Rusya'ya, Başladığımız O Yere… Krasnodar Bölgesi

Neden Tren? Neden Rusya?

Şimdi Bakü’den Rusya’ya trenle yolcuyuz.

Geçirmemiz gereken zamandan fazlasını geçirdik Azerbaycan’da, artık çabucak çıkıp gitmek istiyoruz. Sanki hızla kaçıp gitmesek birileri bizi tutup şantiyeye götürecek ya da sanki biz korkup geri döneceğiz… Dönemeyeceğimiz kadar uzağa gitmek istedik. Trenleri seviyoruz, Sovyet trenlerini daha bir seviyoruz.

Rusya Krasnador Krai bölgesi bizim Eyüp’le tanışıp hayatımıza başladığımız topraklar. Yeni bir hayata o bölgeden başlamamızın bir nedeni de bu!

"…tecavüze uğrarsınız."

Diğer nedeni, henüz daha çok acemiyiz. Rusya, az buçuk bildiğimiz bir ülke, insanları rahat, kadın olarak ise yaşamak için çok iyi. Türkiyeli olarak biz hep tecavüz korkusuyla büyümüş bir halkız biliyorsunuz. Hep o korkuyla geçti ömrümüz, genç kızların kambur oluşu, öz güven eksikliğimiz, daha korkak ve güvensiz oluşumuz bundandır. O nedenle bu yola çıkarken de çok duyduğumuz “manyak mısınız, ‘yolda başınıza neler gelir, tecavüze uğrarsınız, öldürürler” vb. korkularımız elbette bizde de var, şu an bile kilisenin bahçesine çadır kurmuşken aynı korkuları yaşıyoruz elbet ama aslında bu en çok geldiğimiz topraklardan ilgili. Aslında bu durumu yolda olmak değiştirmiyor, evinde yemek siparişi verdiğin kurye de tecavüzcü olabilir, bindiğin dolmuş şoförü de…Hayatın kendisi bir risk. Korkuyla yaşamanın anlamı yok. Her yerde ölebiliriz,  bir iş kazasında ölmektense gezinin sonlarına doğru yolda da ölebilirim. Neyse bu korkuları biraz olsun üzerimizden atabilmek için Rusya’nın iyi bir tercih olduğuna karar verdik.

Rusya, Kadınlara güzel

Diyorlar ya erkekler Rusya bize göre, yalan  :) Rusya kadınlara göre. Kimse ne giydiğinize ne içtiğinize,  sokakta öpüştüğünüze, yoldan ikinci defa geçtiğinize bakmıyor. Kadınlar, otobüs kullanıyor, pompa istasyonlarında benzin dolduruyor, önlerinde bebek arabası altlarında mini eteklerle dolaşıyor. Durum öyle olunca kadın olarak daha rahat hissediyor insan kendini…

Sovyet Treniyle Bakü’den – Tikhoretsk’e 

Tren biletlerini almadan bisikletlerin sorun olmayacağını ama paketlememiz gerektiğini söylemişlerdi. Fakat bisiklet paketlemek zor iş. Sonra öğrendik ki; o paketleri küçücük kompartımana sığdırmamızı istiyorlarmış. İmkanı yoktu öyle bir şeyin, trenleri de tanıyorduk. İşin ilginç tarafı koskoca Uluslararası trenin yük vagonu yokmuş!

Nasıl yapsak? Nasıl etsek? derken tekrar idarenin kapısını çaldık. Bu arada biletleri zaten almıştık  :) Dedik ‘biz dünyayı dolaşmaya çıktık, durum böyle böyle bir hal çare bulun. Azeri iki kafadar bu Türkiyeli ‘kardeşlerimizi buradan sorunsuz yollayacağız’ diye and içtiler, büyük şef, ‘hayatta olmaz paketleyin getirin’ dedi ama sağ olsunlar diğer iki adam bir yolunu buldular, Rostov treninin şefiyle konuşuldu hosteslerle konuşuldu falan filan bizim bisikletler en arka vagonun en arkasına konuldu ve bizden bağımsız rahat bir yolculuk yaptılar afacanlar.

