Manisa, Spil Dağı ve Ağlayan Kaya

İzmir’e karayolu ile giderken defalarca yanı başından geçmiş olduğum Manisa’dayım bu kez. Yıllar önce bir durak noktası olarak konakladığım kent, o zamanlar pek etkilememişti beni. Belki gece olduğundan, belki de bir an önce gitmek istediğim noktaya varma isteğimdendi bu. Ama bu kez zaman ayırdım ve Manisa’yı karış karış gezdim. İşte Manisa izlenimlerim…

Ege Bölgesi’nin ulaşım bakımından önemli bir noktası olan Manisa İzmir’e 36 km mesafede olup, Spil Dağı ile Gediz Nehri arasında yer alıyor. Sadece karayolu olarak değil demiryolu olarak da bir kavşak noktasında. Ankara’ya Mavi Tren, İzmir’e İzmir Ekspresi, Eskişehir’e Ege Ekspresi, Bandırma’ya Marmara Ekspresi ve Uşak’a Uşak Ekspresi hep Manisa’dan geçiyor. Hatta Diyarbakır’a kadar giden posta treni de Manisa’dan geçiyormuş.

Kente yaklaşırken büyük bir Atatürk anıtı karşılıyor ziyaretçileri.

Manisa’yı ilk kuranların Yunanistan’ın Teselya Bölgesi’ndeki Pelion Dağı’ndan göç eden Magnetler olduğu tahmin ediliyor. MÖ 1450 – 2000 seneleri arasında Hititler’in etkisinde kalan kent daha sonra Romalılar’ın eline geçiyor. Osmanlı egemenliğine girişi ise 1391 senesinde Yıldırım Bayezid sayesinde oluyor. Ancak Ankara savaşı sırasında elden çıkan kent, 1412 senesinde Çelebi Mehmed tarafından tekrar Osmanlı topraklarına katılıyor. Burası Saruhan Sancağı haline getiriliyor. Özellikle 1437-1595 yılları arasında Osmanlı şehzadelerinin saltanat tecrübesi kazandıkları önemli siyasi merkezlerinden biri oluyor.

8 Eylül 1922’de Manisa’nın düşman işgalinden kurtuluşundan sonra 1923’te “Saruhan” ismi ile şehir oluyor. İsmi “Manisa” olarak 1927 senesinde değiştiriliyor. Kentte yer alan Saruhan Mahallesi ise adını Saruhan sancağı döneminden alıyor.

Saruhan Mahallesi şehrin en eski yerleşimlerinden. Kente hakim bir manzaraya sahip.

Ancak ben gittiğim dönemde halen bölgede restorasyon çalışmaları devam ettiğinden mahalle oldukça harap durumda idi. 

Bu mahallede yer alan en önemli yapı Ulu Cami. Ulu Cami 1366 senesinde Saruhanoğulları Beyliği hükümdarı İshak Çelebi tarafından yaptırılmış. Mimarı ise Emet bin Osman imiş.

Caminin avlusuna istiridye motifli bir kapıdan giriliyor. Avlunun ortasında bir çeşme yer alıyor.

Avlunun sağında kalan alanda Kur’an kursları düzenleniyor. Yapı içerisindeki minber, Beylikler dönemindeki Türk ahşap oymacılığının en güzel örnekleri arasında gösteriliyormuş.

Caminin manzarası güzel olduğundan, hemen dışında da çok sayıda çay bahçesi yer alıyor. Bunlar arasında en dikkat çekici olanı ise İshak Paşa Külliyesi Ulu Cami-i Şerif Tarihi Kıraathanesi… Ben bir kıraathaneye cami adının verilmesine pek anlam veremedim ama, vardır bi bildikleri diyerek yoluma devam ettim.

Yine bu kıraathaneye ait ilginç bir tabela daha vardı. Karayollarının koyduğu TEK YÖN tabelası altında “Dünyanın sonu gelecek! Hala bizim çayımızı içmediniz!” mesajını içeren bir tabela daha koymuşlar…

Mahalleden yavaş yavaş aşağıya inerken üzerinde “Bu su Ulu Cami suyudur” yazan Vak Vak Çeşmesini görüyorum.

Hemen karşısında ise 14.yüzyıla tarihlenen Seyid Hoca Mescidi yer alıyor.

