Honduras’ın San Pedro Sula kentinden San Salvador aktarmalı olarak Nikaragua’nın başkenti Managua’ya uçacağız. Havaalanında Nikaragua’ya niye gidiyorsunuz gibi pek çok soru ile muhatap olduk. Nikaragua ve ondan sonra gideceğimiz ülkelerin uçak ve otel rezervasyonlarını didik didik ettiler. Nikaragua konsolosluğuna ülkeye girişimizin sorun olup olmayacağı telefonla soruldu, cevap gelene kadar biraz bekledik. Belli ki 5 kişi turistik seyahate çıkmışız. Pasaportlarımızda pek çok giriş çıkış var. Neticede kişi başı 40$ vize ücreti ödeyerek, Nikaragua’dan da okey cevabı gelince uçağa girişimiz yapıldı. Bu arada yeşil pasaporta vize yok, sadece 2,4 $ ödüyorsunuz. 55 dakikalık uçuşla önce San Salvador’a oradan hemen bir aktarma yaparak 1,5 saatlik bir uçuş daha yaparak Nikaragua’nın Managua şehrine geldik.
San Salvador-Managua uçuşumuzda bizimle çok ilgilenen Guatemalalı bir hostes ile uçuş süresinde çok güzel sohbetimiz oldu. Hostese bizde derin iz bırakan Moshimon’a (Guatemala’da Santiago de Atitlan’da halkın yoğun olarak inandığı ve dileklerinin gerçekleşmesi için kendisine alkol ve sigara sunduğu bir çeşit put) inancının olup olmadığını sorduk. “Benim inancım yok, ancak halkın büyük kesimi inanıyor” dedi. Guatemalalı hostesle kartvizit alışverişi yapıp Managua’ya indik. İnişte yeşil pasaportu olanlar bir şey ödemezken, olmayanlar kişi başı 10 dolar ödedi.
Nikaragua yaklaşık 6 milyon nüfusa sahip, nüfusun beşte biri başkentte yaşıyor. Para birimi Cordoba. Havaalanı çıkışında bizi ekleyen rehberimiz Edgard ve şoförümüz Thomas ile buluşup valizlerimizi yerleştirdikten sonra şehir turuna başladık. Önce şehrin en yüksek yerindeki Tiscapa Parkı’na geldik. Bu tepedeki halk kahramanı Sandino (“Marlboro Man” de diyorlar) heykeli ile sarı çok büyük yapay ağacın bulunduğu yerden şehrin manzarasını fotoğrafladık. Bu ağaç ve Marlboro Man şehrin sembolü, yaklaşık her yerden görülüyor.
Parkın hemen altında ise Tiscapa Krater Gölü yer alıyor.
Sandino, Nikaragua’nın halk kahramanı. 1931’de Amerikalılar buraya altın aramak için geldiklerinde, halkı yanına alarak Amerikalılara karşı direniş göstermiş. Amerika yanlısı Somoza ailesi 45 yıl ülkeyi diktatörlükle idare etmiş. 1934’de Somoza ailesi Sandino’ya suikast düzenleyip öldürtmüşler.
Osmanlı döneminde Türk pasaportu ile buraya gelen Müslümanlara “El Turco” diyorlar ama aslında burada yaşayan Turcolar genellikle Lübnan asıllı. Managua’daki bu Lübnanlı grup bölgede zenginlikleri ile biliniyormuş. Bu zengin grup da kendilerine ibadet için burada bir cami yaptırmışlar. Hatta diğer gruplar bu caminin kubbe mimarisinden çok etkilendiği için daha sonra inşa edilen birkaç kilisede de kubbemsi motifler kullanılmış.
Parktan sonra kentin kıyısında kurulduğu Managua Gölü kenarına geldik. Burası çok güzel ve temiz bir bölge. Açıkçası Nikaragua için Orta Amerika’nın en fakir ikinci ülkesi, Honduras’a ise üçüncü ülkesi diyorlar. Bu nedenle ben Honduras’tan özellikle de San Pedro Sula’dan sonra Nikaragua’yı hiç böyle temiz beklemiyordum. Buradaki rengârenk banklar, çiçekler, sıra sıra dizilmiş kafe ve restoranlar oldukça keyifli.
