Çok sevdiğim Trinidad’dan ayrılma vakti...
Sabah Cienfuegos’a doğru yola çıkıyoruz. Tarih 30 Nisan ve ben birazdan Cienfuegos’da ziyaret edeceğimiz Puro fabrikası veya ardından gideceğimiz Zapata yarımadasındansa bir sonraki sabah için, Havana’daki 1 Mayıs için heyecanlıyım ki bunun için yıllardır heyecanlıyım zaten.
Trinidad-Cienfuegos arası 80 kilometre.
Yolda Rehberimiz Sinan’a “Cienfuegos ne demek?” diye soruyorum. Şöyle bir yüzüme bakıyor. Sonra dönüp Kübalı rehberimize danışıyor. O da önce biraz düşünüyor. İkisi de soruyu pek anlamlı bulmuyorlar sanırım. Sonra Sinan bana dönüp; “Özel bir anlamı yok, sadece Cien; yüz, fuegos; ateş demek, Yüz Ateş yani” diyor. Yüzünde hala anlamsız bir ifade var.
O anlamsız ifadenin nedenini sonra anlıyorum.
Aslında benim sormak istediğim soru tam da “Kim bu Cienfuegos?” sorusu. Küba’ya geldiğimden beri bir Cienfuegos’dur gidiyor. “Baksana adamın adını bir şehre bile vermişler” diye düşünüyorum. Sinan’sa, büyük ihtimal Benim Cienfuegos’u tanımıyor olmama ihtimal vermiyor.
Evet Küba’ya adım atmadan önce ismini bile duymadığım Camilo Cienfuegos, Küba Devrimi'nin 4 önemli şahsiyetinden bir tanesi. Önceki bölümde biraz söz etmiştim ama şimdi Camilo Cienfuegos’u biraz daha ayrıntılı anlatma zamanı. Ve anlatmaya başlamadan hemen önce de çok önemli bir not; her ne kadar Küba’dayken öyle zannetmiş olsam da Cienfuegos ismini bu şehre falan vermemiş. Sadece bir rastlantı. Belki ailesi soyadlarını bu şehirden almışlardır, kimbilir.
Yukarıda da dediğim gibi Küba’ya gelmeden önce Fidel ve Che’yi, hatta Raul’u bilirdim ama Camilo Cienfuegos’u hiç duymamıştım. Diğerleri gibi Cienfuegos da Batista döneminde gösterilerde yer almış, hatta bir gösteride askerlerin açtığı ateşle yaralanmış. Yakalanmış ve sınır dışı edilmiş. Meksika’da Castro, Che ve Raul’e katılıp meşhur Grandma yatıyla Kübasahillerine çıkmış, Sierra Maestra dağlarında sağ kalmayı başarmış ve devrim boyunca da büyük askeri başarıların mimarı olmuş...
Camilo Cienfuegos
Üstelik Havana’da güzel sanatlar okumuş olan Cienfuegos en az Che kadar karizmatik ve onun kadar da yakışıklıymış. Ne yazık ki devrimin üzerinden daha 1 yıl bile geçmemişken, onca mücadelenin sonunda gelen zaferin tadını çıkaramadan, kendi kullandığı uçakla okyanus üzerinde kaybolmuş. Üstelik henüz 27 yaşındaymış. Ne uçağından geriye kalanlar ne de cesedi asla bulunamamış.
İyi bir gerilla, bazılarına göre Che’den daha başarılı bir komutan ve esprili bir insan olan Camilo halk tarafından da çok seviliyormuş. Ayrıca, 1962'de ABD ve SSCB'nin Türkiye ve Küba üzerinden karşı karşıya gelip neredeyse 3. Dünya Savaşı'nı başlattıkları Füze Krizinde “bir rivayete göre” füzeleri ateşlemekten yana olan Che’ye kıyasla da çok daha hümanistmiş. Kim bilir, belki Che kadar karizmatik ve en az onun kadar yakışıklı Camilo yaşasaydı, tüm dünyada tişörtler başta olmak üzere her türlü hediyelik eşyanın üzerinde Commandante yerine Camilo'nun silueti olurdu... "Hasta la Victoria Siempre" yerine de “Vas Bien, Fidel” yazardı. Fakat maalesef biz Türkler enkazı asla bulunmadığı için Cienfuegos‘un uçağından Nutuk çıkmış diyemezdik...
