Letonya'nın Güzeli Riga

İstanbul’dan Riga’ya yaklaşık 4,5 saatlik bir uçuş sonrası ulaşıyoruz. Otelimize yerleştikten sonra kısa bir şehir turu yapıyoruz. Eylül ayındayız ama hava burada İstanbul’a göre çok daha soğuk. Hava daha erken kararıyor. Gökyüzü parlament mavisi.

Gece ilk olarak otelimize çok yakın olan İktisat Fakültesi binasını görüyoruz. Mavi-beyaz Art Nouveau tarzının Riga uyarlaması. Genelde Art Nouveau mimari daha sade ancak Riga’da daha süslü. Buna Jugenstil mimari tarzı deniliyor. Mavi-beyaz renkli İktisat Fakültesi olarak kullanılan binanın dış kısmı görkemli heykeller ve kabartmalarla süslü. “Mavi ev” diye bahsedilen bu bina Riga’nın simgelerinden biri.

Albert İlea yani Albert caddesi, Riga’nın en şık caddelerinden. Buradaki 1900’lü yıllarda yapılan binaların hemen hemen hepsi mükemmel bir mimari sergiliyor. Binaların alt katları 1. ve 2. katları daha sade, 3. ve 4. katları ise daha süslemeli, heykel ve kabartmalar daha çok kullanılmış. Bu güzel caddeden yürüyerek Hürriyet meydanına geliyoruz. Hava karardı, ancak gökyüzü parlament mavisi. Hürriyet meydanında, elinde ülkenin üç bölgesini temsil eden 3 yıldızı tutan bir heykel bulunuyor. Bu heykel 1934’te yapılmış. Gündüz buraları tekrar gezeceğiz.

Hürriyet meydanından ilerleyerek Liv meydanına geliyoruz. Burada görkemli Kültür Merkezi, Büyük Lonca ve yanında Küçük Lonca yer alıyor. Burası 14. yy.’da yapılmış, bugünkü halini ise 19. yy.’da almış. Liv meydanı aslında eski bir nehir yatağıymış. İki nehrin birleştiği yer. Buradaki surların meydana bakan yüzleri bitişik nizam ve ev şeklinde. Evler surlara dayanmış. Çatıları kale tarzı kulelerle dizayn edilmiş. Meydanın zeminindeki taş ve çimenlere deniz dalgası görünümü verilmiş. Çimenlerdeki “S”ler yer döşemesindeki taşlarda devam ediyor. Biraz ilerleyip ara sokağa daldığımızda Bremen şehrinin hediyesi Bremen Mızıkacıları heykeli karşılıyor bizi. İlk gecemizdeki bu kısa ve hızlı şehir turu oldukça doyurucu geçti. İlk izlenim olarak biz Riga’yı biraz Prag’a benzettik. Riga’da gece hayatı da çok renkli ve hareketli. Gece kulüpleri, barları, restoranları, striptiz kulüpleri ve gay barları ile ilgilenenlere pek çok seçenek sunuyor.

Ertesi sabah kahvaltı sonrası şehri gezmeye Belediye Meydanı’ndan başlıyoruz. Buradaki pembe renkli pasta gibi çok güzel bir yapı olan Blackheads (Karabaşlılar) binasına geliyoruz. İnsanda yeme isteği uyandıran bu bina da Riga’nın sembollerinden biri. Bina zenci yöneticisi olan bekar yabancı tüccarların kurdukları ticaret binası imiş. Özellikle 1580 ve 1886 yılları arasında burası aktif olarak bir ticaret merkezi imiş.

28 Haziran 1941’de bina Almanlar tarafından bombalanmış. 1948 senesinde kalan bölümleri Sovyetler tarafından yıkılmış. Günümüzdeki hali ise Riga’nın kuruluşu anısına 1995 – 1999 yılları arasında yeniden inşa edilmiş. İçinde “yıkılırsam beni yeniden yapın” yazıyormuş. Günümüzde bir bölümü Letonya işgal müzesi, ikinci bölümü turizm bürosu olarak kullanılıyor. Bina sanki film stüdyosu gibi.

Bu binanın tam karşısında ise Şehir Meclis Binası tüm ihtişamı ile duruyor. Biraz ileride, elinde cennetin anahtarı ile Aziz Peter karşılıyor sizi. Aziz Peter adına yapılan kilise kulesi ile ün kazanmış. Kilisenin ahşap kulesi 1941 Alman harbinde bombalanarak yandıktan sonra tekrar inşa edilmiş. Kulenin tepesinde horoz amblemi var. Kuleye asansörle çıkılıyor. Buradan şehrin manzarası mükemmel. Daugva nehri ve üzerindeki köprüleri objektiflerimize kaydediyoruz.

Şehri kuşbaşı görebileceğimiz diğer ikinci nokta da TV kulesi ve Reval otelin 26. katındaki Skyline Bar. Katedral’den inip meydanda bulunan cafelerde oturup meydanın keyfini çıkarabilirsiniz. Biz tercihimizi Amsterdam Cafe’den yana kullandık.

Ülkede kadın nüfusu erkeğe oranla çok fazla. Erkekler karaborsa. Bu nedenle de mini etekli, yüksek ökçeli hoş bayanları her yerde bolca görüyorsunuz. Cafelerde, restoranlarda, bar ve gece kulüplerinde ve özellikle masaj salonlarında hizmet veriyor bu güzel bayanlar.Özgürlük Anıtı bu meydana yürüme mesafesinde. Ülkenin 3 farklı bölgesini temsil eden anıt önünde 2 asker nöbet tutuyor. Her saat başı nöbet değişim törenleri yapılıyor.

