zorluklar ve işgallerle boğuşmuş olmak onları daha duyarlı, daha ince ruhlu hale getirmiş. Acıyı, zorlukları, yoklukları tatmış Gürcü halkı hala daha rahata ermiş değil. Kendi krallıkları Iberya ve Korkis M.Ö. 65 yılında Roma idaresine giren Gürcistan, daha sonra sırasıyla 15nci yüzyılda Osmanlılar ve 19. yüzyılda Ruslar tarafından işgal ediliyor. SSCB dağıldığında bağımsızlığını kazanan ve tekrar Gürcistan olarak hüküm süren devlet, daha 2008 yılında Rusya’nın yeni neo-emperyalist yayılmacılığının (aynı geçtiğimiz aylardaki Ukrayna-Kırım örneğinde gibi) kurbanı oluyor ve halen Gürcistan’ın Abazya ve Güney Osetya eyaletleri Rus işgali altında günümüzde.

Osmanlı (hatta bir süre Pers İmparatorluğunu da dâhil etmek lazım) ve Çarlık sonrası Bolşevik Rusya’nın her ikisi içinde de düzenli ve destekçi bir vilayet olan Gürcistan, bir taraftan da orijinal karakterini ve kültürünü korumayı başarmış ve kesinlikle asimile olmamış.

Bugün Gürcistan’da yaşlı nüfus komünist dönemin izlerini gösterir şekilde Rusça konuşurken, genç kuşak dünyaya açılma vizyonuyla İngilizce öğreniyor. Turizm sektörü ise kumar baş faktör olmak üzere Türk turistleri çekmek amacıyla Türkçe konuşan bir trend içinde.

Gürcistan’ı gezerken bir kaç şey yüreğime çok dokunuyor; birincisi tabi ki buradaki halkın fakirliği. Rehberimiz Salome’nin bize verdiği bilgilere göre ortalama memur maaşı 200 Amerikan doları. Asgari ücret ise 90 Lari (Gürcü para birimi), yani 54 Amerikan Doları. İşsizlik oranı ise 2014 ölçümüne göre % 13,7. Yani ekonomik tablo bizim ülkemize göre bile oldukça kötü. Bu zorluklarla karşı karşıya kalan Gürcü halkı çareyi dış ülkelerde geçici vasıfsız işçilikte buluyor. İşte ülkemizdeki üniversite mezunu Gürcü çocuk bakıcılarının acıklı hikâyesi maalesef bu : (

Beni ikinci üzen şey de bu kadar köklü tarihi olan bir milletin, tüm kültürel zenginliği, tarihi çok çok eskilere dayanan medeniyeti ve müthiş doğal ve beşeri güzelliklerle dolu ülkesine rağmen bir türlü bağımsız ve huzurlu bir ülke olamamış olması. Öncelikle Osmanlı işgali tabi beni biraz üzüyor. Çünkü her ne kadar bir kaç cami yapılmış olsa da, Osmanlı yüzünü Balkanlar’a döndüğü kadar Gürcistan’a yatırım yapmamış maalesef. Örneğin Gürcistan’da eski ya da yeni bir Türk okulu, üniversitesi ya da kültür kurumu yok. Ha hemen itiraz etmeyin, SSCB işgalinden önce, hatta 93 Türk-Rus harbinden önce de yokmuş. Gürcistan Osmanlı için vergisini ödeyen, asker gönderen ve ticarete katkıda bulunan bir vilayet olmuş. Aynı Kuzey Afrika’da 400 yıl hüküm sürüp de geride bir tek Türkçe konuşan toplum kesimi bırakamadığımız gibi (Fransızlar 20 yıl kalmasına rağmen neredeyse bütün Kuzey Afrika’nın ikinci anadili Fransızca) Gürcistan’da da bir Türk kültürü etkisi kalmamış. Bu kadar dibimizde, bizimle iç içe geçmiş bir kültürü bile kültürel anlamda etkilememiş, onları geliştirmemiş ve onların kültürel zenginliğinden faydalanmamış olmamızdan üzüntü duyuyorum.

Son olarak da Gürcistan’ın bu kadar tanınmamış olmasına üzülüyorum. Tarihin en eski şarap yapımcılığı (8000 senelik geçmişi olan ve kendine ait yüzlerce üzüm türü barındıran vitikültür), dünyanın belli başlı antik dilleri ve alfabelerinden birine sahip olan bu kültürü daha yanı başlarındaki komşuları (ve hatta tarihe bakarsak) dostları ve kardeşleri olan bizler bile yeteri kadar tanımıyoruz. Belki de bu Gezimanya gezisinin buna çorbada tuz kadar bir katkısı olur da içimin burukluğu biraz geçer diye düşünüp satırlarıma başta bahsettiğim Shota Rustaveli’nin acıklı aşk hikâyesiyle son vermek istiyorum. Tamar, ya da Muhteşem Tamar, 1160-1213 yılları arasında yaşamış Gürcü Kraliçesi. Onun döneminde altın çağını yaşayan Gürcistan, hala Tamar’ın müthiş gücünü biliyor ve hikâyelerini yaşatıyor. Bu hikâyelerin belki de Gürcistan’ın melodramatik kültürüne en yakışanı fukara şair Rustaveli ile olanı. Aslında ortada hikâye filan da yok : ) ya da Tamar’ın açıktan bildiği kadarıyla yok.

Shota Rustaveli Kraliçe Tamar’ın vezirlerinden biri, ancak Tamar’la evlenmesi tabi ki mümkün değil. Aşkını yalnızca platonik olarak içten içe yaşıyor. Tamar iki evlilik yapıyor, ilki bir Rus prensiyle (ki askeri darbe yapmaya çalışınca kocasını boşayarak ülkeden sürdürüyor), ikincisi de David Soslan isimli Gürcü soylusuyla. Tamar’a olan aşkına karşılık bulamayan Rustaveli ise bu platonik aşkını “Kaplan Postlu Şövalye” isimli epik hikâyeye dönüştürüyor. Rustaveli’nin isimleri ve mekânları değiştirdiği hikayesi Gürcistan’da değil, Hindistan ve Arabistan’da geçiyor. Kahramanları da Shota ve Tamar değil, Arap komutan Avtandil ve Şah Rostevan’ın kızı Tinatin.

Avtandil Tinatin’e olan aşkına karşılık bulamaz. Tinatin yalnızca babasının kuvvetlerini yenen Hintli şövalye (kaplan postlu) Tariel’i alt ettiği takdirde Avtandil’le evleneceğini vaad eder. Ancak Avtandil macerası sırasında Tariel ile tanışıp dost olur ve ona sevgilisi Nestan’ı bulması için yardım eder. Hikâyenin sonunda hem kaplan postlu şövalye Tariel, hem de Rustaveli’yi simgeleyen Avtandil sevgililerine kavuşurlar ve hikâye mutlu sonla biter.

Gerçek hayatta ise Rustaveli’nin hikâyesi mutlu sonla bitmez. Tamar’a olan aşkını ispat edeceği bir kaplan postlu şövalye dostu yoktur ve zavallı Shota Rustaveli kendisini Kudüs’te bir manastıra kapatır ve aşkını terk etmeden ölür. Geriye bu yazının başına konuk ettiğimiz aşk satırları gibi yüzlercesi kalır.

Dedim ya, Gürcüler ince ruhlu bir millet. Hala bir Gürcü kızı evlendiğinde, ona orijinal dilinde “Kaplan Postlu Şövalye” kitabını ve Rustaveli’nin aşk şiirini hediye ediyorlar.