Slovenya’nın en büyük ikinci kenti olan Maribor’la ilk karşılaştığımızda Doğu Avrupa mimarisi oldukça dikkatimizi çekiyor. Kentin içine girdiğimiz gibi bizi Drave Nehri kenarında sıralanmış kırmızı tuğlalı yapılar bizi karşıladı. Avusturya sınırına çok yakın konumda olan Maribor, bu bölgenin mimari ve geleneksel yapısından epey etkilenmiş, Graz’a sadece 50 kilometre mesafede bulunuyor.
Maribor ülkenin 3 ana şarap üretim bölgesinden biri. Hatta dünyanın en eski asması da Maribor’da yer alıyor. Biz de gezimizi işte Maribor’daki kentin simgesi olan en eski asmanın çepeçevre sardığı Tarihî Şarap Evi’nden başlıyoruz.
Bu şarap evinin bulunduğu yapı zamanında şehir surlarının bir bölümüymüş, daha sonradan eve çevrilmiş. Tarih boyunca pek çok savaşa da tanık olmuş. Hemen önündeki ortada duran asma ise dünyanın hâlâ hayatta olan en eski asması. 5.000 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Bundan bir süre önce asmayı bakteriler sarmış ama neyse ki kurtarılmış. Sağı ve solundakilerse asmanın yavruları.
En çok sorulan sorulardan biri şu: “Dünyanın en eski asmasından elde edilen şarabı tadabiliyor muyuz?”. Maalesef hayır çünkü bu asmadan yılda sadece 35 litre şarap üretilebiliyormuş ve bunlar da özel şişelenerek ancak ve ancak devlet büyüklerine falan hediye edilebiliyormuş. Mesela Obama’ya hediye edilmiş. Siz satın almak isterseniz kesinlikle satılmıyor.
Maribor’da çok sayıda şarap üreticisi var ve her sene şehirde Şarap Festivali düzenleniyor ve Şarap Kraliçesi seçiliyor ancak kraliçe, güzellik kraliçesi gibi değil. Burada kraliçe olmak için kriter şarap ve şarap üretimi konusunda son derece bilgili olmak. Genelde şarap kraliçeleri de bölgedeki şarap üreticilerinin kızları arasından seçiliyormuş.
Bu merkezde ayrıca tadım menüsü alıp bölge şaraplarının tadına bakabiliyorsunuz. Özellikle beyaz şarapları çok başarılı.
Tarihî Şarap Evi sonrası, Şarap Evi’ni solumuza alarak nehir boyunca kısa bir yürüyüş yapıp soldaki renkli sokağa giriyoruz.
Burası bizi Belediye Meydanı’na bağlayacak olan sokak. Sokak boyunca çok sayıda Latin gece kulübü, İspanyol ve Meksika restoranı olduğundan bu sokağa “Latino” diyorlarmış.
Sokaktan geçtikten sonra Belediye Binası’nın da yer aldığı “Glavni Trg” adlı meydana ulaştık. Bu meydanın tam ortasında oldukça büyük bir anıt var. Acı çeken insanların heykellerinin yer aldığı bu anıt, zamanında bölgedeki veba salgını ile hayatını kaybedenler anısına yapılmış.
Biz bu meydanda köşede yer alan Hotel Maribor’un altındaki şık restoranda yemek yemek için oturduk. Murat enfes bir gulaş yedi, ben ise tahıl salatası. İkisi de çok lezzetliydi. Slovenya konumu gereği çevre ülkelerin kültürünü ve mutfağını çok güzel harmanlamış gerçekten.
Buradan sonra şehrin tarihî merkezine geçiyoruz. Kentin ara sokakları ve nehir kenarı oldukça sakin olsa da bu bölümü oldukça hareketliydi. Çok sayıda kafe ve restoranın da yer aldığı bölgedeki en dikkat çekici yapılar kenti yangınlardan koruduğuna inanılan koruyucu aziz St. Florian’a ithaf edilmiş olan St. Florian sütunu, 1478’de kenti Osmanlı akınlarına karşı savunmak için inşa edilmiş olan ve günümüzde Maribor Bölgesel Müzesi olarak hizmet veren Maribor Kalesi, bronzdan yapılmış olan 2.Dünya Savaşı Anıtı.
Vakit olursa müze ziyaret edilebilir. Çünkü burası Slovenya’nın en geniş koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapan müze. Zemin katta arkeolojik kalıntılar sergilenirken üst katlarda Maribor tarihi anlatılıyormuş ancak vakit darlığı sebebiyle biz içini gezmedik.