Tikhoretsk’e Yolculuk

Tikhoretsk adında küçük bir kasaba şehrine doğru Bakü – Rostov treniyle yola çıktık. 4 kişilik kompartımanda yanımızda Bakü’de yasayan Rus bir amcayla seyahat ettik. Küçücük kompartımanlar, dar koridorlar, sigara yasağı, yemek ve çiş kokusu ve trenin sesi…


 

İnsan dışarıdan her trene baktığında bir kez daha hayret ediyor, her şey o kadar ince planlanmış ki… Sovyet trenin her bir parçasını başka şehirde yaptırır sonra bir merkezde toplayıp birleştirirmiş,  böylece her şehirde bir fabrika ve iş olurmuş, aynı zamanda da o şehrin havasını alırmış :)

Trende her vagonda Rus şişko ablalar sanki orada doğmuş ve büyümüş gibiler. 3 gün süren Bakü – Rostov yolu boyunca evlerine sadakatle bakıyorlar. Hayli huysuzlar (birçok Rus gibi:-) ) ama görevleri başarılı. Bilet kontrolü, temizlik, çay, çarşaflar, mola yerleri ve duraklarda kapıların açılıp kapanması, hepsi onlardan sorumlu ve bunları her vagonda bir abla yapıyor.

Dağıstan’dan bir adam daha bindi trene, iki sohbet edildi yemekler yendi yol ilerledi. Uzun bir mola sırasında arka tarafa gidip bisikletleri kontrol etmek istedik. En arkaya yürüdük. Sivil özel hareketçiler durdurdu bizi. İlk vagon onlarla doluydu. Az buçuk Rusçamızla bisikletlerimizin orada olduğunu anlatmaya çalıştık. İçeri girmemize izin vermediler. ‘Burada bisiklet falan yok’ dediler. Moralimiz bozulacakken sonra anladık ki; meğer arada bir yerde vagona vagon eklemişler. Bu bol kaslı ilginç askerler neden ve niçin trendeydiler bilmiyorum. Ya Çeçenistan üzeri gidildiği içindi ya da özel başka sebepleri var. Rusya’nın sırrına erişilmez çok da kurcalamamak lazım herhalde. Velhasıl biz bisikletlerimizin olduğu vagonu bulduk rahatladık :)

 

1 dakikada 2 bisiklet ve 10 tane çanta

36 saat yolculuğun ardından sabah 5.30 trenden inmeliydik ama eşyalarımızı indirmemiz için sadece 2 dakikamız vardı, tren beklemez. İneceğimiz duraktan önceki durakta mola uzundu, bizim kompartıman ortalardaydı, molada inip en arka vagondan bisikletleri bizim vagona taşıdık.

 

Eyüp vagondan genç Çeçen çocuğu yardım için ayarladı.  10 bisiklet çantası ve çadır ve tulumlar vardı. Her şey organize ve hızlı olmalıydı. Büyük heyecan! Durağa gelene kadar çantaları da çıkış kapısının önüne yığdık ama o kadar hızlıydık ki sanırım 1 dakikada her şeyi indirdik :) O suratsız vagon görevlisi ablamız bile yardım etti. Daha ne olsun!


 

İlk Defa Çantalarla Bisiklet Sürüyoruz…

O kadar hevesliydik ki bisiklet sürmeye hemen yola çıkalım istedik. İtiraf edeyim ben hiç çantalarla bisiklet sürmedim, Eyüp de öyle. Uzun yola da çıkmadık hiç, kısa turlar haricinde tur da yapmadık. Yani diğer gezginlere göre biraz daha manyağız ama dedik yol uzun öğreniriz her şeyi. Çok korkuyordum eşya yüklü bisiklete binmekten, istasyondan çıktık. Üzerine bindim ve bir sürdüm ki; Ohhh çok rahat,  vaaay be dedim korkulacak hiç bir şey yokmuş.


