İyi insanlar ülkesi Kosova bağımsızlığına kavuşalı şurada ne kadar zaman oldu ki? 1389 yılındaki Birinci Kosova Savaşı ile Osmanlı topraklarına katıldı ve Balkan Savaşı'na (1912) kadar Türk toprağı olarak kaldı. 1943'te Yugoslavya'ya dahil oldu. 1999'da ise Birleşmiş Milletler kontrolüne girdi ve 17 şubat 2008 de bağımsızlığını ilan etti.
Arnavutça, Boşnakça, Türkçe, Sırpça ve Romcanın konuşulduğu bu topraklardaki tabelalarda özellikle Türkiye'den başbakanlığa bağlı TİKA kurumunun her eski camii ya da yapının restorasyonunda destek verdiğini gördük.
17 Mayıs 2014'te İstanbul'dan kalkan Priştine uçuşumuz 1 saat 20 dakika sürdü. Havaalanında 15 dakikalık bedava internet kullanabiliyorsunuz ve aslında şehrin bir çok yerinde free wifi uygulaması var. Vize istenmiyor; sadece neden geldiğimizi sordular. 2 günlüğüne turistik gezi olduğunu söyleyince şaşırdılar. Para birimi olarak Euro kullanıldığı için telaşa gerek yok :)
Priştine Havaalanı gayet büyük ve temizdi. Çıkışta damalı taksiler beklediği gibi korsan taksiciler de vardı. Hemen yanımıza gelip pazarlığa koyuldular. 20 Euro'ya merkeze götürürüz deseler de biz pazarlıkla 15 Euro'ya merkeze vardık. 1 saatlik fark nedeniyle sabah 09.00'da şehir merkezindeydik. Alan ile merkez arası yaklaşık 20 dakika sürdü. Merkez derken öyle şehir meydanı falan beklemeyin. Daha önce okuduğum Priştine hakkındaki gezi bloglarında birkaç tane ana caddeden bahsediyordu bunlardan biri de Bill Clinton Caddesi'ydi. Taksi şoförü bizi caddenin başında indirdi. Bize yardımcı olurlar ümidiyle sokağın içindeki Ephesus adlı seyahat acentasına girdim. Görevli kızlar Türkçe bildiği için çok şanslıydık, bize şehirde nereleri görmemiz gerektiği ve nasıl gideceğimiz hakkında bilgi verdiler.
Yürüyerek şehri keşfetmeye bayılıyorum. Çok kısa bir zamanımız olsa da görülmesi gereken merkezi yerleri ve binaları iyi bir planlamayla görme fırsatı yakalayabiliyorum. Bağımsızlığın simgesi Newborn anıtında fotoğraf molası verip cumartesi günü konaklamamızı Prizren'de yapacağımız için akşama kadar Priştine'yi gezmeye karar verdik. Hava ara sıra yağmurluydu; açıkçası Priştine'nin kelime anlamının bozuk hava olduğuna hiç şaşırmadık :)
Sabah erken saatler olduğu için henüz sokaklar hareketlenmemişti. Medrese Mahallesi denilen eski şehir bölgesine yürüyerek 20 dakikada vardık. Küçük bir meydan ve anıtın karşısında Kosova Müzesi vardı. Daha önce okuduğum yazılardan içinde pek bişi kalmadığı ve tadilat sürdüğü için içini gezmeden yukarı doğru yürümeye devam ettik. Börek kokusu bizi karşı konulmaz bir istekle dükkana sürükledi. El yapımı sıcacık böreklerden karışık sipariş verdik. Bir tabak 0,7 cent. Türkiye'de marka yerler dışında mahalle börekçilerinde bir porsiyonun 3,5 tl olduğunu düşünürsek fiyatlar bana epey ucuz geldi.
Börekçiden çıkar çıkmaz Fatih Sultan Mehmet Camii ve Saat Kulesi'ni gördük. Epey yürüdükten sonra bulduğumuz için sevindik doğrusu. Burayı da TİKA restore ettirmiş. Caminin yanındaki Sultan Cafe'de Türk turistlere rastladık. Aşağıda pazar varmış gezin dediler biz de camiiden aşağı yürümeye başladık. Etnografik Müze tabelasını görünce hadi önce müzeye gidelim dedim. Tabelaların yardımıyla 300 metre sonra eski bir Kosova evinin önünde bulduk kendimizi. Gezimiz esnasında bizi çok mutlu eden bir o kadar heyecanlandıran bir keşif oldu. Rehber Bekim sayesinde evin her köşesini gezdik ve çok güzel bilgiler aldık. Bekim üniversitede etnografya okumuş harika biriydi. Henüz İstanbul'a gelmediğini duyunca şaşırdık ve davet ettik. Evin eski sahipleri Kosova'yı terk etmişler ama Kültür Bakanlığı restore ederek ziyarete açmış, bilet yok ama çıkışta gönlünüzden ne koparsa vereceğiniz tip box var.
