Orta Doğu'da Bir Akdenizli: Beyrut

2013 yazının Ağustos ayında, senenin yorgunluğunu atmak üzere kısa da olsa bir seyahate çıkmak istemiştim. Yakınlardaki ülkelerden ilgimi en çok neresi çekebilir diye düşündüm. Ben seyahat ederken genelde memleketime benzememesini isterim. Zira doğası, insanı ve onların reaksiyonları farklı olan ülkelere gidince seyahate çıktığımı daha çok hissederim. Bu nedenle "Orta Doğu'nun Paris'i" olarak nitelendirilen Beyrut'u seçtim.

Ağustos ayında seyahate çıktığımız için orası da sıcaklık anlamında Türkiye ayarında olacaktı. Beyrut'a indiğimizde bayağı sıcak bir hava bizi karşıladı. Sıcak havayla birlikte, Türkçe bilen Arap rehberimiz de bizi tıpkı havası gibi sıcak biçimde karşıladı.

Beyrut ilk girdiğimiz zaman ve uçaktan inmeden önce pek bir cazibeyle karşılamamıştı bizi. Ne de olsa ilk gördüğünüz an ruh değil görüntü öne çıkacağından ne uçsuz bucaksız kumsalları ne de yağmur ormanları yoktu. Ancak Beyrut gibi şehirlerin havasına girmek için bu şehirde biraz zaman geçirmek gerektiğini biliyordum. Beyrut'a girdiğimizde Akdeniz kıyısında lüks apartmanlar ve son model arabalar vardı. Trafiğin anavatanından geldiğimiz için şehirde pek trafik olduğunu söyleyemem. Zaten insanlar da Tripoli gibi tatil beldelerine gitmişler, şehir yılın genel bölümünde olduğundan daha boştu.

Beyrut nüfusuna gelince iç savaştan önce Beyrut nüfusu içinde Hristiyan ve Müslümanların sayısı hemen hemen eşitmiş. Şimdi ise Müslümanlar çoğunlukta. Bu birliktelik içinde başka cemiyetler de barındırmaktaymış. Bu farklılık genel olarak bir medeniyet ve harmoni getirmiş Beyrut'a. Gördüğüm diğer Arap ülkelerine nazaran, insanları çok daha medeni idi. Sanırım nüfusun yarısının Hristiyan olması bunda bir etkendi. Bu medeni insanların maruz kaldıkları terör olaylarıyla ülkelerinin anılması beni çok üzdü.

Beyrut'tan Kartpostal Manzaraları

Beyrut'ta öncelikle Hamra'daki otelimize yerleştik. Hamra; Beyrut'taki ana, eski çarşı idi. Bu bölge Beyrut'un en canlı bölgelerindendi.

Güvercin Kayalıkları

Otelimizden ayrılıp sahil boyunca sıralanan palmiye ağaçlarının arasından Güvercin Kayalıkları'nı gözlemledik. Güvercin Kayalıkları; Beyrut'un kartpostalda, magnetlerde yer alan ilk simgelerindendir. Orada kayalıklar arasından birkaç tekne ile geçen turistler gördük. Demek ki kayalıklar arasında küçük bir gezinti de mümkündü. Ancak biz, fazla zamanımız olmadığı için panoramik bir fotoğraf molası ardından oradan ayrıldık.

 

Alışverişin Kalbi: Downtown

Güvercin Kayalıkları'nın ardından otobüsümüze bindik ve Downtown yani şehrin yeni ve modern bölgesi diyebileceğimiz alışveriş, eğlence ve yeme-içme mekanlarının olduğu bölgeye geldik. Öğlen saatlerinde oraya ulaştık ve hava çok sıcak olduğundan burası da bayağı tenha idi. Ancak akşamları çok canlı oluyormuş. Downtown alışveriş severler için de güzel bir durak.

Downtown'da içecek ve sheesha (nargile) molası verildikten sonra Müslüman ve Hristiyan nüfusun birlikteliğinin hissedilebileceği cami ve kiliselerin yan yana olduğu sokaklarda gezintiye başladık. Downtown, Lübnan Başbakanı Refik Hariri'ye saldırı yapılan yermiş. Buradan yürüyerek ulaştığımız Refik el Hariri Camii'ni gezmeye başladık.

Bu cami suikasta kurban giden başbakan anısına yapılmış. Mavi kubbeli bu caminin karşısında bir de kilise bulunuyor.

Panoramik turumuza Roman Baths ile devam ettik. Burası iyi korunmuş bir bölge ve antik kalıntılara ilgisi olan turistler için güzel bir deneyim. Beyrut'ta görülmesi gereken yerlerden olduğunu düşünüyorum.

 

Biz gittiğimiz sırada küçük bir restorasyon yapılıyordu. Tezgahları ve bahçesiyle dinlendirici ve tarihin izlerini sunan bir alandı. Merdivenler de benim gibi fotoğraf seven turistler için güzel bir çekim alanı oluşturmuş. Burası Downtown'a 5-10 dakikalık yürüme mesafesinde olduğundan bence kesinlikle görülmesi geren bir yer...

Jeita-Harisa

Ertesi gün Jeita-Harisa turumuz için yola çıktık. Önce Jeita mağarasına doğru yola çıktık. Kısa bir yolculuğun ardından mağaraya ulaştık. Mağaralarda fotoğraf çekmek genelde yasaktır. Burada da öyle idi. Mağara içinde keyifli bir keşfe çıktık. Jeita mağarası dünyanın en büyük 10 mağarası içinde kabul ediliyor. Mağara içinde binlerce yılda oluşan sarkıt, dikit ve şekiller en yetenekli sanatçının doğa olduğunu hatırlatır gibiydi. Burada kayıkla gezinti yaptık. Mağara çok serindi ve bu gölette yaptığımız gezinti de çok güzel geçti. Mağara içinde farklı renkteki ışıklandırmalar yer şekillerinin azameti artmış ve görsellik iyice ön plana çıkmıştı.

Harisa Dağı'ndan Beyrut Panoraması

Buradan ayrıldıktan sonra Harisa Dağı'na doğru yola çıktık. Harisa Dağı'na ulaşmak için teleferiğe bindik. Burası Beyrut'a geldiğimden beri gördüğüm en kalabalık yerdi.

Hava sıcak olduğundan Beyrut'ta pek turist yoktu ancak burada teleferik sırasında birçok turist bekliyordu. Harisa Dağı da Lübnan denince akla gelen fotoğraf karelerinden birini sunuyor sizlere...

Meryem Ana Heykeli ve muhteşem bir manzara... Manzara eşliğindeki bir teleferik yolculuğunun ardından tepeye ulaştık. Oraya ulaştıktan sonra manzarayı görebilmek için döner şekildeki merdivenlerin tepesine yani Meryem Ana Heykeli'ne çıkmaya başladık.

Heykelin eteklerine çıktığımız zaman mavi ve yeşilin uyumu eşliğindeki manzara bizleri karşıladı. Akdeniz ve kıyısına dizilen şehirsel unsurlar güzel bir manzara oluşturmuştu.

Liman Kenti Byblos

Buradaki gezimizin ardından Byblos'a geçtik.

Byblos'ta deniz kenarında öğle yemeğimizi aldıktan sonra gezimize başladık. Byblos da benim Lübnan'da en beğendiğim yerlerden birisi oldu. Burası bir Finike liman kenti... Her liman kenti gibi burada da kalan tarihi sur ve kale kalıntıları var. Byblos bana biraz Dubrovnik'i hatırlattı. Byblos'un tarihi, çok eskilere uzanmaktadır. Bugünkü modern Latin alfabesinin temeli olan ilk lineer alfabeyi bulanlar Bibloslular olmuş.

Burada bu alfabeye ilişkin mini bir anlatım dinledik. Lübnan'ın simgelerinden olan sedir ağacının ticareti de bu şehirden yapılıyormuş. Kısacası, gerek kültürel gerekse ticari anlamda önemli bir şehirmiş Byblos...

Öte yandan biz bu gezintileri yaparken ailemiz de İstanbul'dan harıl harıl bizi arıyormuş. Lübnan'a 2013 yazında gitmiştik ve biz oradayken Türk pilotlar kaçırılmıştı. Tabi bizim bundan haberimiz yok. Ailemiz panik halinde tur şirketini, bizi ve oteli aramışlar; epey de korkmuşlardı. Neyse ki korkulacak bir şey olmadı. Ailemize ulaşıp, onların içini rahatlattıktan sonra Hamra'da Kebabji isimli restoranda yemeğimizi yedik. Beyrut’ta yemek anlamında hiçbir sıkıntı çekmedik. Kebap kültürü bizim güney şehirlerimiz gibi gelişmiş idi. Yemekler de sokaklar da temiz ve düzenliydi.

Ertesi gün Beyrut'tan ayrılma zamanı gelmişti. Malum olaydan ötürü çıkışta bizi havalimanında aramadan hemen uçağımıza bindirdiler.

Genel anlamda Beyrut, kadim bir kültür mirası olan, uygar insanların bulunduğu bir ülkeydi. Kadınlar modern, bakımlı ve güzeldiler. Beyrut gündüzleri turistik, akşamları ise canlı ve güzel bir kentti. Beyrut’u herkese rahatlıkla tavsiye edebilirim. Hem 1,5-2 saat arası kısa bir yolculukla ulaşılıyor hem de Akdeniz ve Orta Doğu kültürlerinin tadını alabileceğiniz güzel bir durak. Beyrut’un çağdaş bir halkı var. Hem Akdenizli hem de Orta Doğulu olmanın verdiği karakteristik özellikle de çok sıcak insanlar. Hamra ve Downtown’daki kafelerde zaman geçirmek de oldukça keyifli.

Kısacası Beyrut’ta kah arka sokaklara bakan bir manzarada Orta Doğu’yu, kah Akdeniz manzarası eşliğinde denizi yaşayarak kahvenizi yudumlamak her mevsim keyifli olacaktır.