 

Sonra başladık pedallamaya… Yol güzel,  hedef Krasnador… Deliler gibi pedal basıyoruz. Yolda mutluluk çığlıkları, sık sık zili çalmalar bağıra bağıra şarkı söylemeler, yani delirmeceler. Mutluyduk, yeni bir hayata başlamıştık… Yepyeni. O mimar ve mühendis sıfatlarımızı kenara atıp gezgin olmaya pedal basıyorduk. Neden olmasın? İstedikten sonra her şey olur, olacaktır…


 

Yolda ayçiçeği tarlasına girdik, ağaçların altında öğle şekerlemesi yaptık,  birkaç defa yemek molası verdik. 64 km uzakta olan Vyselka şehri ilk hedefti. Ama çok paslıydık, ciğerlerimiz sigaradan yorgundu, Eyüp ‘haydi’ dedikçe pedala asılıyordum ama her yanımda korkunç ağrılar başlamıştı. Arkamdan seslendi “Destan eğer bugün oraya varmayı başarırsak biz bu dünyayı dolaşırız“, son gücümle asıldım pedallara.


 

Bu arada hiç paramız yoktu. Çünkü dolar bozacak bir yer bulamadık. Rusya’da Exchange yok gibi az ve dolar bozmak çok zor, biz akıl edemedik. Benzin istasyonlarından su doldurarak gittik. Hava kararmaya yakın şehre vardık. Bankalar kapanmıştı ve biz yorgunluktan ölüyorduk. Şehir içinde de yaptığımız yolla beraber 75 km’yi bulmuştuk.

Hayatımızda ilk defa bisikletle hem yüklü bisikletlerle hem de hiçbir şey bilmeden antrenmansız üstüne üstlük çok uzun tren yolculuğunun ardından 75 km rekorun rekoruydu. Hava kararmıştı. Çadır kuracak yer de yoktu – hal de yoktu. Ucuz bir otel aradık. Registrasyon'da yaptırmalıydık Rusya için… Zor da olsa bulduk, 15 dolar civarıydı.  Annemin acil durumlar için verdiği kredi kartından çektirdik. Zorla alınan duş sonrası kendimi yatağa attım. Konuşacak halim bile yoktu. Eyüp sorumluluk bilinciyle şarj edilmesi gereken her şeyi şarja taktı. Yapılması gereken işleri yaptı. Bense olduğum yere bayıldım ve derin bir uykuya daldım.

Sabah uyandığımda her yerim ağrıyordu. Dayak yemiş gibiydim, yürümekte bile zorlanıyordum… Nasıl yol gidecektim? Eyüp’ün de hali kötüydü ama devam edecektik elbet… Emeksiz kazanım olmazdı; biliyorduk ve kimse için değil kendimiz içindi her şey… Varoluşumuzu anlamlandırmaya çalışıyorduk. Kolay olmayacağını biliyorduk fakat içinden çıkıp geldiğimiz hayat da kolay mıydı? Her gün başkalarına hizmet için, çıktığımız köle hayatımız bizim ruhumuzu çok daha fazla yoruyordu. Kaslarımız alışacaktı elbet! Biz ruhumuzu temizlemeye çalışıyorduk.  Öğlen gibi çıktık. Şehre inip para bozdurduk bankadan önce. Sonra bir telefon hattı alıp internet yükledik. Yol için de alışverişimizi de yaptık, her şey hazır! 

‘Sizin bu küçük kasabada ne işiniz var? Hiç Turist gelmez buraya’
 
Eyüp, marketteyken yanıma Rus bir adam geldi. Bisikletle görünce merak etmiş o da bisiklet sürüyormuş.  Rusçam tıkanınca bir kadını çağırdı. Kadın İngilizce biliyormuş. Rusya’da zor karşılaşabilecek bir olay. Konuştuk biraz. ‘Sizin bu küçük kasabada ne işiniz var. Hiç Turist gelmez buraya’ dedi :) Yardımcı olmak istediklerini söylediler. Teşekkür ettik. Rusya’da pek yardımcı da olmaz öyle kimse. Yola devam etmeliydik. Kadına mesleğini sordum. ‘Sence ne?’ diye sordu bana… Gülerek ‘öğretmen’ dedim. ‘Evet, İngilizce öğretmeniyim’ deyince, Hepimiz güldük  :)