“Vas Bien, Fidel” ne ki diye soracak olursanız eğer; Havana’nın devrim meydanında, İç İşleri Bakanlığı binasının duvarındaki Che’nin meşhur Rölyefini bilirsiniz, herkes bilir. Hemen o binanın sağındaki İletişim Bakanlığı binasının duvarında da Cienfuegos’un rölyefi var ve orada “Vas Bien Fidel” diye yazıyor.
Zafer kazanılıp da Havana’ya girdiklerinde, ilk gece Fidel karşısındaki coşkulu kalabalığa bir konuşma yapıyormuş. Bir an durmuş, Camilo’ya dönmüş ve “Voy bien, Camilo?” diye sormuş; “Camilo, doğru yolda mıyım?” Camilo da yanıt vermiş; “Vas Bien, Fidel”. Yani “Doğru yoldasın, iyi gidiyorsun Fidel”...
İşte Camilo’nun motto’su “Vas Bien, Fidel” de o günden kalmış...
Ve Camilo Cienfuegos hakkında son söz: Her yıl kaybolduğu tarih olan 28 Ekim’de Küba’lı öğrencilerin anısına denize çiçekler atıp, “Camilo için bir çiçek” dedikleri Cienfuegos'u Ben Che'den daha çok sevdim.
Ertesi gün akşamüzeri Devrim Meydanına, sabahki 1 Mayıs kalabalığının ardından yeniden geldiğimde ilk kez fark edeceğim “Vas Bien, Fidel” yazısını. Bizi getiren taksi şoförüne soracağım ne demek diye. Şoför bir hayli kırık dökük İngilizcesiyle bana anlatmaya çalışacak. "Camilo, Fidel, revolution, Havana, good" gibi sözcükleri kullanacak. İş birazcık uzayınca “tamam anladım, teşekkürler” diye yalan söyleyeceğim. Sinan’a bu konuda daha fazla bir şey sormaya cesaret edemediğimden de “Vas Bien, Fidel” i ancak geri döndükten sonra araştırıp öyle anlayacağım. Ve düşünsenize kırık dökük İngilizce ile nasıl anlatılır ki bu? Zavallı adam ne kadar da uğraşmıştı oysa...
Diğer Cienfuegos yani şehir olan Küba’nın güney sahillerinde yer alıyor ve nüfusu yaklaşık 150 bin kadar. Hemen kıyısında yer aldığı ve kendisiyle aynı isme sahip körfezin güzelliği nedeniyle de "La Perla del Sul" yani Güneyin İncisi olarak anılıyormuş.
Cienfuegos’daki ilk durağımız bir puro fabrikası.
Adı fabrika olsa da puro üretilen bina çok büyük olmadığından iki grup halinde girebiliyoruz. Fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Hatta çekmeyelim diye ziyaretimiz süresince grubumuza bir güvenlik elemanı eşlik ediyor. Önce bir oda büyüklüğündeki minicik Puro Müzesini gördükten sonra puroların imal edildiği asıl salona geçiyoruz.
İşte o zaman fotoğraf makinesi yasağı konusunda neden bu kadar ısrarcı olduklarını anlıyorum. Genişçe bir salonda onlarca esmer tenli genç ve güzel kız üzerlerinde bikinileriyle oturmuşlar, uzun esmer bacaklarının üzerinde ellerindeki puroları yuvarlıyorlar...
Yok yahu şaka, şaka! Yok öyle bir şey...
Bir kısım yurdum erkeğinin hayallerini yıktığım için üzgünüm ama bu esmer bacaklarda puro yuvarlama olayı tam bir şehir efsanesi.
Tütün masaların üzerinde sarılıyor. Çünkü tütün ancak ancak sert bir zeminde sarılabilir. Ayrıca çalışanlar bacaklarının üzerine tütün yapraklarını koydukları bir de örtü seriyorlar, yani bacakları görünmüyor bile... Evet çalışanların çoğunluğu kadın ama inanın hayal ettiğiniz esmer güzelleri değiller. Hatta çoğu genç bile değil. Puro fabrikası dediğimiz de büyükçe bir salonda 15-20 kadar çalışanın masaların arkasında oturup, neredeyse kafalarını hiç kaldırmadan önlerindeki tütün yapraklarını puroya dönüştürdükleri bir yerden ibaret. Bu arada Cienfuegos'da bizim gezdiğimiz küçük bir fabrikaydı, çok daha büyükleri varmış.
