Fransa’nın Cote d’Azur bölgesinde ünlülerin özellikle tercih ettiği Nice şehrinin biraz da üst yörelerini gezmeye davet ediyorum bu sefer sizi.
Eze isminin bu güzeller güzeli köye verilişinin o kadar rivayeti varki hangisi tam olarak doğru bilemedim. Bir rivayette tanrıça İsis’in isminden esinlenildiği söyleniyor ki en yakını, köydeki kilisede heykeli de olmasından yola çıkarak, sanırım bu. Başka bir Latin inanışında tanrı Hesus’tan ismini aldığı söyleniyor. İsmin ilk kullanılışı aslında 1075 tarihinde ama 19. yy da bile Eza yada Esa olarak telaffuz edilirmiş, dolayısıyla köyün isminin Eze olması yakın tarihe dayanıyor.
Eze Köyü’ne tarihte ilk olarak M.Ö. 2000 civarında Romalılar tarafından yerleşilmeye başlanmış. Tarih içerisinde birçok ulusun yaşadığı hatta 1543 yılında Barbaros Hayrettin’in emriyle Türk askerlerinin de keşfettiği bir yer Eze.
Hal böyle olunca da bir sürü kültürün varlığı ile inanılmaz bir mozaik çıkmış ortaya.
14.Louis tarafından İspanya savaşı sırasında1706 yılında tüm duvarları yıkılmış en son 1860 Nisan ayında Fransa’ya ait olduğu ilan edilmiş ve o tarihten bu yana da dünyanın her yanından turist akınına uğrayan bir yer.
Eze, konumu nedeniyle ‘kartal yuvası’ olarak adlandırılıyor. Şehrin en tepesine (deniz seviyesinin tam 427 metre üstü) çıkmak için ara sokakların tamamını dolaşmanız gerekiyor ki bence inanılmaz keyifliydi. Özellikle fotoğraf tutkunu olanlar için gidilmesi gereken bir yer.
Köyün içerisinde Eze’nin ilk aristokrat ailesi olan Riquier ailesinin de evi var, ailenin geçmişinin 14. hatta 13. yüzyıla kadar dayandığı biliniyor. Evin 1930 yılından bu yana sahibi olanlar son olarak eve İtalyan stili bir çeşme yaptırmış, 1952 yılında evlerin içerisine su tankları gelene kadar köyün neredeyse büyük çoğunluğu su ihtiyacını bu çeşmeden sağlanmış.
Köyün bir diğer ünlü yeri, Chateau de la Chevre d’Or, yani Altın Keçi Şatosu, bir hikayeye göre ismini, kaledeki hazineleri çalmak isteyen talancılara köyün ara sokaklarında yollarını kaybettiren keçiden almış. Bu arada daha tarihi yakın olarak İsveç Prensi William’ın da 1923-1953 yılları arasında kaldığı Eza Şatosu da bu köyde yer alıyor.
Sokaklarda yürürken kendimi yer karolarını, dükkanların önlerindeki süsleri fotoğraflarken buldum. İnsanı o kadar etkileyen bir hali varki, o karoların üzerinde yürürken sanki tarih ayaklarınızın altından akıyor. Her bir dükkan o kadar şirin ki her birinin içerisinden birşey almak istiyor insan.
Bu daracık sokaklarda eşekler aracığıyla yapılan inanılmaz bir ticaret trafiği varmış o tarihlerde. Köye mal olmuş ünlü binalardan biri Chapelle des Penitents Blanc, aslında köyün en eski binası, o tarihlerde köy aydınlarının biraraya geldiği toplantı binası olarak kullanılırmış. Bir diğeri ise Church Notre-Dame-de l’Assomption, içerisinde tanrıça İsis’in heykeli olduğu için ünlü bir kilise.
Bu inanılmaz güzellikteki sokaklardan yukarı doğru çıktıkça bir botanik bahçesi ve aralarındaki deniz kızı heykelleri sizi karşılamaya başlıyor. Sanırım heykel de yapmaya çalıştığım için heykellerin her birine ve onların birbirinden farklı hikayelerine bayıldım. İlk karşıma çıkan denizkızı heykelinin adı Margot;
‘’Beni takip et genç adam ve sırlarımı öğren….Hemen hemen…’’
yazıyor altında büyüleniyorum.
En tepede 3 adet deniz kızı birarada duruyor
Anais ;
‘’Tanrıça olarak, cesaret bile edemem,
Denizkızı olarak, yapamam,
Kadın olarak, benim’’
Rose;
‘’Sessiz sözler,
Eğer mutluluğu bilmeseydim,
Sana ve sana yeterli olmaya bakardım’’
Melisande;
‘’Kim beni hayal etti,
Kim beni yarattı,
Kime evet dedim’’
Bu heykelleri, bütün hayatı boyunca feminizmdeki büyüyü araştıran, Jean-Phillippe Richard adlı bir heykeltraş yapmış. Heykeltraşın yarattığı tüm kadın heykellerinin neredeyse bir ebediyet ışığı ile parladığı söyleniyor.
Eze limanına tepeden bütün heybetiyle tek başına bakan ise Tanrıça İsis’e adanmış olan heykel, onun altında ise şu sözler yazıyor;
‘’Beni tanıdın mı?
Ben aynıyım,
Ve şimdi de farklı’’’
Bu küçük ortaçağ köyü güzelliği ve cazibesiyle dünyanın her yerinden akın akın insanların gelmesini sağlayacak kadar güzel. Dükkanları, art galerileri, restoranları ve hatta butik otelleri ile balayı çiftlerinin de hep gözdesi olarak kalacak bence.
Yazı: Banu DemirFotoğraflar: Banu-Göksel Demir