Göl kenarı ve şehrin önemli caddelerinde sembolleşmiş sarı yapay ağaçlar şehre çok sevimli ve ışıltılı bir hava veriyor. Tüm ışıklandırmaları başkan Ortega’nın eşi yaptırmış. Daha sonra şehir merkezine girişte Huga Chavez’in ışıklandırılmış çok büyük resmini gördük. Ülkede müthiş bir Chavez hayranlığı var. Başkentin her yeri ve parklar çok güzel ışıklandırılmış.
Kentin en önemli yapılarından biri de 1972 depreminde büyük hasar gören eski katedral.
Günümüzde harabe halde olan bu katedralin hemen karşısında ise zamanında Somoza ailesinin sarayı olan yapı yer alıyor. Bu saray günümüzde müzeye çevrilmiş ve Nikaragua yerlilerine özellikle de Miskitolara ait eşyalar sergileniyor.
“Cehennem Kapısı” ya da “Cehennem Ağzı” denilen Masaya Yanardağı ülkenin en etkileyici yerlerinden. Kraterin ağzı duman içinde ve her yerde sülfür kokusu var. Derinliği tam ölçülememekle birlikte en derin yerinin 300 metre, bir başka kaynağa göre ise 650 metre olduğu söyleniyor.
Gerçekten burası cehennem gibi…
Buradan ayrılıp çok renkli bir kasaba olan Katerina Kasabası’na gidiyoruz. Burada halk çömlekçilik ve çiçekçilikle uğraşıyor. Buraya gelmemizin sebebi tepeden bir krater gölü olan Apoyo Lagünü’nü görmek. Maalesef her sene lagünün suyu 30 santim eksiliyormuş. Lagun manzaralı bir restoranda öğle yemeğimizi yiyoruz.
Ardından yol üzerinde çömlek atölyesine uğruyoruz ve el yapımı çömleklerden satın alıyoruz ve bir sonraki durak İspanyol koloniyal dönem mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Granada. Granada kentindeki en eski kilise La Merced Kilisesi.
Bu kilisenin tepesine çıkıp şehri fotoğrafladık. Kilisede cenaze töreni vardı.
Daha sonra Nikaragua Gölü’nde tekne turu yaptık. Bu tekne turunda irili ufaklı 365 özel adadan oluşan Las Isletas bölgesini gezdik.
Bu adaların her biri 1 kişiye aitmiş. Satılık tabelası olan adalar da vardı. Rehberimizin söylediğine göre bu bölgede genelde eski başkanlar ve ülkenin süper zenginleri oturuyormuş. Bir adanın önünde helikopter görünce hak verdim.
Bazı adalar üzerindeki evler malikâne, bazıları üzerindeki evler ise balıkçı barınağı gibi.
Ama pek çoğu oldukça lüks. Bu küçük ada ve adacıklar arasında dolaşırken üzerinde maymunların barındığı Isla de Mono adasına yanaştı teknemiz. Yerel rehber yanında getirdiği mandalinalarla maymunları besledi. Maymunun bir tanesi ona mandalina atılmadığı için “bana da, bana da” der gibi işaretler yaparak bağırıyordu. Ona mandalina gelmeyince darılıp bağırdı ve kaçtı.
Bu gezimiz sırasında pek çok kuş türü gördük. Çok keyifli bir gezi idi. Göl üzerinde jet-ski yapan 2 kişiye de rastladık. En fakir ülkede bile çok lüks yaşayan kaymak tabaka var.
Göl gezisi sonunda Granada’nın gecesini görmek için geri döndük. Eski koloniyal mimarinin hâkim olduğu bu şehir çok güzel.
Şehrin kafe ve restoranlarla dolu caddesinden geçerek katedral önünde yerel rehberimizle buluşup otelimize döndük.
