St. Petersburg'ta Beyaz Gecelere Yolculuk

Yeryüzünün en orijinal tabiat olayının yaşandığı şehirlerden Saint Petersburg'a yolculuğum eşimin Petersburg ve Moskova gezisine gidelim mi sorusuyla başladı.

Haziran sonunda Atatürk Hava Limanı'ndan Thy ile uçuşumuz 3,5 saat sürdü. Rehberimiz ile Atatürk Hava Limanında tanıştık. Saint Petersburg hava alanına indiğimiz gibi bizim grubu bekleyen otobüslere binip şehir merkezine yolculuğumuz başladı.

Yazın başlangıcı olmasına rağmen hava puslu ve serindi hatta bir ara yağmur bile yağdı. Bütün gezilerin olmazsa olmazı panoramik şehir turumuzla şehri tanımaya çalıştık.

Moskova'nın 715 km kuzeybatısında bulunan, Rusya'nın 2., Avrupa'nın 4. büyük şehri. Kültürel merkez oluşunun yanı sıra zarif binalarıyla da bilinirmiş. Baltık Denizi kıyısında Neva Nehri üzerindeki 42 ada üzerine yayılmış. Çar I. Petro tarafından 16 Mayıs 1703'te Rus Çarlığı'nın Avrupa'ya açılan kapısı olması amacıyla kurulan şehir, 200 yıl Rus Çarlığı'nın başkentliğini yapmış 1914–1924 yılları arasında, yani çoğunluğunu I. Dünya Savaşı ile Rus İç Savaşı'nın kapsadığı dönemde Rusya'nın Almanya ile savaşmasından dolayı Almanca St.Petersburg ismi terk edilerek Petrograd olarak adlandırılmış. 

St. Petersburg Panoramik Şehir Turu

İlk olarak ada burnunda bulunan Rostralniye Kolonnı olarak adlandırılan tarihi sütunları gördük. Gemi bacasını andıran ve üzerinde heykeller olan bu sütunlar, bir zamanlar deniz feneri olarak kullanılıyormuş.

Ardından karşımıza bütün heybetiyle iskeleye bağlı olarak duran Avrora Kruvazörünü gördük.

İstanbul'u aratmayan bir trafikle karşılaştık. Şöförün derin yol bilgisiyle çok fazla trafiğe takılmadan Kanlı Kilise'ye doğru yöneldik. Yakın bir meydana otobüsümüz park etti ve rehberimizle birlikte kiliseye doğru serbest bir şekilde fotoğraflar çekerek vardık. Kilisenin masalımsı görüntüsüyle yaşam hikayesi birbirine oldukça zıttı.

Voskresenia Khristova Kilisesi, St.Petersburg meydanının hemen yakınında. Şehirde, St.Isaac Katedrali'nden sonra en önemli ve en tarihi olan ikinci mabet. "Griboedov Kanalı"nın kıyısına inşa edilmiş. Rus çarı II Aleksandra bu kilisenin yakınında suikast sonucu öldürülmüş. Bu nedenle, öldürüldüğü yere bir anıt dikilmiş ve kilisenin iç ve dış tarafı kırmızıya boyanmış. Kilisenin diğer adı da Kurtarıcının Kanlı Kilisesi’dir (The Church of Our Savior on Spilled Blood) Kilisenin çatısı St.Basil Katedrali gibi soğan şeklinde.

Kilisenin içine girmedik yol yorgunluğumuz zamanın kısıtlı olması nedeniyle değişik açılardan değişik fotolar çektim. Kilisenin hemen karşısındaki kapıdan içeri girdiğimde muazzam bir parkla karşılaştım,buradan da bir kaç fotoğraf alıp kilise meydanında ki hediyelik satıcılarını dolaştım, tabii bu arada toplanma saatini kaçırmamak için tüm bu izlenimleri son sürat yapıyordum. Kanal boyunca binaların duvarlarında değişik portre resimlerini izlemek ve daha çok fotoğraf almak telaşındaydım.