Puro fabrikası ile ilgili hoşuma giden bir not; Ziyaretimiz sırasında fabrika içerisindeki hoparlörlerden bir ses sürekli olarak bir şeyler söylüyordu. Meğer her fabrikada bir “okuyucu” varmış ve çalışanlar sürekli aynı işi yapmaktan sıkılmasınlar diye onlara kitap okurmuş. Bu sosyalizm dedikleri o kadar da kötü olmayabilir sanki...
Bu "bacaklarında puro yuvarlayan esmer güzelleri" geyiğine hiç inanmamıştım hayatım boyunca tabii ki, ama buna inanan insan sayısı inanın hiç de az değil. Ciddiyim, gidip geldikten sonra bana bir sürü soran oldu... Bu efsanenin çıkış noktası ise Puro Hakkında Her Şey isimli kitabın yazarı Vedat Özdan’a göre Hollandalı bir gazeteci. Söylentiye göre bu gazeteci tütün yapraklarının işlendiği yeri gezdikten sonra kendince böyle bir fantezi yaratmış; çünkü yaprakların işlendiği yerin adı Stripping House. (Strip ing.: Soymak, soyunmak)
Hadi bir itiraf bu açıklama yeterince tatmin edici olmadı biliyorum ama bulabildiğim en makul yanıt buydu...
Bir ilginç detay daha, Küba’daki puro fabrikalarında tüm markalar aynı yerde üretiliyor. Öyle fabrikalarda filanca markanın logosu ve isminin yazılı olduğu tabelalar falan yok. Sadece Puro Fabrikası yazıyor. Kalite kontrolü yapan çalışanlar var, purolar hazır olduktan sonra üretilen puronun kalitesine, boyutuna göre hangi marka olacağına karar veriliyor.
Küba’da puro konusunda beni şaşırtan 2 şey öğrendim.
Birincisi; puroyu içinize çekmiyorsunuz, sadece dudak tiryakiliği yani. Nereden bileyim hayatımda hiç sigara bile içmedim ki. İkincisi de; gerçekKüba purosu Küba’da bile pahalı. Sözgelimi Cohiba Robustos marka içinde 25 tane puro olan bir kutunun fiyatı Küba dışında 500 Amerikan Doları civarında. Aynı kutuyu Küba’da ise üçte birinden biraz daha ucuza bulabiliyorsunuz.
Puro konusuna ilgi duyuyorsanız; en iyi markalar nelerdir, fiyatları ne civarda, sahte puro nasıl ayırt edilir gibi konularda oldukça ayrıntılı bilgiler bulabileceğiniz bir site adresi vereyim: puroanaliz.com
O gün puro fabrikasından daha çok hoşuma gidense dışarıda grubun çıkmasını beklerken gördüğümüz okul çocukları oldu.
Fabrikanın hemen yan sokağında bir ilkokul var, günlerden 30 Nisan yani ertesi gün 1 Mayıs ve çocuklar büyük olasılıkla tören provasından okullarına geri dönüyorlar ve hep bir ağızdan “El pueblo unido camas vera jensido” diye bağırıyorlar. Yani “Örgütlü halkı hiçbir kuvvet yenemez”.
“Malum” eski topraklar Şilili grup Inti Illimani’nin aynı isimli şarkısını anımsayacaklardır, anımsamıyanlar youtube'a şarkının ismini yazıversinler lütfen...
Puro fabrikasının ardından Cienfuegos’un merkezine geçiyoruz. Unesco’nun Dünya Mirası Listesi'nde de yer alan meydanın ismi Pueblo Nuevo. Burada oturup geleni geçeni izleyebileceğiniz bir sürü bankı olan bir park var; Jose Marti Parkı ve parka ismini veren Küba Bağımsızlık mücadelesinin lideri yazar ve şair Jose Marti’nin bir heykeli. Bağımsızlık mücadelesi derken devrimden değil, İspanyol sömürgecilere karşı bağımsızlık mücadelesinden söz ediyorum, 1895-98 yılları arasında olan...
Meydanın bir köşesinde, olmazsa olmaz bir Katedral (Cathedral de la Purisima Concepsion), diğer köşesinde de gösterişli bir tiyatro binası yer alıyor. Thomas Terry Tiyatrosu (Teatro Thomas Terry)isimli bu güzel yapı 1886-89 yılları arasında inşa edilmiş. İsmini aldığı bir dönem Belediye Başkanlığı da yapmış işadamı Thomas Terry’in hayali ve mirasıymış. Ölümünün ardından çocukları tarafından inşa ettirilmiş. Ve güzel tiyatrodan 1900’lerin başında Enrico Caruso, Sarah Bernhardt gibi ünlü isimler geçmiş.
Tiyatronun salonu gerçekten görülmeye değer. İçeride fotoğraf çekebilmek için fazladan cüzi bir miktar para ödemek gerekiyordu ama makinenin üzerindeki objektif uygun olmadığından uğraşmadım, vallahi cimrilikten değil... İyi de yapmışım, muhteşem salonu sadece izlemek de çok keyifliydi.
Fuayede hayalindeki tiyatroyu göremeden ölen Thomas Terry’nin bir heykeli, pahalı ama güzel hediyelik eşyalar satan bir mağaza, hemen yan tarafta da sevimli bir kafe var; Cafe Teatro Terry.
Sevimli kafede bir kahve içtikten sonra fotoğraf makinemle etrafta takılıyorum bir süre. Tiyatronun karşı köşesindeki denize çıkan sokakta bir sürü hediyelik eşya tezgahı var, üstelik fiyatlar fuayedeki havalı mağazaya göre çok daha makul. Ara sokaklar yine çok keyifli.
Bir süre ve onlarca fotoğraf sonra yeniden meydana dönüyorum.
Cienfuegos’dan sonra rotamız Zapata Yarımadası üzerinden Havana.
Zapata Yarımadası, sadece küçük ve “turistik” bir bölümünde birkaç saat geçirmiş olsak da ilginç bir bölge.
İsmini bu bölgenin ilk sahibinden alıyor. Zapata’ya bu bölgeyi 1636’da İspanyol Kralı vermiş. Kimin malını kime veriyorsa?
Bölge, içerisinde yer yer ormanlık alanlar olan dev bir bataklık aslında ve bu bataklık tüm Karayiplerdeki en önemli vahşi yaşamı koruma alanlarından bir tanesiymiş. Özellikle kuşlar açısından son derece zengin bir faunaya sahip; 150’den fazla nadir kuş türüne ev sahipliği yapıyormuş. Yarımadanın bir bölümünde de Gran Parque Natural de Montemar isimli önemli bir Ulusal Park var. Yarımadanın sahilleri ise güzel kumsalları ile ünlü ve dalmak isteyenler için de oldukça popüler bir bölge.
Zapata’nın Guama bölgesindeki bir restoranda, lezzetli tavuğun yanında bir de Bucanero içtikten sonra nehirde teknelerle kısa ama çok eğlenceli bir yolculuk yapıyor Taino Köyü'ne varıyoruz. Yolculuk çok eğlenceli geçiyor çünkü teknenin üzeri açık ve yağmur yağıyor.
Taino’lar, bu toprakların İspanyolların soyunu kuruttuğu “Kolomb öncesi” sahipleri. Ufak su yolları üzerinde köprüleri ve yemyeşil doğasıyla köyden çok bir parkı andıran bu alanda Taino köyündeki gündelik yaşam canlandırılmış. Artık Taino kalmadığı için de yerlilerin heykelleri var. Biraz turistik olsa da görülmeye değer bir yer. Dalından koparılan bir Hindistan cevizinin suyunu içip yine teknelerle ve yine ıslanarak geri dönüyoruz.
Ardından bir timsah çiftliğinde timsahlara göz atıyoruz. Büyükçe bir alanda öylece yatan onlarca timsahtan bazılarını besliyoruz. İlginç bir turistik aktivite olsa da geçen yılın Ekim ayındaki Afrika seyahatimden beri çitle çevrilmiş bir alandaki hayvanları izlemek fikrinden pek hoşlanmıyorum.
Günün sonu yaklaşırken ve yine yağmur yağarken Havana’ya doğru yola düşüyoruz.
Zapata Yarımadası bildik Küba manzaralarından çok farklı, yolunuz düşerse keyifli olabilir ama illaki yolunuz düşsün der miyim, sanmıyorum.
Sürecek...