Nikaragua’da 2000 yılına kadar kahve ihracatı birinci sıradaymış. Günümüzde en fazla ihraç edilen ürün ise mikro-chip. İkinci sırada muz, üçüncü sırada ananas, dördüncü sırada ilaç yan sanayi, beşinci sırada kahve var.
Otele döndüğümüzde saat 20.00 civarıydı. Hemen otelin bir cadde arkasında bulunan alışveriş merkezine gitmek için otelden çıktık. Yolda başka bir otelin görevlisi bizi ikaz etti. O yoldan gitmeyin tehlikeli, diğer yolu göstererek oradan gitmemizi söyledi. Yani yine çok dikkatli olmalıyız.
Ertesi sabah aracımıza binerek Rivas’a geldik. Yerel rehber Berman’la burada buluştuk. Berman bizi Nikaragua Gölü’nün kıyısına götürüp Ometepe ikiz volkanları hakkında bilgi verdi. Golün içinde duvar gibi set varmış ve gölde med-cezir yoğun gözlemlendiğinden balıkçılar su çekildiğinde bu set üzerine gidip balık tutuyorlarmış.
Sahilden dönüp aracımıza binerek San Juan del Sur’a geldik. San Juan del Sur, sörfçülerin favori mekânı. Bu kasabada sörf ders ücretleri çok çok ucuz. San Juan del Sur; Nikaragua’nın Pasifik kıyısındaki en gözde tatil, turizm ve kültür merkezi. Burada çok sayıda yabancı mülk sahibi var. Sahili at nalı şeklinde. Burada zamanımız olmadığından denize giremedik. Seyretmekle yetindik. Sahil boyunca pek çok kafe ve restoran diziliydi.
Burada leopar desenli kıyafetli 70-80 yaşlarında ama çok bakımlı bir Alman kadın el arabasına maymununu koymuş gezdiriyordu. Kucağında da bebek maymun, ben fotoğraflamak istedim. Berman bu kadın için kasabanın delisi dedi. O anda kadınla göz göze geldik, fotoğraf çekebilir miyim diye korkarak sordum. Para karşılığı okey dedi. 1-2 $ vererek bir sürü fotoğraf çektik. Aslında kadın deli falan değil, bence çok akıllı. Epey sohbet ettik, bu maymuna hasta halde sahip çıkmış, bakmış. Şimdi de o sayede para kazanıyor. Biz sohbet ederken maymun elinde bir tepsi ekmek olan fırıncının tepsisini devirdi ve dökülen ekmeklere saldırdı.
Bu şirin tatil beldesini gezdikten sonra arabamıza binerek Nikaragua-Kosta Rika sınırına geldik. Sınır çok ilkel. Burada önce 2$, bir iki metre ötede 1$ daha ödeyerek ülkeden çıkışımızı yaptık. Ancak bu o kadar da kolay olmadı. Şu 30 günde yaklaşık 6-7 ülkelerarası geçiş yaptık. Bu kadar berbat, bu kadar zahmetli sınır geçişi yaşamadık. Diğer ülkelerde 15-20 dakika içinde pasaportlarımıza mühürlerimizi bastırıp yalnızca araba ve rehber değiştirdik. Valizlerimizi bile onlar arabadan arabaya geçiriyorlardı. Burada elimizde valizlerle bir hayli yürüdük.
Ülke girişi çok kalabalık nerdeyse bir kilometre kuyruk. Nikaragua’da işsizlik oranı % 50, Kostarika’da ise % 14 imiş. Bu nedenle Kosta Rika girişi çok kalabalık. Haftasonu olması da etken.
Bu kuyruğu beklesek sınırda ancak 4-5 saat güneş altında bekleyeceğiz. Orta Amerika’da yeşil pasaport çok işe yarıyor. Tuğçe hemen bir soralım dedi.
Görevliye benim ve eşimin pasaportlarını gösterince grup olarak burada da fazla beklemeden geçtik. Hiçbirimizin valizlerine bile bakmadılar.
Merhaba Kosta Rika : )