Rehberimiz bize kafe göstermesine rağmen gezmeyi tercih ettim eşimle birlikte bu alanda gezerken çok şık giyimli, şapkalı, şapkasız, tuvaletli yada mini etekli çok güzel bayanlar ve onlara eşlik eden erkekler ile karşılaştık. Bayanların şıklığı ve güzelliklerine hayran kaldım. Gibedeov Tiyatrosu  yakınımızda idi bu şık hanımlar operaya gitmek için şık giyinmişlerdi.

Tekrar otobüslere binip yine bir nehir kenarında  fotoğraf molası verdik. Hemen yanımızda beyaz bir limuzin  durdu, içinden gelin adayı bir genç kız ve arkadaşları indi. Başka araba ile gelen diğer gençlerle birlikte nehir kenarına doğru yürüdüler hepsi çok şık ve çok güzel kızlardı.Petersburgda evlenme yaşı çok küçükmüş ve düğün alayı gelin damat ve arkadaşlarından ibaretmiş, büyük yok. Düğün alayında gerçekten 30 yaşı geçkin kimse yoktu. Evlenmeler 20'li yaşlarda yapılıyor ama bir iki sene sonra boşanıyorlarmış.

Kanlı Kilise'yi gördükten ve Nevski  Caddesi'ni geçtikten sonra, caddenin solunda kalan bu bölgedeki diğer önemli yapı Aziz İshak Katedrali’ne (İsaakiyevskiy Sabor) geliyoruz. 350 Bin ton malzeme kullanılarak inşa edilen, zengin tavan süslemeli bu yapı, yüksek altın sarısı kubbesiyle, savaş yıllarında Hitler’in de kaldığı tarihi Astoria Hotel’in hemen karşısında bulunuyor. Yine bir fotoğraf çekimi molası. Kilisenin değişik yönlerinden fotoğrafını çektim.Petersburg'da ki tüm kiliseler ortodoks kilisesi. Güzel bir kilise olan Kazan Katedralini de jet hızıyla gezdim.

Panoramik şehir turundan sonra otelimize gitmek için yola çıktık. Otelimiz Park İnn Hotel merkezden uzakta ama çok büyük bir oteldi. Odamız, temizlik, bakım, hizmet hepsi çok güzeldi. Otele döndüğümüzde saat 20:00 idi ve hava aydınlık.saat 21:00, 22:00, 23:00, 24:00 oldu hala güneş tepemizde böylece beyaz gecelerle tanışmış olduk. Çok değişik bir atmosfer ve değişik bir tabiat olayı, uyumak için kalın perdeleri çekmemize rağmen güneş tepedeyken uyuyamıyor insan. Sonunda yorgunluk ağır bastığından uyumuşum sabah erkenden yeni yerler görmek için ayakta olacaktık.

Ertesi gün kahvaltıdan sonra tekrar yola çıktık. Neva Nehri'ni boydan boya tekne ile gezecektik hava biraz puslu ve serin güneş ortada yok, kubbeyi andıran gökyüzü gri, beyaz, siyah bulutlarla dolu, her an yağmur yağabilir. Nehir gezisinde biz teknenin dışındayız fotoğraf çekmek için. Önce kanallardan geçtik ve kanalların birleştiği gümüş renkli Neva Nehri ve nehir buyunca sıralanan saraylar. Hermitage Sarayı, Stragonaflar, Nermin Bezmen'in eseri kurt Seyit Şura filminin çekildiği saray, Aziz İshak Kilisesi'nin altın rengi kubbesi, Singer Binası ,Simens Binası, Samsung Binası, su üstünde gezerken binaların aynen korunması insanı eski zamanda tarihi bir yolculuğa çıkarıyor ,rüya gibi.

Venedik kanallarını aratmayan bir nehir turunu tamamladık ve Hermitage Müzesi'ni gezmek için otobüslere bindik. Burada Hermitage'ı anlatmayacağım çünkü Louvre'dan sonra Avrupa'nın ikinci büyük müzesi olduğu için onu ayrı bir yazı ile paylaşacağım.

Tekrar otelimize döndük ve beyaz geceleri yaşamak için  otel çevresini gezerek ,gün batmayan akşamın tadını çıkarmaya çalıştık.