Yeniden yola düştük. O gün çok uzun gidemeyeceğimizin farkındaydık. Elimizden geleni yapıp gün batıncaya kadar pedalladık. Yolda güldük, eğlendik, yedik, içtik, bahçelere daldık. Güneş batmaya yakın bir yer bulduk. İlk kampımızı yapacaktık. Heyecanlıydık. İlk defa çadırımızı kuracak, ilk defa yemek pişirecektik. Sarı Kantoron çiçeklerinin arasında uygun bir yer bulduk ve çadırı kurduk. Eyüp, güzel bir Şehriye Çorbası yaptı. Bende bir salata… Oturup bir güzel yedik.

Yıldızlar da varlar…

Sonra çadırın önüne oturup yıldızları izledik. Ne kadar da çoktular… Şehirde insan onları göremiyor. O kadar çok sahte ışık var ki şehirlerde doğanın ışığını küstürüyor. Mata ne gerek var deyip, direk uyku tulumuyla yattık ama pişman olduk, tüm gece ağrıdan uyuyamadık. Neyse, yavaş yavaş öğreniyoruz bu işleri. Gülmeyin öyle daha yolun başındayız.

Sabah, gün doğarken uyandık. Havada sabah serinliği ve kırlangıç uçusları,  yavaşça beliren kızıl bir güneş tam karşımızdan doğuyordu. Önce güneşi selamladık. Bir süre gözlerimizi ondan ayıramadık. Sonra kahvaltı hazırlığı başladı. Ocağımızı kurduk. Peynir, domates yanınada yumurtayı kırdık ki; misss gibi kahvaltı… Öğlen yemek için de yumurta haşladık.

Bulaşık yıkama konusunda sorunumuz var şimdilik. Çünkü yanımızda taşıdığımız su yeterli gelmiyor. İnsan suyun değerini yolda çok iyi anlıyor. Evde açıp ne kadar aktığını umursamadığımız her damla su, yolda anlam buluyor. Daha kurtulmamız gereken eşyalar var ve daha çok su taşımalıyız. Öğreniyoruz ve bir suyun en az 3 defa kullanılabileceğini…
 
Yola çıktık sıcak bir gün olacağı belliydi. Hedef Krasnador şehriydi ama 60 km civarı vardı. Varıp varamayacağımızdan ya da varsak ne yapacağımızdan emin değildik. O gün gerçekten hızlı sürdük biz bile kendimize hayret ettik.

Kendimizi de Ödüllendirmemiz Lazım
 
Eyüp’ün ilk günden bana bira sözü vardı. Yolda bir yerde durduk. İçeri girdik, baktik ki yemek de var. ‘Yiyelim’ dedik. Yine az Rusçamızla satıcı kadınla anlaşmaya çalıştık ama bizi çileden çıkardı. Ruslarda öyle bir özellik var ki (özellikle eski nesilde, belki de yıllarca kapalı bir toplumda yaşadıkları için),  tüm insanlar Rusça konuşabiliyor sanıyorlar ya da konuşmak zorunda olduğumuzu düşünüyorlar. ‘Rusça bilmiyorum’ deseniz de ‘anlamıyorum’ deseniz de faydası yoktur. Onlar saatlerce konuşabilir, anlamazsanız size kızarlar falan. Tamam konuşmalarını geçtim ama anlamıyoruz diye neden bağırıp kızıyorlar! İşte buna deli oluyoruz. Ruslardan konu açılmışken; kibar ve güleç insanlar olduğu söylenemez. Siz yokmuşsunuz gibi davranırlar coğu zaman. Yüzlerinde bir şaşkınlık veya heyecan görmek epey zor. Bazı zamanlar onların bu kadar umursamaz olması sizin işinize gelirken bazı zamanlarsa sizi delirtebilir. Neyse, yemek yerinde de ufak bir çıldırmadan sonra yemeklerimizi ve biramızı aldık.
 