Törenleri seyrederek biraz ilerideki parka geliyoruz. Park çiçek, heykel ve küçük köprüleri ile çok keyifli. Parktaki köprü pek çok Avrupa ülkesinde gördüğümüz asma kilitlerle dolu. Erkek nüfusu az olunca kilitten medet umuluyor anlaşılan. Evlenen çiftler evliliklerinin uzun sürmesini dileyerek asma kilitleri köprüye kilitleyip bir daha kimse açamasın diye anahtarı suya atıyorlar. Ancak kilit fayda etmiyor olsa gerek boşanma oranı çok yüksek ülkede.

Parkın bir köşesinde 1863’e tarihlenen bembeyaz sütunları ile Opera Binasını görüyoruz. Şehir bir masal şehri gibi.

Dolaşırken birbirinden güzel eserlere bakarken boynunuz tutulabilir. Gaudi Barcelona için ne ise, Mikail Eisentein de Riga için aynı. Bu masalsı binaların tasarımcısı olan Mikail Eisentein ünlü Sovyet yönetmen Sergey Eisentein’in oğlu. Şehirdeki binaların yarısından fazlası Sergey Eisentein imzalı. Bu şekerlemeye, pastaya benzeyen binaların mimarisine Jugenstil mimarisi deniliyor. Art Nouvaea’nın daha süslü ve renkli tarzı. Bir nevi Art Nouvea’nın Riga uyarlaması da denilebilir.

Yine böyle güzel bir meydan da, yürüme mesafesindeki Liv meydanı. Nehir yatağı üzerine kurulu bu meydanda yerdeki çimenler S şeklinde dalgaları anımsatacak şekilde biçilmiş. Bu sevimli meydanı akşam da görmüş, çok sevmiştik. Bu meydandaki Büyük ve Küçük loncaları gündüz gözüyle gördükten sonra biraz ilerideki Dome Katedrali’ne geliyoruz. Akşamları org konserlerinin yapıldığı katedral Unesco Dünya Mirasları listesinde yerini almış.

Karnımız iyice acıktı. İyi bir yemeği hakettik. Şehirde pek çok restoran var. Biz daha önceden ismini duyduğumuz Rozengrals Restoran’a gidiyoruz. Ortaçağ atmosferinde dizayn edilmiş Riga’nın en popüler restoranlarından biri. Restoran, Prens Charles da dahil olmak üzere pek çok ünlüyü ağırlamış. Burada geyik eti ve tavşan eti denedik, çok nefisti.

Aldaris binasında ise enfes çikolatalar yapılıyor. Burası, Hürriyet meydanına çok yakın mesafedeki bir çikolata dükkanı. Burada sıcak çikolata içip, Emhts Gustav çikolatalarımızı alarak pazar yerinde dolaştık. Amber seviyorsanız burası tam size göre. Fiyatlar da pek çok ülkeye göre çok makul. Keten örtüler, ahşap oyuncaklar, çikolata ve amber alınabilecekler arasında. Bir de Riga’ya has Black Balzam’dan mutlaka almalısınız. Black Balzam, 24 çeşit baharat karışımından yapılan yüksek alkollü bir içecek.

Kuzey Avrupa’nın en büyük çarşısı da Riga’da yer alıyor. 1. Dünya Savaşı’nda Riga’da zeplin üretilmiş. İşte bu zeplinlerin üretildiği 5 zeplin hangarı alışveriş merkezine dönüştürülmüş. Burası bal, tereyağı, balık, havyar, böğürtlen frenk üzümü gibi yiyeceklerin satıldığı bölümlerle, ucuz giyimlerin satıldığı geniş bir çarşı. Burada büyük markalar yok. Biz alışveriş için değil hangarı görmek adına uğradık.

Jurmala Balıkçı kasabası Riga’ya yakın bir mesafede. Riga’ya gelmişken burayı da görelim dedik. Biz Eylül ayında gittiğimiz için çok hareketli değildi. Yazın burası cıvıl cıvıl oluyormuş. Pek çok konserlere ev sahipliği yapan Jurmala kasabası, Baltıklar’ın en büyük tatil ve Spa merkezi olarak biliniyor. Bembeyaz kumsalların arkasında yemyeşil çam ormanları ile sevimli ve turistik bir kasaba.

 

Pek çok hediyelik eşya dükkanı, cafe ve restoran bulunuyor. Buradaki cafelerden birine oturup Black Balzamlı kahvelerimizi içtik. Beğendim. Zaten Irish Cream’lı kahveyi çok severim ona benziyordu lezzeti. Black Balzam sek içildiği gibi kahve ile de servis ediliyor.

Bir sonraki sabah Riga’dan Estonya’ya gitmek için yola çıktık. Rotamız Gauja Ulusal Parkı, Turaida kalesi, Sigirya kalesi, Cesis ve oradan Estonya’ya geçip Tartu’ya gideceğiz.

NURHAN YILMAZ

Yazar Hakkında

NURHAN YILMAZ

1951 İstanbul doğumluyum. Yıl içinde dönüşümlü olarak Sinop, Bodrum ve İstanbul’da yaşamaktayım.Küçük yaşlarda babamın mesleği gereği, Türkiye’nin pek çok farklı şehirlerinde yaşadım.