Bayılıyorum kendine has bir tarzı olan kişilikli şehirlere... O şehirlerin gelmişini, geçmişini; bugünlere gelene dek neler neler geçirmişliğini; nelere tanık olduğunu; kimlere ev sahipliği yaptığını; nelerin onu üzdüğünü, yıktığını; hangi olayların onu kalkındırdığını, zenginleştirdiğini, güzelleştirdiğini öğrenmeye bayılıyorum.
Bir insanı tanır gibi, adım adım keşfetmeye bayılıyorum bazı şehirleri…
San Francisco böyle bir şehir; 2 gün geçirir geçirmez anlıyorsunuz, ne kadar karakterli olduğunu...
En tipik özelliği; tartışmasız yolları, sokakları, caddeleri, yani yokuşları. Yokuşlu, inişli çıkışlı, tepeli tepeli... Bildiğimiz yollar gibi değil, dümdüz bir eksende akıp gitmiyor. En az 30 derece hatta daha fazla açılarla aşağı doğru iniyor. Bütün yollar sarp bir yokuş. İnişi de azap, çıkışı da azap sanıyor insan başta ama işin aslı öyle değil.
Bu tepeler şehri gizemli kılıyor. Her yokuş farklı bir şey vaat ediyor. Sürprizli bir şehir San Francisco… Gizemli...
Bazen bir yokuşun ötesini göremiyorsun. Bunun için her tepeye tırmanmak; her tepenin ilerisinde, ötesinde, berisinde ne var görmek istiyorsun. Merak ediyor insan, çıkıp görmek istiyor. Biraz yorucu olsa da her tepeye tırmanası geliyor insanın. İşin tuhafı; kimsenin bu inip çıkmalardan sıkılır gibi bir hali yok. Zira en paha biçilmez evler, en pahalı mağazalar bu çetin yokuşların üzerinde bulunuyor.
Tepeden bir bakışı var şehrin; doğaya, hayata...
“Hippi” kültürünün doğduğu yer: San Francisco
Bugün şehrin merkezi Union Square'deyiz. Çok da şanslıyız, günlük güneşlik bir hava ve meydanda açık hava konseri var. Yaşasın!
San Francisco'ya dair okuduğum kitaplardan aklımda kalmış. Burası, hippi kültürünün başladığı, dünyaya yayıldığı ve hâlâ yaşayan hippilerin en çok bulunduğu şehirmiş. Bunu ilk defa bu konserde çok net, canlı canlı gördüm.
Annem babam yaşındaki adamlar, kadınlar; inanılmaz renkli kıyafetleri, daracık pantolonları, üzerine batik desenli bluzları, upuzun saçları, sakalları, rastalar, temizlik dâhil olmak üzere dış görünüşe önem vermeyen tutumları... Bir de tabii ki “Peace” sembolü taşıyan çeşit çeşit aksesuarları...
“Beatles” dönemi gençliğinin yaşlıları bunlar... Kim bilir belki de 1967'deki “Summer of Love” sosyal hareketini de bunlar yapmışlardır. Hani şu 100 bin kişiden fazla gencin Golden Gate Park'a yürüdüğü ve orada “free food, free drugs, free love” dağıtarak, free clinic ve free store kurdukları, birtakım sosyal dengeleri değiştirmeyi hedefledikleri o efsane 60'lı yıllar...
Komün bir hayati benimsedikleri ve mutlak bir yabancıyla bile her şeyi paylaştıkları, “alternatif” bir yaşam tarzıydı onlarınki. Materyal anlamda fakir, entelektüel ve sevgi bazında ise çok çok çok zengin oldukları bir yaşam tarzı...
Union Square'deki konsere geri dönüyorum… 60'lu yıllar tarzı müzik çalan bir grup olduğunu da göz önüne alırsak annem babam yaşındaki bütün herkes meydanda dans ediyor. Güzel de etmiyorlar, öyle anlamsız bir şekilde hareket ediyorlar. Ama bir şekilde izletiyorlar kendilerini, hatta hayran bıraktırıyorlar... Çünkü özgürler...
Hippi devrimini yaparken yaymaya çalıştıkları yaşam biçiminin temel prensiplerinde bu var çünkü... Cinsel özgürlük, ifadede özgürlük, yaratıcılık, toplumun hedeflediği gibi değil de kendi olmak istedikleri gibi bir yaşamı seçmede özgürlük...