Sonrasında dışarıdaki çeşmede elimizi yüzümüzü, kafamızı soğuk suyla yıkadık. Biraz sıcak havadan sonra kendimize gelmeye çalıştık. Sonra bastık gaza… Krasnador tabelasını gördüğümüzde çılgınlar gibi mutluyduk.

Krasnodar; İlk Büyük Şehir ve Nerede Kalacağız şimdi?
 
Peki, ya şimdi? Şehir dışında yaşam alanı bulmak daha kolayken bu koca şehirde nerede kalacaktık? Couchsurfingden kimse olumlu bir cevap vermemişti. Çok hazırlıksızdık şehre girerken.

Facebook’a yazdım; böyle bir şeyi daha önce yapmamıştım, “Krasnador’da tanıdığı olan var mı?“. Biraz zaman geçti Bora ağabey ‘var’ dedi :) Krasnador çerkes bölgesine yakın bir yer. Adige Cumhuriyeti hemen yanında. Bizimde Sochi’de çalıştığımız yıllardan çok Adige dostlarımız var; hepsi çok güzel insanlar. Çerkes katliamından sonra Osmanlı’ya sürgün olduklarından bu yana 150 yıl geçmesine rağmen kültürlerini korumayı başarmışlar ve halen topraklarına dönme sevdası içindeler ve gençler yavaş yavaş geri dönüyorlar. Güzel insanlar diğer güzel insanlarla dostluk kurarlar ve ben hep buna inanırım.

Bora ağabey bizi Yunus isimli birine yönlendirdi. O da Adige. Onun işlerinin bitmesini beklerken bulunduğumuz bir parkta soframızı kurup yumurtalarımızı ve ton balığımızı yiyip akşam yemeğini aradan çıkardık ama insanlar bize deliymişiz gibi bakıyordu. Yunus bize adresi yolladığında baktım ki; 8 km var. Gözümde o kadar büyüdü ki… Dedim ‘nasıl aşacağız acaba?’ Sonra verdik birbirimize gazı. İnsanlar ve tüm sürücüler bisikletlilere karşı çok saygılılar.

Sonunda vardığımızda mutluyduk. İki deli, biraz da kirliydik işte. Yunus, Turizm acentasında çalışıyor. Bizi o pis halimizde ofisine kabul etti ve elleriyle bize Türk Kahvesi yaptı. Gerçekten çok güzeldi. Sonrasında bizi tanıdığı öğrenci evine yönlendirdi. Çağatay gelip aldı bizi. Tam bir Ankara bebesi. Çağatay’la 10.kattaki evlerine gittik. Dedim ya ‘güzel insanlar güzel insanları tanır. Bora ağabey, ağabeylerin gülüdür. Tanışı Yunus da çok güzel bir insandı. Yunus’un yönlendirdiği Çağatay ve Mustafa da güzel insanlardı.

Çağatay, Krasnador’da Uluslararası ilişkiler okuyor, Mustafa’da meyve sebze ticareti için gelmiş aynı zamanda üniversitede Rusça öğreniyor. Bize bir oda verdiler ve gerçekten bize çok zaman ayırıp yardımcı oldular. Sıcak bir duş alırken akan kiri görünce insan kendinden utanıyor ama bir reklamda da dediği gibi “kirlenmek güzeldir”

Ertesi gün biraz uyudum   Sonra güzel bir kahvaltının ardından dışarı çıktık. Troleybüs şehri Krasnador’u keşfetmek istiyorduk. Gerçi önce ki gün Krasnador’u bir baştan bir başa bisikletle geçtiğimiz için birçok yeri yolda stresli de olsa görmüştük. Troleybüs’lerde herkese kağıt bilet kesiliyor ve o biletin seri numarasının ilk üçü ve son üçünün toplamı eğer eşitse, o günün çok şanslı geçeceğine inanıyorlar.