Bu meydandan biraz daha devam ettiğimizde kiremit rengi ile dikkat çeken Maribor Katedrali’ne ulaşıyoruz. Katedral’in bulunduğu meydana önemli bir din ve siyaset adamı olan Anton MartinSlomsek’in ismi verilmiş. Modern ve Romanesk mimarinin görülebildiği yapının bazı kısımları 13. yüzyıla tarihleniyor.
Buradan sonra tekrar nehir kenarına doğru ilerliyoruz. Karşımıza bu kez daha modern binalarla çevrili bir meydan çıkıyor. Maribor’un önemli finans kurumları radyo ve televizyon kanallarının yer aldığı binalar buradaymış. Yani Maribor iş dünyasının kalbi burası.
Bu meydanda çok sayıda tezgâh gözümüze çarpıyor. Ayın belli günlerinde yerel üreticiler, özellikle de şarap üreticileri bu meydana gelir, meydanda kurulan tezgâhlarda kendi ürünlerini tadım yaptırır ve satış yaparlarmış. Biz gittiğimizde de burada mini bir festival havası vardı.
Bir sonraki planımız ise teleferikle kente hâkim konumdaki bir tepeye çıkıp kenti fotoğraflamak. Teleferiğe bineceğimiz noktaya kadar geldik. Etraf o kadar kalabalık ki… Meğerse burası aynı zamanda yerel halk için bir mesirealanıymış. Özellikle hafta sonu burası epey kalabalık oluyormuş. Biz buradan tepeye çıkmak için biletlerimizi aldık, tam bineceğiz öyle bir yağmur bastırdı ki… Bu nedenle biz de vakit kaybetmemek için otelimize check-in yapmaya gittik. Otel tecrübemiz enteresandı ama bekleyin yazının sonunda anlatacağım.
Check-in yaptık ve hava düzeldiği gibi bu kez de hem şarap tadımı yapacağımız, hem akşam yemeği yiyeceğimiz hem de meşhur Kalpli Yol’u göreceğimiz çiftliğe doğru yola çıktık.
Üzüm bağları arasında kıvrıla kıvrıla yol aldıkça telefonuma bir “Slovenya’ya hoş geldiniz” bir “Avusturya’ya hoş geldiniz” mesajları geliyor. O kadar sınırdayız yani. Tüm bağlara hâkim durumdaki bir tepede yer alan çiftliğe ulaştık. İndiğimizde rehberimiz Alesh bizi bir noktaya götürdü.
Burada bir ayağımız Slovenya’da, bir ayağımız Avusturya’da poz vermeyi ihmal etmedik tabii. Ama burada beni en çok etkileyen yer rengârenk gül bahçelerinin ardından gördüğümüz uçsuz bucaksız uzanan üzüm bağlarıydı. İşte Kalpli Yol da tam bu tepeden görüntüleniyor. Burası o kadar dikkat çekiyormuş ki, hem Slovenler hem de Avusturyalılar bu fotoğrafı bölgenin tanıtımında kullanıyorlarmış.
Burada yöresel ürünler ve şarap tattıktan sonra akşam konaklayacağımız Chateau Ramsak Glamping Resort’a gittik.
Burada 7 tane çok lüks çadır var ancak çadır dediğime bakmayın çadırın içinde klimasından buzdolabına, önündeki jakuzisinden oda servisine kadar her şey mevcut. Doğanın içinde çok konforlu bir çadırın içinde kalıyorsunuz.
Burası aynı zamanda çok çok uzun zamandır şarap üretimi yapılan bir şato. Daha sonraları “glamping” (Geleneksel kampçılığın daha lüks konaklama ve imkân sunan çeşidi) kısmı eklenmiş. Şatonun içinde ise hem Slovenya’nın en büyük üzüm presini görüyoruz hem de buradaki mahzende şarap tadımı yapıyoruz.
Akşam saatlerinde Murat’la çadırımızın terasında birer kadeh şarap içip günün yorgunluğunu attık. Ertesi sabah ise doğanın içinde olduğumuzdan olsa gerek hiç saat falan kurmadan gün aydınlanmaya başlarken uyandık. Uyandığımızı fark etmiş olacaklar ki, hemen terasımıza kahvaltı servisimiz geldi.
Leziz bir kahvaltı sonrası bir sonraki durağımız olan Slovenya’nın en eski yerleşimlerinden biri Ptuj’a doğru yola çıkmak üzere Maribor’a ve işte bu sevimli konaklamamıza veda ettik.
Ptuj’da görüşmek üzere…