Beyaz gecelerin oluşmasını Dostoyevski bu kenti eserlerinde uzun uzun anlatmış.''Petersbug Düşleri, Karamozof Kardeşler ve Beyaz Geceler'' adlı romanları bu kenti geniş bir şekilde işlemiş.

Beyaz geceler nedir?

St. Petersburg kuzey kutbuna olan yakınlığı yani, coğrafik pozisyonundan dolayı her yılın iki ayında beyaz geceleri yaşıyor. Mayıs ayının ortalarından, Temmuz ayının ortalarına kadar süren beyaz gecelerde güneş saat 03:00 da doğuyor ve 24.00'te batıyor. Güneş battıktan sonra, uzun zaman karanlık olmuyor. Sadece gece saat 01:30 ile 02:30 arasında havanın hafif karardığı görülüyor. İşte her yıl bu aylar turizm açısından haraketli geçiyor.

Rus para birimi ruble. Hediyelik eşya alacaksanız her gittiğiniz saray müze meydan girişlerinde açılan standlardan bol miktarda istediğiniz hediyeyi bulabilirsiniz şemsiyeler, kalpaklar, matruşkalar, kehribardan yapılmış süs eşyaları ve sanatın önemsendiği korunduğu geliştirildiği için bol resim panoları, şallar, porselenler herşey çok ama çok güzel. Yemek olarak Borsh çorbası çok güzel, 'Beef-Stroganoff'  güzel bir et yemeği, Kiev tavuğu. Değişik tatlar denemenizi öneririm tabii rus salatasını da unutmayalım.

Puşkin Kasabası

İkinci günümüzde yine erken kalkıp kahvaltıdan sonra tekrar yola koyulduk. Bu sefer istikamet ünlü şair ve yazar Puşkin'in doğup büyüdüğü Puşkin kasabası idi. Şehir dışında yolculuğumuz Petersburg'un bitki örtüsünü görme olanağı sağladı. Ünlü şairimiz Nazım Hikmet'in dizelerindeki kayın ağacı ormanlarının yanlarından geçtik.

Katerina kışlık saray

Sarayın eski hali

Bu kadar dümdüz gökyüzüne uzanan selviden sonra gördüğüm ağaçlar kayın oldu. Kayın ağaçlarının beyaz gövdeli olanları da vardı. Her biri muntazam düzlükte gök yüzüne uzanan ince minareler gibiydiler. Bir saatlik yolculuktan sonra yemyeşil bitki örtüsü ve kilisesi ile Puşkin kasabasına geldik. Otobüsten indiğimizde bir sürprizle karşılaştık, kasabanın bandosu bizi istiklal marşımızla karşılıyordu,çok duygulandım. Grup olarak hepimiz marşımıza eşlik ettik.

Katerina Sarayı

Katerina sarayını gezmeye başlamadan önce bahçedeki Puşkin'nin heykelinin önünde fotoğraf çektim. Puşkin en sevdiğim şair ve yazarlardandı seyahat yazılarını okumayı çok sevdiğimden onun Erzurum Notları kitabını çok severek okumuştum. Rehberimiz biletlerimizi daha önceden aldığı için beklemeden saraya giriş yaptık. Samson ve aslanÇok titiz davranıyorlar üzerimizdeki montları bile büyük olanları çıkarttırdılar. Fotoğraf makinesi yasak ancak telefonla fotoğraf çekebildik izin verildiği sürece. Sarayın içi muhteşem her oda resim sanatı ile süslenmiş bakmaya doyamadım, tam bir Rönesans döneminde zamana yolculuk yapıyordum. İhtişam, görkem, paha biçilmez süs eşyaları, biblolar, şömineler o zaman ki ısıtma sistemi ne kadar modernmiş. Bizim en önemli iki sarayımız Dolmabahçe ve Topkapı  onlar kadar ihtişamlı değiller. Nasıl bir zenginlik nasıl bir şaşalı yaşam dudak uçuklatan cinsten...

