Yanlış duymadınız, Kapadokya değil “Kuladokya”… Nedir, derseniz çok fazla bilinmese de bu bölgede tamamen doğal, Kapadokya benzeri, müthiş kaya oluşumları, peribacaları olduğunu biliyor muydunuz?
Gördüğünüzde inanamayacağınız güzellikteki bu kaya oluşumları, şiddetli sağanaklar, kuvvetli rüzgârların gevşek yapılı kayaları aşındırması sonucu oluşmuş jeomorfolojik şekiller.
Mutlaka gidip görülmesi gereken cennet ülkemizin doğal güzelliklerinden biri daha.Yanık ülke adı nereden geliyor derseniz, yaklaşık 2.000 yıl önce yöreyi dolaşan Amasyalı Anadolu tarihçisi Strabon, Kula bölgesine “Yanık Ülke -Yanık, yanmış arazi” anlamına gelen “Katakekaumene” adını vermiş ve “Burada hiç ağaç yok, toprağın yüzü küllerle kaplı, dağlık ve kayalık olan ülke sanki yangından olmuş gibi siyah renkte" diye anlatmış, artık az da olsa yeşil de var…
2012 senesinde “Tabiat Anıtı” olarak tescil edilerek sit alanı ilan edilen ve koruma altına alınan bölge, Avrupa’nın 58. dünyanın ise 100. jeoparkı unvanı kazanmış.
Gediz Vadisi boyunca uzanan peribacaları ile ünlü volkanik şehir Kula, kaplıcaları, hanları, hamamları, camileri, türbeleri ve özellikle de ahşap evleri ile ünlü, Manisa'nın fazla bilinmeyen, biraz ihmal edilmiş, sessizce keşfedilmeyi bekleyen şipşirin bir ilçesi...
Çarşı içinde kendi adıyla anılan meydandaki ünlü Kurşunlu Camii ile başlıyoruz tarihî Kula’yı gezmeye.
Yapım tarihi tam olarak bilinmese de, tahminen 15. yüzyıl eseri, gövdeden kasnağa geçiş mukarnaslı pandantiflerle süslü, basit görünen küçük ama sevimli cami. Tam karşısında bulunan, kentte toplam 12 adet olan çukur çeşmeler özellikleri bakımından oldukça önemli.
Kentteki künklerle döşeli bu suyolları ve künkler boyunca bir insanın geçebileceği tüneller olduğu da söylenmekte.
1233 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Alaettin Keykubat zamanı ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türklerin eline geçen Kula ve çevresinde ahşap Türk evleri inşa edilmiş. Arnavut kaldırımlı daracık sokaklarındaki iki katlı ünlü ahşap yapılarının dantel gibi ahşap oymaları, zengin oya süslemeli saçakları, ahşap panjurlu pencereleri ve işlemeli tavanları ile birer sanat eseri. Kimi restore edilmiş kimi harap halde olsa da bir sanat galerisinde dolaşıyor gibiyiz.
Her evin sokak kapısını ya da gelen kişiyi gören bir penceresi var illaki.
Tarihî bir evin fotoğrafını çekerken evine gelen bir beyden izin alarak, kapıdan içeriyi fotoğrafladığımda gördüğüm gibi, sokak kapısından içeri girer girmez, evin tüm odalarının açıldığı, geniş taş bir avlu sizi karşılıyor gelenleri. Restore edilmiş ve içerisinde yaşanıyor.
Arada Rum evlerini de göreceksiniz zira Kula’da Rum ve Türk halkları yıllarca bir arada yaşamışlar. Rum evlerinin farkı ne derseniz, Türk evleri bir avluya açılırken Rum evlerinin kapıları doğrudan sokağa açılıyor, evlerinin üzerlerinde işlemeler, melek ve bebek heykelleri, resimleri dikkat çekiyor.
Nereli olduğu tam olarak saptanamamış olsa da, Yunus Emre’si ile de ünlü derler Kula için ve Anadolu’nun birçok kasabasında olduğu gibi Kula, Emre köyünde bir de türbesi var ünlü halk ozanı, şair ve âlimin.
Aşkın şarabından içem,
Mecnun olup dağa düşem
Sensin dün ü gün endişem,
Bana seni gerek seni…
Yunus aşkın şarabını içmiş mi bilinmez ama biz Kula şaraplarının tadına baktık ve pek beğendik. Önemli bir akarsuyu Gediz sayesinde suyu bol olsa da arazinin engebeli olması tarımı olumsuz etkilemiş ancak yörede yetişen üzüm, üzüm bağları ve şarap da kentin ünlüleri arasındaki yerini almış.
Anemon Otelleri kent içinde, eski bir tarihî binayı çok güzel restore ederek, butik otel olarak hizmete açmış.
Kentin biraz dışında üzüm bağları arasında bir butik oteli daha var.
Her odası bir süit gibi geniş, konforlu ve aynı zamanda otelde şarap tadımı da yapılmakta. “Yanık Ülke”de “Yanık Ülke”yi tattık, çok beğendik.
Selçuklulardan miras kalan el dokuması, yün iplikten kök boyalı olarak dokunan Kula’ya özgü ünlü karakteristik halılar ve kilimler de ne yazık ki yok olmak üzere.
Kent sessiz ama sessiz çığlıklarını duyar gibiyiz... “Bunca konuda ünü olan bir yerleşimim ben. Beni, güzelliklerimi tanıyın, sahip çıkın, tarihimi, tarihî evlerimi koruyun, yurt dışında da tanıtımını yapın yazın, anlatın” der gibi mahzun bakarken arkamızdan çığlıklarını duyurmak için paylaşıyorum Kula anılarımı…
Burada rivayet olmaz mı? Elbette var, ismi ile ilgili olanı anlatayım…
“Lidya Kralı Giges, hasta kızı şifa bulsun diye havası, suyu iyi olan bir yer arar, bir zamanlar göl olan şimdiki bölgeyi seçer ve burada bir kule yaptırır. Zamanla bu kule etrafında yerleşim başlar ve birçok bina inşa edilir, gün geçtikçe de genişler ve kent oluşur. Kule ismi de zaman içinde değişime uğrayarak ‘Kula’ olur.”