Denver'da başlayan Amerika maceramızdan sonra Indianapolis'te 1 gün kaldık ve New York'a doğru yola çıktık. Ohio-Pensilvanya derken New York eyalet sınırlarına girdik. Ben kullanıyorum arabayı ama gözüm yoldan çok başka yerlerde. Hava yeni yeni kararıyor ve o an... Muhteşem New York silüeti karşımda! İnanılmaz gözüküyor. Bu arada gideceğimiz adresleri hep Iphone haritalar uygulamasıyla buluyoruz sıkıntısız. Derken şehre girmek üzereyiz. Uzun bir tünelden geçiyoruz (Stallone’nin bir filmine konu olmuştu ). Tünel ücreti yanlış hatırlamıyorsam 10 Dolar'ın üstündeydi. Queens’te bir arkadaşımızın evinde kalacaktık. Kendileri Türkiye’deydi ama bize ısrarla anahtarı vermişlerdi. Queens’e gitmek için şehrin tam ortasından geçtik; Manhattan’dan. Kafam yoldan çok başka şeylerde... Hayretle dışarısını izliyorum.

Evdeyiz uzun bir yoldan sonra... Yerleşme, yemek derken uyuyoruz. Ertesi sabah Manhattan’a gideceğiz. Arabayla gitmeyelim metroyla gidelim kararından sonra adres bulucumuz Iphone’dan en yakın metro istasyonunu buluyoruz. 63 Dr. Rego Park metro istasyonu. 15 dakikalık yürüyüşten sonra buluyoruz. 23 dolara haftalık metro kart alıyoruz 1 hafta boyunca metroya sınırsız binmek üzere. R hattına binerek yaklaşık 35 dakika süren yolculuktan sonra 5. Ave. İstasyonu'nda iniyoruz. Metro istasyonları bizdeki gibi magma tabakasında değil. 1 kat aşağıya in tamam. Zaten dışarıda ızgaralardan baktığınızda aşağıdan metronun geçtiğini görebiliyosunuz. Ayrıca aynı anda 4 metro geçebiliyor yan yana. Yani sizin anlayacağınız metro ağı çok iyi. Ama çok eski olduğu için bazı istasyonlar ürkütücü. Neyse yukarı çıktık ve o meşhur 5. Cadde'de yürüyoruz.

Bol bol fotoğraf çekiyorum tabi. Her taraf devasa binalar, her yer turist. Sanki bir karnavalın ortasında gibiyiz. Adım başı Starbucks... Bu gün herhangi bir planımız yok serbestiz. 5. Cadde boyunca yürüyoruz. Bir kilisye girdik ve çok güzel bir Apple küresini ziyaret ettik.

Derken karşımızda devasa Empire State binası... Hadi çıkalım dedim. Baldızım "ben hayatta çıkamam, ölürüm korkudan" diye istemedi. Eşim "ben geçen yaz çıktım ama çok korkutuğum halde senin için bir kez daha çıkarım" diye duygu sömürüsünü de yaptıktan sonra binanın girişinde elinde pos cihazlarına benzer aletler bulunan gençlerden bilet alacağız. Türk olduğumuz için hemen pazarlığa başladık.

1 kişi 27 dolar tutan fiyattan indirim yapmadılar ama 3 tane gemi turu hediye ettiler ertesi gün için. Biletimizi alıp baldızı Starbucks'a bıraktıktan sonra Empire State binasına girdik. Çok kalabalık değildi, geçen yaz eşim yarım saatten fazla beklemiş girmek için. 20 dolara fotoğraflarımızı çektirdikten sonra (mecburi değil, istemezseniz almayabilirsiniz) 80 katı yaklaşık 56 saniyede çıkan bir asansöre bindik. İnip 6 kat daha çıkmak için başka bir asansöre binecektik ama çok sıra olduğu için yürüyüp o muhteşem New York manzarasını gördüm. 86. katta önünüzde cam olmadan (demir var) New York ayaklarınızın altında. Her yeri görüyosunuz. Çok sert rüzgar vardı ve bina hafiften sallanıyordu ki normalmiş. Eşim başladı korkmaya ve ben iniyorum, seni kendi haline bırakıyorum ne halin varsa gör tarzında bakışla hızla arkasına bile bakmadan kaçtı. Kaldım tek başıma. 4 tarafını dolaşıp bol bol fotoğraf çektim.

Hava kararmak üzere... Ben de havanın iyice kararmasını bekliyorum ki New York’u bir de gece göreyim diye. Burada belli bir süre yok. İstediğiniz kadar kalabiliyorsunuz Empire State binasında.. Gecesi de muhteşemmiş. Harika fotoğraflar çektikten sonra aşağıya, beklemekten sıkılmış eşim ve baldızımın yanına dönüyorum inanılmaz keyif alarak.

Çok fazla geceye kalmamak için yemeği evde yeriz diye dönüşe geçiyoruz. Malum gece metro yolcuğu hep ürkütücüydü filmlerde. Fakat hiç alakası yok aksine eğlenceli bile. Ertesi gün hediye verilen gemi turumuz için tekrar yola çıkıyoruz. Bu arada eczaneye giriyoruz fakat niye girdiğimizi bilmiyorum, baldızım ve eşime soruyorum ağrı kesici falan aldık diyorlar (gerçekte ne aldıklarını birazdan yazacağım).

Gemiye biniyoruz siyahi ablanın biri hiç susmadan bir şeyler anlatıyor bol bol. Özgürlük Heykeli ve Brooklyn Köprüsü ,le haşır neşir olduktan sonra yaklaşık 3 saat süren gemi turumuz bitiyor. Bir önceki gün 5. Cadde'de yürürken genç bir Türk bize yemek kartı veriyor. Abi buraya gelip yemek yerseniz ben de bahşiş kazanıyorum diye bir Türk restoranının kartını verdi. Yanlış hatırlamıyosam Antalya Kebap'tı ismi. Oraya yemeğe gidiyoruz. İskender yedim ama beğenmedim. Genelde Amerika'daki etlerde tat yok zaten. Helal etten tutun en iyi marketteki en güzel ete kadar yedim ama beğenmedim. Akşam olmak üzereyken yürüyoruz derken yine Empire State binasının hemen altındaki Starbucks'a girdik. Kahvelerimizi alıp biraz dinlendikten sonra Time Square'e gideceğiz.

Bütün New York fotoğraflarında ve filmlerinde mutlaka olan büyük digital reklamların olduğu yer. Ben Starbucks'ta oturuken baldızım ve eşim tuvalete gittiler. Bayağı bi süre sonra geldiler. Tam nerede kaldınız diyecektim ki bana en çok duymayı istediğim ama duyunca afalladığım cümleyi kurdu baldızım! Hadi bakalım BABA oluyorsun : ) Eşime baktım bir an o da çok şaşkındı. Sonra hadi bırakın şakayı da gidelim geç kaldık gibi bir cümle kurmuşum ama hatırlamıyorum. Nereden çıkardınız falan derken meğerse o eczaneden hamilelik testi almışlar. Tabi şaşkınlık ve sevinç aynı anda tavan yaptı!

Ağzımız bir karış açık Time Square'i dolaşıyoruz, bol bl fotoğraf çekiyorum. Çok kalabalık. Gemi turunda kafamdan Hudson Nehri'ne uçan şapkamın yerine bir şapka almak için Polo'ya giriyoruz ama inanılmaz kalabalık ve zar zor bir şapka alıyorum. Hemen yanındaki Disney mağazasını gezdikten sonra 42. Cadde metro istasyonundan eve gitmek için metroya bindik. Dönüşte tekrar bir test aldık emin olmak için ve artık baba olacaktım Allah'tan bir mani çıkmazsa. İşte bütün her şey o andan itibaren eşim adına değişti. Dolayısyle bizim adımızı da...

Ertesi gün, benim sıkça Discovery kanalında seyrettiğim ''Pastacılar Kralı'' diye müthiş pastalar yapan adamın pastanesine gitmeye karar verdik. Hoboken diye New Jersey'de bir yer. Adresini İstanbul'dayken Iphone'a yüklemiştim zaten. Metroyla merkeze geldikten sonra bizim İETT gibi, otobüslerin kalktığı bir 6-7 katlı terminali bulup 112 numaralı otobüse biniyoruz. Yarım saatlik yolculuktan sonra varıyoruz Carlo's Bakery'e... ;çerisi çok kalabalık. Pasta ustası abimiz maalesef yok. Pastamızı yiyip dönüyoruz. Ama Central Park'ı ziyaret etmezsek olmaz.

Central Parka'ta biraz hayal kırıklığına uğradım ama insanlar aynı filmlerdeki gibi... Koşanlar, bisiklet binenler, yatanlar, bikinileriyle şortlarıyla güneşlenenler kimse kimsenin özeline karışmıyor. Ben yine sincap besliyorum elimdeki gofreti vererek. Derken Amerika'da ilk yağmura yakalanıyorum ama iyi yağıyor. Bir ağacın altına sığınıp dinmesini bekliyoruz. Çimenlere uzanıp dinlenme hayalimiz bir anda bitiyor. Kısa süren yağmurun ardından Central Park turumuzu sürdürüyoruz en son çıkarken muhteşem keman çalan genç bir kızı uzun süre dinliyoruz parkta. Saat bayağı geç oldu eve dönüyoruz.