Saray arazisinin inşası ve bayındırlık işleri Büyük Petro'nun karısı  I. Katerina zamanında başlamış. Bulunduğu mekan Petro'nun kızı Elizavate Petrovna'nın iktidarda olduğu zaman Tsarskoye Selo (Çar Köyü) adını almış. Çarlık Sarayı denen bu saraya Puşkin Sarayı da denmesinin nedeni saray binaları arasında Puşkin'in eğitim aldığı okulunun bulunması. Sarayın girişinde Puşkin'in heykelini görebilirsiniz. I. Katerina'nın da en sevdiği yerler arasında olan bu sarayı, kızı Elizabeth annesinin zevkini beğenmediği için yeniden yaptırtmış. Tarihsel olarak Katerina'nın sarayı olarak tanınan kompleksin mimarisini ve iç dekarsyonunu mimar Francesso Bartolomeo Rastrelli, Elizaveta Petrovna için düzenlemiş.

Saray inşa edilirken, hiçbir masraftan kaçınılmamış. 325 metre uzunluğundaki dış cephe süslemesi için 100 kilo altın harcanmış. Hatta çatının tamamının altınla kaplı olduğuna dair rivayetler varmış. Mimar Rastelli'nin iç dekarasyonunu yaptığı 846  metrekare büyüklüğünde olan taht salonu da altınlarla süslenmiş. II. Katerina'nın ölümünden sonra Peterhof Sarayı uzun süre kullanılmamış.

İkinci Dünya Savaşın'da Almanlar sarayı tahrip etmişler, saraydaki eserler, taşlar, süslemeler neredeyse tümüyle kaçırılmış. Tekrardan kurulması bir 10 yıl sürmüş. Savaştan sonra restore edilen saray yakın zamanda Elton John gibi sanatçıların üst düzey konuklara konser verdiği mekan olarak kullanılmış.

Sarayın içinin görkemi gibi bahçesi de muhteşem bahçe demek haksızlık olur. Büyük bir arazi; nehir, gölet, çiçek bahçeleri, ormanlık alan...  Göletin kenarında minaresi bulunan bir Türk hamamı da var.bahçede ki binalardan birinde Kanuni ve Hürrem Sultan'nın büstleri var. Bu mekanda yine bize klasik müzik ziyafeti verildi. Her köşenin bol bol fotoğrafına çektik.

Otobüslere tekrar binip Deli Petro'nun yazlık sarayına doğru yola koyulduk. Uzun olmayan bir yolculuktan sonra saraya vardık sıra çok olmasına rağmen yine biletlerimizin önceden alınması sonucunda kısa sürede sarayın bahçesindeydik.Hani bir söz vardır anlatmakla olmaz yaşamak lazım denir ya işte öyle  bahçeyi anlatmak cümlelere sığmaz. Her bir köşesi ayrı bir sanat, ayrı bir espiri, ayrı bir bulmaca...

Bahçeyi anlamak için Deli Petro'yu tanımak lazım onun hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

Deli Petro'yu tanıyalım!

Çar Petro, Rusya’yı batıda ve doğuda genişleterek, Avrupa’nın en güçlü devleti olma yolunda faaliyette bulunmuş. Askerî, idârî, dînî, mâlî, sosyal, ıslahat ve tedbirler almış Rus ordu ve donanmasını modernleştirerek, kuvvetlendirmiş Devamlı ordu sistemini kurup, sayısını arttırmış. Yeni tersâneler kurarak, donanmadaki gemi sayısını arttırmış Rusya’yı her biri kırk üç vilâyetten meydana gelen sekiz bölgeye ayırmış .Eğitime önem verip; devlet memuru yetiştiren ilk, orta, yüksek ve ihtisas okulları açtırmış Rus halkını Fransız ve Macar kıyâfetleri giymeye zorlamış. Çar Petro, orduyu kuvvetlendirip, sayısını arttırdığından, Rus halkının reformlara tepkisini önlemiş Çar Petro tahta vâris bırakmadan 1725 yılında St. Petersburg'da ölmüş.

Yenilikçi ileri görüşlü çok çalışkan bir devlet adamı. Bataklıktan koca bir şehir Petersburg'u yaratan zeki insan. Sarayından kalkip avrupayı dolaşmış, Hollanda tersanelerinde gece gündüz çalışarak gemi yapımının esaslarını öğrenmiş oradan işçi getirtmiş ve çeşitli antlaşmalar yapmiş. Rusya'yı Avrupaya açmış. Ayni zamanda ülkesinde ki gericiler ve kiliseyle mücadele etmek durumunda kalmis, hatta top yapımında kilise çanlarını eriterek iyice tepki toplamış.Bu toplar sayesinde İsveç Kralı Demirbaş Şarl'ı yenmiş ülkesini genişletmiş deliden ziyade "dahi" sıfatının yakıştığı büyük bir devlet adamı...

Deli Petro'nun yazlık sarayını Petergof'u maalesef gezemedik çok yoğun bir talep var sıra çok bahçede bulunan küçük bölümleri gezdik. Bulunduğu şehre adını vermiş fıskiyeleri ile ünlü saray. Eski adıyla Petrodvorets. Petro (nun) sarayı anlamına geliyor. bizim deli, Rusların yüce, İngilizlerin ise çılgın Petro'su. sarayın bulunduğu nokta ile yol arasında çok büyük ve düzenli bir dış bahçe bulunuyor giriş serbest. Saray için ücret isteniyor, saray için ayrı iç bahçeye geçiş için ayrı. Saray ile baltık denizi arasında bulunan iç bahçe, sarayın önünde yer alan fıskiyelerden denize dik uzanan kanal ile ikiye bölünüyor. Bir taraf Adem, diğer taraf Havva tarafı, iki tarafta da bir çok fıskiye bulunuyor fıskiyeler yazın saat 6'da kapandığı için bahçeyi gezmeye en geç 3'te başlamak gerekiyormuş, (3 saat aralıksız gezilince bitirilebilecek büyüklükte). İç bahçede bir çok yapı ve heykel bulunmakta, çiçek ve bitkilerle de çok güzel düzenlenmiş.

Ve geliyoruz "Büyük Çeşme"ye...

Bu göz alıcı çeşmeler grubunda 37 yaldızlı bronz heykel, 64 çeşme ve 142 fıskiye varmış. Saraydan başlayıp Denizci Kanalı'na ve denize kadar devam ediyor.

Sarayın önünden heykellerle çevrili ortasında Samson'un aslan ile savaşını temsil eden Samson çeşmesi ve büyük çağlayandan deniz kıyısına (Fin körfezi) kadar uzanan bir havuz bulunmakta, bu havuzun sağında ve solunda onlarca çeşme ve köşkler var. Köşklerin içlerinde Petronun yemek salonları kullanılan porselen yemek takımları dinlenme salonları yine muhteşem usta sanatçıların fırçalarından çıkan yağlı boya tablolar bulunmakta.

Petro bu sarayı Versailles (Paris'te ki Versay sarayı)'den etkilenip yaptırmış. Çeşmelerinin özelliği ise, çeşmeden fışkıran suların herhangi bir pompayla değil kendi tazyikiyle fışkırmaları, saray Finlandiya körfezinin güney kıyısında. Petergof, Unesco dünya mirası listesine dahil. Sahildeki kafeye inip karşımızda gümüş gibi parlayan Finlandiya'nın fotoğrafını çektikten sonra rehberimizin önerisiyle krep yemek için kafeye gittik. Servisin çok ağır olmasına rağmen yediğim krep gerçekten harikaydı. Yemeğimizi yedikten sonra, saray dışına ormanlık denebilecek şekilde ağaçlarla kaplı bir yolu izleyerek, hediyelik stantlarının bulunduğu alana yürüyerek, bol fotoğraf çekerek çıktık.Bu arada ağaçların arasında dolaşan sincaplar ayrı bir güzellik kattı gezimize. Hediyelik standları dolaştıktan sonra otobüsümüze binip otelimize döndük.Saraya hem karadan hem de denizden ulaşım var.

St. Petersburg Hermitage Müze Gezisi

Beyaz Geceleri yaşamak için gittiğim St. Petersburg'da en önemli gezilecek yerlerden biridir Hermitaj (Ermitaj) Müzesi. Söylenene göre Louvre'dan sonra gelen ikinci büyük dünya müzesi, hatta Ruslar 1. bile olduğunu söylüyorlar.

Dünyanın en büyük ve eski müzelerinden olan Ermitaj Müzesi, 1764 yılında Çariçe II. Katerina tarafından kurulmuş, ancak 1852 yılında kamunun hizmetine açılmıştır. Yaklaşık 3 milyon sanat eserinden oluşan müzenin koleksiyonunun çok az bir kısmı sergilenebilmekteymiş. Ermitaj Müzesi dünyanın en büyük resim koleksiyonuna sahip. Müze en çok tablo koleksiyonu bulundurması nedeniyle Guinness Rekorlar Kitabı'nda yer almakta.

Rehberimizin verdiği bilgiye göre; Ermitaj, Rusya’nın en büyük, dünyanın en eski ve en zengin müzelerinden. 6 çara ev sahipliği yapmıştır. Ermitaj kelimesi Fransızca olup, “İnziva Yeri”, “Kendini Saklayan” anlamına geliyormuş. 1764’te Katerina’nın 225 parçalık resim koleksiyonunu getirtmesiyle kurulmuş. Özellikle Almanya, Fransa ve İngiltere'deki birçok kontun özel koleksiyonları satın alınmış. Tabloların yanı sıra resimler, gravürler, heykeller, silahlar, sikkeler, madalyalar, arkelojik eserler ve kitaplar Ermitaj’da toplanmış.

Louvre Müzesi'ni gezmiş biri olarak Ermitaj ile ikisini mukayese edemedim, her ikisinde de çok eser var gerçi Ermitaj'da koleksiyonun bir kısmı sergilenmekteymiş. Müzeleri tek başına gezmek gerek daha güzel daha yoğun bir gezi oluyor, daha çok bilgileniyorsun. Louvre Müzesini kendim gezmiştim kimsenin hadi gidiyoruz diye telaşlandırmadığı, istediğim resmi dakikalarca inceliyebildiğim, fotoğraf çekebildiğim bir gezi olmuştu. Ermitaj'ı ise Rus rehberimiz eşliğinde gezmiştik. Önemli noktalara vurgu yapıp çok hızlı gezmek zorunda kaldığım bir gezi oldu ama yine de çok keyif aldığım özellikle resimle ilgilendiğim için...

Büyük usta Leonardo'nun Meryem Ana ve Çocuk İsa eserini çok yakından görme olanağı buldum gerçi çok yoğun ilgi olduğundan sıraya girmek gerekiyor ama yine de yakından görebiliyorsun. Bunun dışında müzede Michelangelo, Van Gogh, Raphael, Rubens, Rembrandt’ın 30 eseri sergilenmekteymiş.

İlk bölümde çarlık Rusya'da sarayda giyilen kadın erkek ve cocuk kıyafetleri sergileniyordu. Her biri özenle korunmuş. Fotoğraf çekmek yasaktı. Onun için bu bölümle ilgili hiç fotoğraf yok zaten kıyafetler de yeni sergilenmeye başlamış yani şanslıydık. Bu bölümden başka bir bölüme uzun bir koridorun her iki tarafına asılmış halı ve kilimlerin arasından geçerek gittik Dünyanın en eski halısı yine burada.

Güzel bir halı sergisinden sonra her odada sergilenen resimleri hızlı bir şekilde görmeye çalışarak çekebildiğim kadar fotoğraf çektim. Porselen koleksiyonları apayrı güzellikte. Çariçe II. Katerina'nın fiskos yaptığı odaya girdik ardından yine müzenin en görkemli eserlerinden altından yapılmış tavus kuşlu saati görmek için karşısına geçtik. Çalışmasını videodan izliyebiliyorsunuz. Saatin çalışma mekanizması teknolojik harikalardan. Katerina sevgilisine yaptırtmış. Çalışınca her bir parça özelliğine göre hareket ediyor muhteşem ötesi!

Rönesans dönemine ait eserler, Leonardo da Vinci'nin Litta Madonna'sı, Rembrandt, Rubensin portreleri, Caravaggio'nun Lavtacı'sı, Monet'nin Bahçesi, Cezanne'ın natürmortları, Velazguez, El Greko, Van Dyck, Bruegel, Van Gogh, Gauguin, Pisarro, Renoir, Monet, Marguet, Dufy, Kandisky, Signac, Leger, Matisse, Picasso ve Topkapı Sarayı Müzesi'nde eserleri olan, padişah portrelerini yapan deniz ve gemi resimleriyle bilinen Ayvazovski'nin (İvan Konstantinoviç) resimleri! Mikelanjın, Rodinin heykelleri, antik vazolar, höyüklerden bulunan eşsiz süslemeler...

