Lizbon Gezi Günlüğü

Sabah 06.00 Lufthansa ile Münih uçuşu için Esenboğa Havaalanı'na geldik. Münih'in karlı ve soğuk havasından sonra Lizbon için alçalmaya başladığımızda yüzünü gösteren güneş hem bedenimizi hem ruhumuzu aydınlattı. 
1. GÜN (26 Ocak 2015 - Pazartesi) Ankara-Münih-Lizbon
 
Lizbon'da havaalanındaki turist danışmadan 24 saatlik "Lisboa Card" aldık. Bankodaki güler yüzlü hanımefendi kartları hemen kullanmamamızı, çünkü o gün "Pazartesi" olduğu için birçok müzenin kapalı olduğunu söyledi. Böylece sıcakkanlı ve yardımsever Portekiz insanları ile ilk kez tanışmış olduk. Havaalanı çıkış kapısının 20 metre ilerisinden merdivenler ile metroya indik. Lizbon'da çok iyi bir şehir içi ulaşım alt yapısı var. Şehirde 4 ayrı renk (kırmızı, mavi, yeşil ve sarı) ve amblem ile belirtilen 4 ayrı metro hattı var. Ayrıca otobüsler, tarihi ve modern tramvaylar da şehir içi ulaşımı son derece kolaylaştırıyor.

Havaalanına işleyen tek hat olan kırmızı (vermelha) hatta S. Sebastiao yönüne giden metroya binmek için, gişeden 3 tane tek seferlik yeşil renkli biniş kartı aldık (viva viajem). Metroda tek biniş 1,40 Euro. Ancak kartınız yoksa ilk seferde 50 cent kart ücreti ödüyorsunuz ya da 6 Euro’ya 24 saat metro, tramvay ve otobüslerde geçerli dolum yapabiliyorsunuz. Kırmızı hatta 9. istasyon olan Alameda'da inip, bu kez yeşil (verde) hatta Cais do Sodre yönüne giden metroya bindik. Yeşil hatta 6 durak sonra Baixa-Chiado'da indik ve otelimizin bulunduğu Rua Garrett çıkışını takip ettik. Çok dik dört ayrı yürüyen merdivenden yeryüzüne çıkıp arkamızı döndüğümüzde otelimiz "Hotel Borges de Chiado" (Rua Garret, 108) yaklaşık 20 metre ilerimizdeydi.

Eşyalarımızı bırakıp hemen şehri keşfetmeye başladık. Otelin önündeki meydanın yanından geçen caddeden Tejo Nehri'ne (Rio Tejo veya Targus River) doğru yürümeye başladık. Tejo Nehri İspanya'da doğan ve Lizbon'da Atlas Okyanusu'na ulaşan bir nehir. Toplam 1038 kilometre uzunluğa sahip ve İber Yarımadası’nın en uzun nehri. Nehir kıyısına geldiğimizde hava günlük güneşlikti. Sıcaklık 18 derece civarındaydı. Ankara'nın kapalı ve soğuk havasından sonra güneş gözlüklerimiz gözümüzde önce San Francisco Golden Gate Köprüsü'nün bir kopyası gibi duran ve onu inşa eden mühendisler tarafından yapılan, ilk yapıldığında adını diktatör Salazar'dan alan ve daha sonra diktatörün devrilmesi ile adı o günün tarihi ile ölümsüzleşen 70 metre yüksekliğindeki 25 Nisan Köprüsü'nü gördük. Bu köprü 1966 da yapılmış. Tejo Nehri üzerindeki diğer önemli köprü olan ve 1998'de hizmete açılan, viyadükleri ve destek yolları ile birlikte 17,2 kilometreyi bulan Vasco da Gama Köprüsü'nü uzakta olduğu için ne yazık ki göremedik. Nehir kıyısında doğuya doğru yürüdük ve sahilde yatıp güneşlenen bir sürü insan ile birlikte manzaranın keyfini çıkardık.

Biraz daha yürüyünce Praço do Comercio (Ticaret Meydanı)'na ulaştık. Burası, 1755 Lizbon depremi ile yıkılan Ribeira Sarayı'ndan dolayı halen "Terreiro do Paço" olarak da biliniyor. Heykele ve çevredeki dükkânlara bakıp Rua Agusta takının altından Rua Agusta caddesine girerek kuzey yönüne Rossio Meydanı'na doğru yürümeye başladık. Burada birbirine paralel birçok cadde var. Tuk tuk denilen triportörler 10 Euro’dan (30 dakika) başlayan fiyatlar ile isteyene çevre gezileri yaptırıyorlar. Tuktuklar sanki biraz Uzakdoğu işi gibi duruyorlar. Yolun sonunda Rossio Meydanı'na çıktık. Meydan civarında seyyar arabalarda tuzlu kestane pişirenler gördük.
 

Önce akşam yemeğimizi yemeyi planladığımız (gezi sitelerinde çokça tavsiye edilen) A Licorista O Bacalhoeiro (Rua dos Sapateiros, 222, Tel: 213431415) lokantasından yer ayırttık. Lokanta akşam yemeği için saat 19.00'da açılıyor. Rossio Meydanı’ndan yukarı doğru yürüyerek Hard Rock Cafe'yi bulduk. Geri dönüp Starbucks'ta bir şeyler içtik. Rossio Meydanı'nın hemen doğusundaki Figueira Meydanı'na gidip 556 No.lu tarihi tramvaya bindik (bileti vatmandan alınca 2,85 Euro/kişi). Ahşap tramvayın gıcırtıları eşliğinde S. Jorge Kalesi ve Lizbon Katedrali'ni de kapsayan 20 dakikalık bir Alfama turu attık.

Akşam güneş battığında gündüzün sıcaklığı yerini ciddi bir soğuğa bıraktı. En sonunda akşam 19.00 oldu. Biz de lokantaya gittik. Ortaya (tavsiye edildiği üzere) ahtapot salatası,  somon ızgara, morina balığı fileto, karides söyledik. Yemek çok lezzetliydi ve üç kişi 35 Euro tuttu.
 
Artık yolları epeyce öğrendiğimizden, çok merkezi bir yerde olan otelimize yaklaşık 15 dakikada yürüyerek döndük. Otelin hemen önündeki meydanda siyahi gençler müzik eşliğinde akrobatik danslar yapıyorlardı. Biraz ilerideki büfeden çay içtim. Teşekkür etmek için İspanyolca "Gracias" dediğim büfeci çocuk bana "Obrigado"yu öğretti ve bunun daha iyi olduğunu söyledi. Sanırım iki komşu ülke arasında biraz çekememezlik var.
 
2. GÜN (27 Ocak 2015-Salı) Lizbon + Cascais
 
Kahvaltıyı otelde güzel bir salonda yaptık. İnce kesilmiş kaşar peynir, kutuda reçeller ve bal,  yumurta, kruvasan. Kısacası beyaz peynir ve zeytin yok ama bir sürü tatlı yiyecek. Otelde kalan yaklaşık 10 kişilik bir Türk grubu ile selamlaştık. Kahvaltıdan sonra Figueira Meydanı'nın köşesinden 15 numaralı tramvay ile Tejo Nehri'nin kuzey sahilini epeyce bir kat ettikten sonra Belem durağında indik. Lizbon kartlarımızı kullandığımız için şehir içi bütün ulaşım, asansörler, banliyö trenleri, Belem Kulesi ve Jerónimos Manastırı'na giriş ücretsiz. Bazı müzelerde ise belirli oranda indirimler var.

Parkın içinden yürüyüp alt geçitten yolun karşı tarafına Kâşifler Anıtı'na geçtik. Bu anıt Portekizli ünlü denizcilerin 15. ve 16. yüzyıllarda yaptıkları keşiflerin anısına dikilmiş ve yüksekliği 52 metre. 1940'taki ilk model, 1960'da şimdiki beton haline getirilmiş. Heykelde 30 ünlü kişinin figürleri yer almakta. Anıta gelirken yolun kıyısında bir amfibik araç duruyordu. Suya inince arkasında bulunan pervanesini kullanıyormuş. 90 dakikalık turunun 30 dakikası nehirde geçiyormuş ve ücret kişi başı 25 Euro. Güneşli havada anıtın birçok fotoğrafını çektik. Bazı karelerde 25 Nisan Köprüsü de fotoğraf karemizin içine girdi. Anıtın üstüne asansör ile çıkmak 4 Euro, Lizbon kartınız varsa 3 Euro. Batıya doğru yürüyerek birkaç yüz metre yürüyerek bu kez Belem Kulesi'ne ulaştık. Belem Kulesi girişi 6 Euro, Lizbon karta ücretsiz. Kule inşaatına 1515'de başlanmış, 1519'da tamamlanmış ve Vasco de Gama anısına yapılmış. Gotik stilin devamı olan Manuelin tarzında.
 

Belem Kulesi'nde yukarı katlara çıkan merdivenler çok dar olduğu için sinyalizasyon sistemi kullanılıyor. Gideceğiniz yönü gösteren ok yeşil olduğunda merdivenleri kullanıyorsunuz yoksa ters yönden gelenler ile aynı anda merdivenlerden geçmeniz mümkün değil. Kulenin en üst katından güzel bir manzara var. Bir yandan Tejo Nehri ve 25 Nisan Köprüsü, diğer yandan hemen önünüzdeki park ve arkada şehir görüntüsü. Bu manzarayı parkın kenarında pan flütü ile "My way" ve diğer güzel şarkıları çalan adam tamamladı.

Yolun üzerindeki köprüden karşıya geçip bu kez doğu yönünde ilerleyerek deniz müzesine (Museu do Marinha) ulaştık. Müzede birçok geminin maketi, mankenler üzerinde eski denizcilerin üniformaları ve çeşitli objeler sergileniyor. İlk holü gezdiğimizde bir görevli gelip bir şeyler anlatmaya çalıştı. Onun çok zayıf İngilizcesi, benim az biraz İspanyolcam ve el kol işaretleri ile bize yukarı çıkmamızı söyledi. Dediğini yaptığımızda bu kez Portekiz ticaret bahriyesinde kullanılan gemilerin maketlerinin olduğu büyük bir salona ulaştık.
 
Aşağı inip kaldığımız yerden Portekiz Harp Bahriyesi gemilerinin maketleri ve günümüze ait gemi ve deniz hava unsurları maket ve video gösterimi ile turumuzu tamamladık. Müzenin kafeterya ve hediyelik eşya dükkânına giderken planetaryumu gördük. Ancak bu dönemde sadece okullara toplu gösterim yaptıklarını söylediler.
 
Burada yemek de bulunuyor. Muhtemelen bal kabağından yapılmış tatlı bir çorba, morina balığından soğan ve karabiber ile yapılmış bir yemek ve tatlıyı kişi başı 12,5 Euro’ya yedik ve çok beğendik.
 
Yemeği yiyip enerji topladıktan ve dinlendikten sonra 100 metre ilerideki Jerónimos Manastırı'na yürüdük. 1501 yılında inşaatına başlanan katedralin inşaatı 70 yıl sürmüş ve her yıl 70 altın harcanmış. Manastır 1983 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Burasının girişi normalde 10 Euro manastırın hemen yanındaki kilisenin gezilmesi ise ücretsiz. Vasco da Gama'nın sembolik mezarı da bu kilisede bulunuyor.
 
Belem otobüs durağına doğru yürürken sol tarafta ünlü Belem Pastanesi önümüze çıkıverdi. İçerisi labirent gibi salonlardan oluşan, duvarları mavi fayanslar ile kaplı ünlü pastane. Mutfağı ve tepsilerdeki yüzlerce ürünü görebiliyorsunuz. Öğlen yemeğinde çok doyduğumuz için 3 tane Belem kurabiyesini (Nata) paketletip yanımıza aldık.
 
Gezimizin sonrası için Sintra'yı planlamıştık aslında. Yolda karakol görünce nasıl gideceğimizi soralım dedik. Bize Sintra'ya gitmek için geç olduğunu ama Cascais'e kolayca gidebileceğimizi söylediler. Ayrıca sırt çantalarımıza dikkat etmemizi, fermuarlı cebinden cüzdanı çalınan insanlar olduğunu belirttiler.

Yolun karşı tarafına geçip banliyö istasyonuna ulaştık ve ilk trenle batıya doğru sahil şeridinde yaklaşık 30 dakikalık bir yolculuk yaptık. Bu sırada sol tarafımızda Tejo Nehri, Atlantik Okyanusu ile birleşti. Sahil boyunca okyanusu ve güzel evleri görerek Cascais'e ulaştık. Tren istasyonundan çıkınca denize doğru yürüdük. Nefis bir kumsal bizi bekliyordu. İnsanlar pırıl pırıl güneşin altında altın rengi kumların üzerine uzanmışlar biralarını içiyorlar, bir kısmı köpeklerini gezdiriyordu.
 

Sahilde epeyce yürüdükten sonra bir kafede oturduk. Kahve ile natalarımızı yedik. İskeleye yürüyüp balık tutmaya çalışan bir adam ile konuştuk. Buralarda gelgitin 3-4 metreyi bulduğunu söyledi.
 
Dönüşte hava karardığı için manzarasız döndük. Son durak Cais do Sodre istasyonundan, yeşil hatta Telheiras yönünde binip otelimizin önünde çıktık.
 
Gezinin Porto şehrinde geçen 3. günü için tıklayınız: gezimanya.com/GeziNotlari/porto-gezi-gunlugu
 
4. Gün (29 Ocak 2015-Perşembe) Lizbon + Sintra
 
Yağmur yağmaya başladı. İncecik bir yağmur hani çisil çisil derler ya, aynen öyle. Olsun bu bizim gezme azmimizi kıramazdı. Rossio Meydanı'nın yanında Starbucks'ın arka tarafı meğer tren istasyonuymuş. Geçen gün fark etmemişiz. Sintra yönüne giden trenler buradan kalkıyor. Gişeye gelip bilet sorduk. 24 saat kullanılan biletler 6 Avro, gidiş dönüş 4,8 Avro. Ben onu 8 Avro anlayınca 3 tane 24 saatlik bilet istedim. Gişedeki yaşlıca görevli ise zayıf İngilizcesi ile bana gidiş-dönüş bileti almamın daha ucuza geleceğini anlatmaya çalıştı. Şu Portekizliler gerçekten yardımsever insanlar. Kartlarımız olduğu için sonuçta toplam 14 Euro’ya Sintra gidiş dönüş biletimizi alıp her 15 dakikada bir kalkan banliyö trenimizi beklemeye başladık.
 
Yol yaklaşık 36 dakika sürüyor. Bu arada uzaktan tarihi bir su kemerinin kalıntılarını gördük. Yağmur ile birlikte sis de vardı. Sintra İstasyonu da fotoğraflanmaya değer. İstasyonda ellerinde haritalar ve resimler olan gençler etrafımızı kuşattılar. Bunlar özel tur düzenleyenler. Bir kısmı minibüs ile gezdiriyor, 90 dakika kişi başı 25 Avro. Renault Twizy gibi 2 kişilik konuşan arabanın 90 dakikası 35 Avro. Pahalı geldiği için onları tercih etmedik. İstasyondan çıkıp yürümeye başladık.
 