Nene Tereza'nın heykelinin olduğu caddeyi bulalım derken meğerse Kosova Müzesi'nin paralelindeymiş biz de bir u dönüşü yapmışız :) Meydandaki heykelin önünde liseli gençler turist olduğumuzu anladılar ve hemen gelip fotoğraflar çektirmek istediler. Nasıl cana yakınlar, nasıl güzel çocuklardı... Kosova'nın nüfusunun oldukça genç olduğunu belirtmeliyim. Ülkenin yarısı 30 yaş altı, ekonominin canlanması çok zaman alacak ama Amerika'nın ve Avrupa'ya göç edenlerin yardımlarıyla ayakta kalmayı başarmışlar.
Prizren'e otobüsle gitmek için saat 17.00 civarı otogara doğru yola çıktık. Yağmur öyle şiddetlendi ki taksiye binmek zorunda kaldık. O sıralarda Bosna'da sel oluyormuş. Neyse ki hemen kalkan bir otobüs bulduk da dolu yağmurundan da kurtulduk. Otobüs yolculuğu kişi başı 4 Euro, ücretleri otobüsün içinde topluyorlar. Yolculuğumuz 2 saat sürdü. Yol üstündeki bütün köylerde durdu, yolcu indirdi bindirdi. Aslında yeni bir otoban yapılmış ama bunlar kullanmıyormuş. Akşam saatlerinde Prizren'e vardık. Şehir merkezindeki otelimize (tertemizdi, tavsiye ederim) çantalarımızı attığımız gibi karnımızı doyurmak için dışarı çıktık. Prizren'i gitmeden önce Mostar'a benzetmiştim, gerçekten de öyle sıcacık bir yermiş. Yemeğimizi Alhambra'da yedik önceden tavsiye edilmişti. Ali Şen'in ilkokul arkadaşının olduğunu öğrendiğimiz bu restoranda yemekler müthiş lezzetli ve ucuz. 5 kişi tıka basa yedik içtik 120 TL ödedik.
Prizren'de nehir boyunca kafe ve barlar oldukça kalabalıktı. Gençlerde aşırı alkol tüketimi görmedim ama erkeklerin fazla sayıda olduğunu söylemeliyim. Europa Cafe'de oturup Trileçe yemek muhteşemdi.
Gezimizin ikinci gününe otelimizin penceresinden görünen kaleye tırmanarak başladık. Oldukça dik olan yokuşu 15 dakikada çıkarak muhteşem şehir manzarasına aşık olduk. Birleşmiş Milletler askerlerinin de tatil günü olması sebebiyle bir sürü farklı ülkeden askerlere, türkçe konuşan turistlere rastladık. Kaleden inerken eski bir kiliseyi de gezdik. Chapel bölümünde mozaik kalıntıları hala görülebiliyor.
Prizren Balkanlarda en çok camiinin bulunduğu şehirmiş. Hristiyanla müslümanın birarada yaşadığı, iyi insanlar şehri olarak kaldı hafızalarımızda.
Şadırvanın karşısındaki Besimi isimli restoranda börek yemek, oturup insanları izlemek ve de orada tanıştığımız Hacı Fattah amca ile Cevdet amcayla sohbet etmenin keyfi paha biçilemezdi. Hatta "biz de misafire sofra kurulur" deyip hesabımızı ödemesi bizi o kadar duygulandırdı ki anlatamam...
Akdere üzerindeki tarihi Taş Köprü, meydandaki Şadırvan, 1455'te inşa edilen Sinan Paşa Camii, otogarın karşısındaki Namazgah/Kırık Camii (Fatih Sultan Mehmet tarafından fethin nişanesi olarak yaptırılmış) ve onun bahçesinde ki Ankara Büyükşehir Belediyesi yazan banklar görülmeye değerdi :) Gazi Mehmet Paşa Hamamı tadilatı ise sürüyordu. Köprüden karşıya geçtiğinizde 100 metre ileride...
Hediyelik alışveriş için geleneksel kıyafetlerin satıldığı dükkanları, gümüş takıları, seramikleri tercih edebilirsiniz. Dükkanlarda Türkçe konuşmaya başladığınızda mutlaka sıcak bir sohbet başlıyor ve çok güzel indirim de yapılıyor. Şadırvan tarafındaki dükkanlarda fiyatlar biraz pahalı, Taş Köprü'den karşıya geçip aşağıya doğru yürüdüğünüzde sağınızda ki dükkanlarda fiyatlar daha ucuz. Hamamın karşısında ki şapkacıyı da tavsiye ederim.
Dönüş yolumuzda otelimizden kiraladığımız eski model Mercedes Vito taksiyle (50 Euro) 1 saat 10 dakikada Priştine Havaalanı'na vardık, tabii ki yeni otobanı kullanarak :) 5 kişi ve bagajlar için konforlu bir yolculuk oldu.
Bu gezimin bana 200 Euro'ya mal olduğunu söylemeliyim. Uçak biletlerimizi almak için geç kalmıştık yoksa daha da ucuza gelirdi. Size önerim havayollarının kampanyalarını takip etmeniz.