Merdivenler Ürdün usulüyle düz yol gibi yapılmış. Salonlarda fotoğraf çekme izni yok!

1. katta:

Eski Mısır Kültürü ve Sanatı Salonu,Doğu Kültürü ve Sanatı Salonları,
Antik Dünya Kültürü Salonu ve Salonları,
İsa'dan önce 5.-4.yüzyıllara ait Pazırık Höyüklerinden Parçalar,
İlkel Kültür ve Sanatlar Salonları,
Mücevherat Galerisi bulunuyor.

2. katta:

Kışlık Saray'daki Tören Salonları ve Oturulur Odalar,
15-18.yüzyıllar Fransız Sanatı Salonları,
15-18. Yüzyıllar Alman Sanatı Salonları,
16-18. Yüzyıllar İngiliz Sanatı Salonları,
Rus Kültürü Sanatı ve Salonları,
Hollanda, İtalyan, İspanyol, Flaman Sanatı Salonları bulunuyor.

3. katta:

19 ve 20. yüzyıllar Fransız Sanatı Salonları,
Alman ve diğer Avrupa Ülkeleri Sanatı Salonları,
20. yüzyıl İtalyan Sanatı Salonları,Çin, Hindistan, Endonezya, İran, Suriye, Bizans Sanatı Salonları bulunuyor.

Hermitaj’da Leonardo Vinci'nin her iki tablosunu da yakından gördüm ve fotoğraflarını çekebildiğim için şanslıydım. Onun dışında grup olarak gezildiğinden her gördüğüm resmin fotoğraflarını çekebildiğim kadar çektim. Resimlerin fotoğraflarını çekmeye karışmıyorlar.

İlgimi çeken bir diğer şey de odada zümrüt yeşili bir sehpayı andıran tek bir parça devasa mermer taşın odaya nasıl geldiği oldu. Taşın hiçbir kapıdan geçme şansı yok. Rehberimiz sordu bizden doğru yanıt alamayınca yanıtı oda taşa göre sonradan yapılmış oldu, ilginç!

Bundan sonra şövalyeleri ve çar tahtını gördük en son birinci kata indik. Burada Eski Mısır kültürüne ait objeler, mumyalar, lahitler bulunmakta. Özellikle bir mumya çok dikkat çekiciydi, yapımından bugüne hiç bozulmadan duruyor.

Sonradan edindiğim bilgiye göre müzedeki eserleri farelerden kediler koruyormuş, onun için sarayın 60'a yakın kadrolu kedisi varmış. Çariçe II. Katerina sarayı müzeye çevirdiğinde ilk olarak Hollanda'dan getirttiği kedileri kışlık sarayda tutarken müzeye göndermiş ki böylece eserleri fareden korumuş.1989'dan bu yana her sene kedi günü düzenlenip çeşitli yarışmalar kedi temalı tiyatrolar ve kedi resimleri sergileniyormuş.

İçeriden devasa erkek atletlerin taşıdığı sütunların resimlerini çektikten sonra hediyelik dükkanlarına geçtik. Aynı zamanda acıktığımız için kafede oturup çay ve sandviç yedik, sonra çıkış...

Tekrar düşüncem şu oldu; böyle müze gezilerinde önceden müze hakkında her türlü bilgi edinilip ondan sonra gezilmeli. İkincisi ise müzeler bireysel gezilmeli.

Not: Müzeye giriş biletini internetten de alabilirsiniz. Hermitaj'a giriş bilet fiyatı: 17.95 dolar.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
Birgül

Yazar Hakkında

Birgül

Klasik bir ifade ile,emekli olduktan sonra gezmeye başladım.Eşimle birlikte özellikle yurt dışı gezilerimiz oldu.Orta yaşımızda  uzakları gezelim görelim dedik.