Bir otobüsün üzerinde 5 Euro’ya tur yazısını gördük. 434 numaralı otobüs Moore Kalesi, Pena Manastırı, Nacional Palace’ı kapsayan 5 duraklık küçük turu (sarı tur) hop on hop off şeklinde yapıyor. Otobüse binip Sintra'nın sisli, dar, ormanların arasından geçen kıvrımlı yollarında ilerlemeye başladık. Pena Palace girişi kişi başı 28.5 Avro. Sis yüzünden bir şey göremeyeceğimiz için Moore Kalesi’nde inmedik. Nacional Palace'da inip önce bir kafe-dükkân karışımı bir yere girdik.
 
Ara sokaklara dalıp fotoğraf çektik, dükkânlara baktık. Sis hala açılmadığı için sarayın meşhur kuleleri bile ortada yoktu. Yollarda sislerin arasından sanki zombiler fırlayacakmış gibi ürperdik. Sintra'ya daha güzel bir havada gelip tüm gün gezmek gerekli diye düşündük.
 
Yine otobüse binip istasyonda indik. Lizbon'da metrolara girişte kartınızı giriş turnikesinde okutuyorsunuz, sonra metroda biletçi kontrol ediyor, çıkış turnikesinde bir kez daha okutuyorsunuz. Ben, ya buna ne gerek var diye düşünürken bir istasyonda 3 çocuk birbirlerine yapışarak turnikeden birlikte geçince durumu kavradım.

Balık yemek istediğimiz için yine ilk akşamki lokantaya gittik. Patates köftesi gibi bir şeyi getirip masaya bıraktılar. Garson adına "codfish cookie" dedi. Portekizcesi "Pastais do Cabalhau". Oldukça lezzetli. Ama ikram zannetmeyin. Çünkü hesap geldiğinde bunun için 4,5 Euro yazdıklarını gördük. Levrek ve biftek yedik. Ben sos isteyince süt ve kahveden yapılmış bir sos getirdiler, lezzetli gerçekten. 
 

Çıkışta kaleye tırmandık. Alfama'nın dar sokaklarında yürüdük. Kale M.Ö. 6. yüzyılda İberler ve Keltler tarafından yapılmış. Ardından Lizbon Katedrali'ni (Se Katedrali) gezdik. Bu katedral 1147 yılında inşa edildikten sonra birçok depreme ve yenilemelere maruz kalmış bir yapı. Sonra Bairro Alto'ya gittik. Otele bu kadar yakın olduğunu bilmiyorduk. Ölü sezon olduğu için Fado tiyatroları kapalıydı.
 
Fado restoranları ise açık. Adını çok duyduğumuz "Luso"'yu bulduk (Travessa da Queimada, No: 10-16,Bairro Alto, Tel:+351.213 422281). Program 20.30'da başlıyor ve 2 saat sürüyormuş. İlk saat fado, ikinci saat dans gösterisiymiş. Bedeli yemek dâhil 30 Euro. Yemek almaz bir şeyler içerseniz 25 Euro. Ayrıca 22.30’da başlayıp sadece fado söylenen gösteri 16 Euro. Kapıdaki adam bu binanın 300 yıllık olduğunu ve efsane fado sanatçısı Amelia Rodriquez'in de burada şarkı söylediğini belirtti. Zaten girdiğimiz birçok dükkânda Amelia Rodriquez'in şarkılarını çalıyorlardı.
 
5. Gün (30 Ocak 2015-Cuma) Lizbon-Münih-Ankara
 Oteli ödeyip (3 yıldız, 4 gece, 3 kişi, kahvaltı dahil 316 Euro) metro ile havaalanına gittik. Havaalanında Ankaralı Gezginlerin P.K. 143 Ulus, Ankara, Türkiye adresine bir posta kartı attık. Münih aktarması ile gece 23.30'da Ankara'ya indik. Çok güzel bir gezi oldu. Portekiz deyince pasta, balık, tramvay, nehirler, sıcakkanlı yardımsever insanları ve güneşi her zaman hatırlayacağız.