Bunu biraz geçince çok bakımsız kalmış olan İlyas Bey Camisi ve hemen yanı başında Manisa’nın vazgeçilmezlerinden olan ve her günün her saati dolup taşan kahvehanelerden birini görüyorum.

Tekrar arabaya binerek Spil dağı yönüne doğru gidiyorum. Spil Dağı Milli Parkında, yüzün üzerinde endemik bitki ve 70 çeşit şifalı bitki yer alıyor. Bunlar arasında en önemsi küçük orman açıklıklarında ve dere tabanlarının düzlüklerinde kümeler halinde yetişen ünlü Manisa laleleridir. Manisa Lalesi olarak bilinen bu laleler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Manisa’nın şehzadeler tarafından yönetildiği yıllarda, İstanbul’a götürülerek İmparatorluk tarihinde bir döneme adını vermiş. Milli Park aynı zamanda hayvan çeşitliliği açısından da bir hayli zengin. Kınalı ve çil keklik burada nadir görülebilen hayvanlar arasında. Milli park içinde bir de geyik koruma ve üretme sahası ile Keklik Üretme İstasyonu yer alıyor. Spil Dağı’nın Atalanı mevkiinde, çadır ya da karavan ile kamp yapmak ta mümkün.

Spil dağı mili parkının girişinden aşağıya doğru inerken meşhur Niobe Ağlayan Kaya ile karşılaşıyorum.

Niobe, mitolojideki trajik karakterlerden biri olup, Zeus’un oğlu Lydia Kralı Tantalos’un kızı. Thebal kralı Amphion ile evliliğinden 7 erkek, 7 kız çocuğu olmuş. Bu arada tanrıça Leto’nun ise sadece 2 çocuğu varmış: kehanet ve müzik tanrısı Apollon ve vahşi doğa, ay ve ölüm tanrıçası Artemis.

Efsaneye göre bir Leto şenliği sırasındaNiobe çocukları ile gururlanarak sadece 2 çocuğu olan Leto ile alay etmiş. Bunun üzerine apollon ve artemis okları ile Niobe’nin tüm çocuklarını öldürerek intikam almışlar. Çok üzülen Amphion çocuklarının öldürüldüğü yerde intihar etmiş. Niobe de bu acıya dayanamayarak en küçük kızının bedenine sarılarak ağlamaya başlamış ve Spil dağı eteklerinde taşlaşmış.

Bu efsaneden Herakles destanında da bahsedilmiştir. Aynı zamanda pek çok sanat eserine de konu olmuştur.Ağlayan Kayanın bulunduğu yerde bir de antik tiyatro var. Burada yaz aylarında belediye tarafından açıkhavada film gösterileri yapılıyor.

Bu bölgeden kent merkezine doğru giderken sol tarafta 1484 senesinde yapılmış olan İvaz Paşa Camiyi görüyorum.

Yine aynı bölgede çok sayıda mescit ve hamam da yer alıyor.

Ardından kentin en önemli yapılarından biri olan Sultan Cami ve Külliyesine ulaşıyorum. Bu cami Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa sultan tarafından yaptırılmış. Bu nedenle caminin bulunduğu park içerisinde Hafsa Sultan’ın büstü yer alıyor.

Cami kapısında yer alan kitabede “Yavuz’un hanımı ve kudretli sultan Süleyman’ın annesi bu camii Allah için ve secde edenler için inşa ettirdi. Tarihte eşi ve benzeri görülmeyen bu cami allah’tan korkanlar ve Allah’a hamdedenler için yaptırılmıştır” yazmaktaymış.
Gerçekten cami hem büyüklüğü hem de süslemeleri ile göz kamaştırıyor.

Ardından bu caminin karşı çaprazında yer alan Muradiye camiye gidiyorum. Burası Sultan cami kadar göz kamaştırıcı olmasa da yine de oldukça etkileyici. 1583 – 1585 seneleri arasında 3. Murat tarafından Mimar Sinan’a yaptırtılmış.

Son olarak ise iki cami arasında yer alan Saruhan Bey heykelini ve Saruhan Bey türbesini görüyorum. Oldukça sade bir yapı.

Termal kaynakları çok zengin olan Manisa’nın hemen her yerinde kaplıca merkezleri de bulunmaktadır. Manisa’ya özgü mesir macunu almadan, Manisa köftesi yemeden buraya veda etmemek gerek.

TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni