Ruslar Hiç Bitmeyen Müze Yapmışlar: St. Petersburg Hermitage Müzesi

Ülkemizin tarihi kişilik bilgi dağarcığında magazin tadında yer alan, benim ilgi alanıma ise döneminde Kırım Hanlığı'nın ilhak edilmiş olmasıyla giren, müthiş bir zekası olduğu söylenen Çariçe II. Katerina; Berlin'de bir müzayededen 200 civarı (yukarısı olur aşağısı olmaz!) tabloyu birden satın alır. Rivayete göre koleksiyonculuk hevesi de Hermitage Müzesi'nin öyküsü de böyle başlar. St. Petersburg şehrinde ve Kışlık Saray'ın yanına bir saray daha yaptırılır.

Çarice'nin satın almış olduğu tüm eserler buraya yerleştirilir. Kendisinden sonra gelen hanedan üyeleri de koleksiyonun büyümesine katkıda bulunmaya devam eder. 1917 yılında ise Hermitage Devlet Müzesi olur. Bugün 3 milyondan fazla, çoğu sergilenemeyen eserle dünyanın en büyük 5. müzesidir.

St. Petersburg eski şehir merkezinde, vakit geçirmekten inanılmaz keyif aldığım, güzel bir enerjisi olan Saray Meydanı çevresinde yerleşmiş, 18. ve 19. yüzyıllarda yapılmış 5 adet binadan oluşan müzeler kompleksinin en önemli binası imparatorluk sarayı olan Kış Sarayı. Cephesi iki kilometre uzunluğunda olan saray aynı zamanda Guinness Rekorlar Kitabı'na göre dünyanın en büyük resim galerisi. Öyle her esere tek tek, hayran hayran bakayım, inceleyeyim derseniz 10 yıl falan sürüyormuş, söyleyenlerin yalancısıyım kendim denemedim!

Pazartesi günleri kapalı olan müzeye bir Çarşamba günü gidiyorum. Saat 10.30'da açılacak müze için saat 9.00 gibi Saray Meydanı'nda oluyorum. Sıra olacağını bilmeme rağmen internet sitesinden bilet almadığım için anında pişman oluyorum.

Erkenden meydanda olduğumu düşünmeme rağmen benim ardımdan bile hızla uzayan kuyrukta epey bir gerilerdeyim. Kış Sarayı'nın girişinde öyle böyle beklerken açılış saati geliyor. Birden bir hareketlilik oluyor. Sıra çok hızlı ilerliyor, ne olduğunu anlamadan saray girişine, gişe kulübelerinin bulunduğu kapalı alana varıyorum ve o anda hafif bir şokla beraber reflekslerim çalışıyor bahçeye doğru koşmaya başlıyorum. Çünkü herkes koşuyor! Bir yandan beynim ne olduğunu algılamaya çalışıyor. Bahçe boyunca koşup, çoğunluğu takip ederek sola dönüyorum ve ta taa, 3'e bölünmüş belirli bir düzeni olup olmadığını kestiremediğim kalabalık ve karışık görünen yeni bir kuyruğa giriyorum. Dışarıda beklediğim kuyrukta arkalarda olan pek çok insanın önlerde olduğunu görüyorum. Şaka mı bu? Müzeye geldim derken mağaza indirimine mi geldim? Sinir sinir sinir....!

Öncelikli olarak internet sitesi üzerinden bilet alanları ve tur firmalarının gruplarını 10-15 kişilik gruplar halinde içeri alıyorlar. Bu durum bekleme süresini arttırıyor. Kendime ayrı kızıyorum, doğru dürüst yönlendirme yapılmamasına ayrı kızıyorum.

Nihayet içeri girebildiğimde diğerlerine kıyasla mini bir kuyrukta daha bekleyip biletimi ve yanında verilen müze planını alıyorum. Güvenliği de geçiyorum. Nihayet yahu! Yılda 2,5 milyon belki daha fazla ziyaretçi diye okumuştum bir yerlerde, 25 milyon deseler inanırım! Neyse sinirim geçiyor, ayakta dikilmek yüzünden şimdiden ağrıyan tabanlarımı da umursamıyorum. Hermitage denilen bu yapı, müze kelimesinin anlamını, ününün karşılığını veren gerçek ve katıksız ihtişamda bir müze. Geçmişte sanat bilgimi geliştirmediğime hayıflanıyorum.

Pek çok salonda hatta eserlerin başında, yaşlarının oldukça yüksek olduğunu söyleyebileceğim kadın görevliler var. Kurallara uymazsanız, mesela fotoğraf çekiminin yasak olduğu bir salonda fotograf çekerken yakalanırsanız ya da büyük toplantı salonunun sütunlarından birini "gerçek altın mı acaba?" diye ellemeye kalkarsanız anında "höt zöt!" şeklinde uyarıyı yapıştırıyorlar. Hatta bakışları ile sizi bir köşede "gık" bile çıkaramadan duracak hale çevirebilecekler bile var aralarında benden söylemesi!

Koca müze gez gez bitiremiyorum haliyle. İtalyan Salonu'ndaki eserlerin kırmızı duvarlarla bütünleşmiş halini seviyorum. KışlıkSaray'ın beyaz ve altın karışımı duvarları, tanrı ve tanrıça resimleriyle süslenmiş tavanlarının ihtişamından biraz başım dönüyor.

Rembrandt, Brueghel, Van Gogh, Michelangelo... Rönesans, Klasik, Neo Klasik, Empresyonist, Realist, resimi, ikonası, heykeli büstü... Dünya sanat tarihinden bolca önemli örneğin burada olduğundan iyice emin oluyorum. Belirli bir düzende gezmeye çalışmak bir süre sonra vakit kaybı gibi geliyor zaten birkaç kere kaybolup hedeflediğim salonlara varamayınca bırakıyorum ayaklarım istediği yöne yürüsün.

Görmek istediğim eserlerin çoğunun önünde sıra beklemek zorunda kalıyorum. Da Vinci'nin Küçük Madonna resmininin önüdeki sırada, önüme geçmeye çalışan, benden büyük bir turist hanımefendiyle kibarca itişiyorum bile! Çok acayip! Hiç aklıma gelmezdi! Fakat müzenin görebildiğim kadarıyla en sevdiğim bölümleri Hindistan'a ve Uzakdoğu Kültürleri'ne ait eserlerin sergilendiği salonlar oluyor. Benim gönlüme göre en güzel sanat eserleri hep Doğu'dan çıkıyor!

Unutmadan Çariçe  II. Katerina'nın o meşhur tombul portresini de yakından inceleme fırsatını buluyorum!

St. Petersburg'un tamamını bir günde gezmiş kadar yorgunum. Dünyanın en önemli müzelerinden birini ucundan da olsa görmenin yarattığı sırıtış yüzüme yapışmış bir şekilde Saray Meydanı'na çıkıyorum. Ama içimde "Bir süre müze görmek, gezmek istemiyorum!" diyen sesi de bir süre susturamıyorum!