Geceleri New York yollarındaki ızgaralardan acayip bir buhar çıkıyo sebebini bilmediğim. Hatta ızgaraların üstüne kocaman boru koyup etrafını çeviriyorlar araç çarpmasın diye çünkü yolun tam ortasında.

Yine yorgun şekilde evdeyiz. Ertesi gün o meşhur Brooklyn Köprüsü'nde yürümek üzere çıkıyoruz yola. Her zamanki gibi kısa bir tur yapıyoruz merkezde, kahveden nefret eden ben burada kahveye aşık oldum resmen.

Kahvelerimizi elimize alarak Brooklyn Köprüsü'nde yürüyoruz yavaş yavaş. İnanılmaz güzel bir New York manzarası var. Çoluk çocuk hoplaya zıplaya yürüyorlar köprüden. Bu gün fazla aktivite yapamıyoruz. Eşim hamile olduğunu öğrendikten sonra kendini frenledi ve hamilelik yaşamış kadınların bileceği bir durum olan aşırı hassas ve duygusal bir döneme girdi. Ertesi gün eşim rahatsızlandı bu hamilelik durumundan dolayı... New York'a geldiğimizde ilk işimiz komşu edinmek olmuştu. Bizim gibi sıcakkanlı olan İtalyan bir aileyle hemen kaynaşmıştık daha ilk günden. Onların da yeni bebekleri olmuş. Hemen onlara sorduk iyi bir doktor var mı diye. Sağolsunlar vatandaşları olan Dr. Pescorio'nun adresini verdiler ve bu sefer arabayla gitmek zorundaydık doktorun muayenehanesine. Orası da hemen Central Park'ın yanındaydı yani merkezde. New York'un trafiğine de sonunda girmiş olduk. Yol kenarında saati 2 dolar olan otoparklarda yer olmayınca 2 saati 42 dolar olan park yerine mecburen aracımızı park ettik. Kısa boylu, bizdeki sünnetçi çantası gibi çantası olan Prof. Pescorio kontrollerden sonra birkaç test yaptı, 2 saat sonra test sonuçları çıkınca sizi ararız gelirsiniz daha detaylı konuşuruz diye ayrıldık. Bu arada muayene ücretleri ciddi pahalı. Genelde sağlık sistemi çok pahalı burada. Sağlık sistemiyle ilgili notlarımı yazımın devamında yazacağım.

Dedik 2 saat var gidelim Central Park'a geçen yapamadığımız çimenlere uzanma olayını yapalım bari. Aldık yemeklerimizi, içeceklerimizi 2 adım ötedeki Central Park'a gittik. Tabii Türk her yerde Türk. Biz adamlar gibi değiliz ki... Yemeğin ilerleyen dakikalarında kendimize baktığmızda bildiğin Belgrad Ormanı'na gelmiş gibi piknik yapıyoduk. Bir atlet-terlik yoktu üstümüzde : ) 2 saat sonra doktorun yanına gittiğimizde herhangi bir sorun olmadığını söyledi. Rahatlamıştık. Ama doktorun söylediği tek şey vardı; relax relax relax. Stres yok. Yeni hamile olanlara duyurulur. Stresten uzak durun. Eve döndüğümüzde yorulmuştuk ve New York'tan ayrılmaya karar verdik. Çünkü eşim panik atak hastası olduğu için New York yerine daha çok tanıdığmızın, dostumuzun olduğu kendini daha güvende hissedeceği Indianapolis'e dönmeyi çok istedi.

Biz de her ne kadar, daha New York'un birçok yerini gezemediğimiz için üzülsek de tekrar geliriz diye kendimizi avutup dönüşe geçtik ertesi gün. Rutin yolculuktan sonra Indianapolis'e, arkadaşlarımızın yanına vardık. Ramazan olduğu için ertesi akşama iftara davetliydik bir Türk ailesine. Sağolsunlar bizi çok iyi ağırladılar. Yabancı ama Müslüman olan başka kişiler de davetliydi iftara. Kalabalık ve güzel bir akşamdı.

Eşim, hamilelikten dolayı biraz rahatsız olduğu için evde dinlenmek zorunda kaldı ve gezmeye çıkamadık maalesef. Sağlık her şeyden önemli derken eşim ciddi bi rahatsızlık geçirdi. Bir önceki gün iftara gittiğimiz dostlarımızın 2 küçük şirin kızları olduğu için hemen onu arayıp hastane sorduk ve Clearvista Women Care isminde bir hastaneye gittik Indianapolis'te. Bunları niye anlatıyorum derseniz şimdi biraz sağlık siteminden bahsedeyim. Burada bizdeki gibi SSK tarzı bir şey yok. Özel sağlık sigortası var. O da hastane ücretinin tamamını kapsamıyor. Devlet hastanesi yokmuş bize söylendiğine göre, bütün hastaneler özel. Ama insanlara davranışları o kadar muhteşem ki... Hasta olduğunuzu unutuyorsunuz. Daha acilin kapısından girer girmez hemen bir görevli gelip sizi tekerli sandalyeye oturtup hastanede kaldığınız süre boyunca gerekli haller dışında ayağa kaldırmıyor. Doktorlar, branşlarının dışında ilk önce psikolog sanki... Sizi rahatlatmak için ellerinden geleni yapıyolar. Bütün bunlar kişi ayırt etmeksizin yapılıyor. Paranız var veya yok fark etmiyor.

Çok eğlenceli ve iyi bir doktor eşimle ilgilendi. İngilizceyi çevirmesi için kimseye, hatta bana bile güvenmediği için telefona tercüman bağlattı. Eşime birkaç test ve muayeneden sonra her şeyin yolunda ve iyi olduğunu söyledikten sonra yaklaşık 5-6 saatin sonunda hastaneden ayrıldık. Gelelim hastane masrafına... Burada fatura daha sonra adresinize geliyor. Siz faturaya itiraz edip pazarlık yapabiliyormuşsunuz. Ama biz vize alırken sağlık sigortamız olduğu için yaklaşık 2.800 dolar tutan faturayı sigortamız karşıladı. Yani burada sağlık çok pahalı. Hasta olmayın : )

Indianapolis'te 2 gün daha kalıp fakat eşimin rahatsızlığından dolayı çok gezemediğimiz Amerika seyahatimiz bitmek üzere... Dostlarımıza hediye almak için biraz tura çıkıyoruz eşimle... Gerçi New York'tan bayağı bir aldık ama buradan da almak lazım. Öncelikle şunu belirteyim birçok ülkeye göre Amerika'da birçok şey ucuz. Örnek; magnet 1-2 dolar, Berln'de 4 Euro, Milano'da 5 Euro. Indianapolis, Greenwood'da bizdeki gibi büyük bir outlet var. Burada birçok ünlü markanın outleti var.

Birkaç şey aldıktan sonra Tj-Maxx ve Marshall mağazalarını ziyaret ettik. Gayet ucuz ve makul. Dostlarımın asıl siparişi olan elektronik alışverişi için Best Buy isimli elektronik markete gittik. Buradaki elektronik marketler gibi aynı. Ama fiyat olarak ciddi uygun bize göre. Alışverişi bitirip en son ve tekrar bi Apple mağazasına uğrayıp bir şeyler almazsak olmazdı.

Gün boyunca alışveriş işini halledip eve döndük. Ama eşim yoktu yanımda, hastaydı hala. O yüzden Indianapolis'i fazla gezemedik. Hatta uçağımız Şikago'dan olduğu için bir gün önce Şikago'ya gidip oradaki dostlarımızda kalıp Şikago turu yapacaktık fakat hastalık ve hamilelik bütün planlarımızı bozdu. Ertesi gün Şikago'ya oradan da İstanbul'a yani çok özlediğimiz memleketimize doğru yola çıkacaktık. Indianapolis-Şikago arası yaklaşık 3-3,5 saat. Ayrıca 1 saat de fark var. Artık Indianapolis'teki dostlarımıza veda vakti...

Vedalar hep hüzünlüdür benim için. O yüzden kısa tuttuk. Saat 15.00 gibi yola çıktık. 19.00 gibi Şikago O'hare Uluslararası Havalimanı 5. Terminal'e vardık. Valizleri verip check-in yaptırdıktan sonra baldımızla vedalaştık. Eşim için zor oldu tabi veda. 22.05'teki uçağımızı bekliyoruz. Tam vaktinde kalkıyoruz. Goodbye macera dolu özgürlükler ülkesi... Tekrar görüşmek üzere diyorum uçağın penceresinden ışıl ışıl Şikago'ya bakarken...

Umarım uzun yazımdam dolayı sizleri sıkmamışımdır. Bir sonraki seyahat anımda görüşmek dileğiyle... Teşekkürler!

Selim ARICI

Yazar Hakkında

Selim ARICI

Gezmeyi ve Değişik yerleri görmeyi çok seviyorum..