Çağatay, bize rehberlik yaptı. Troleybüsle merkeze indik. ‘Kızıl Sokak’ dedikleri uzun bir sokak var. Hafta sonları trafiğe kapatıyorlarmış. Tüm insanlar bu sokakta bir baştan bir başa yürüyormuş. Sokağın kapalı halini göremedik ama yine de güzeldi. Krasnador; çok etnik yapılı, Ermeniler, Çeçenler, Azerbaycanlılar, Ruslar, Çerkesler ve daha bir çok halkın yaşadığı bir yer.
Rusya’da karalar ve beyazların ayrımını görebilirsiniz.
 
Tatlı Meksika Pizzası

Yürürken karnımız açıktı. Bir baktık “riz”. Rusya-Sochi’de çalışırken hep Riz’e giderdik. Nostalji olsun diye girip orada yedik ama acılı hayal ettiğimiz ve normal şartlar altında da acılı olan Meksika Pizzası, tatlI gelince bir kez daha bu Rusların tatlı sevgisine lanet ettik. Rusya’da dolaşırken aldığımız ve tuzlu olacağını düşündüğünüz her şeye dikkat etmelisiniz! Bir fırından veya pastaneden alacağınız şeylerin %80i tatlıdır. Ekmek dahil…

Osmanlı’ya mektup yazan Kazak heykelini de inceledik. O dönem Kafkasya’daki Müslüman halklar Osmanlı’ya o kadar güvenmiş o kadar yardım istemiş ki; Osmanlı hepsini hayal kırıklığına uğratmış. Yaptığı tek şey, her şey bittikten sonra kapılarını açmak olmuş…

Krasnador sokaklarında; sarmaş dolaş sevgilileri, hiç yaşlanmayan ablaları, sokakta müzik yapanları,  resim çizenleri görebilirsiniz. Mutlu olmasa da memnun bir hayat sürmekte Krasnador…

Bir gün gezmek için fazlasıyla yetti aslında. Akşam eve dönüp çantaları topladık. Ertesi gün dönme günüydü. Bu kadar şehir bize yetmişti.

Krasnador, gece hayatıyla ünlü, ‘bir çıkıp bakalım’ dedik gece. Perşembe akşamıydı ve bar için uygun ayakkabımız başta olmak üzere pek uygun bir kıyafetimiz yoktu. İşte yolculuğun sıkıntılı yanlarından biri,  topuklu ayakkabı taşıyamam ya yanımda   ama elbise taşıyorum niyeyse   canım dostum Gülni daha önce Krasnador’da Amsterdam Bar’a gitmişti  ve “Destan mutlaka görmelisin” demişti. Bende sözümü tuttum ve 2 yıl sonra oraya gittim. Spor ayakkabıyla almazlar demişlerdi(niyeyse Rusya ve Azerbaycan’da acayip bir ayakkabı takıntısı var). Neyse ki kapıdaki görevliler sıkıntı yapmadı. Alman Pasaportumu yedekte tutuyordum   içerisi boş gibiydi. Oturduk bara, kafamı bir kaldırdım, baktım tavanda bisikletler asılı. ‘Ne güzel’ dedim, gülümsedik. 2 bir şeyler içtik. Mekan biraz daha doldu. Çok takılasımız yoktu zaten. Aynı görev edasıyla çıkarak eve döndük. Artık Krasnador bitmişti. Yarın yola devam…

Sabah erken kalkıp son hazırlıkları yapıp öğlene doğru evden çıktık. Yunus’la vedalaşmak için ofisine gittik ama ne yazık ki yerinde yoktu. Çağatay’la vedalaşıp yola çıktık. Şehirden çıkışımız bir hayli sürdü.  Büyük bir şehir gerçekten. Şehrin çıkışına geldiğimizde fark ettim ki yanlış çıkışa gelmişiz. Benim hatamdı.  Rotada yön şaşırmıştım. Yol çalışması vardı ve yol berbat haldeydi. Geri dönmek için çok geçti.

Aslında bu rotada düşündüğümüz bir rotaydı ama Kafkas dağlarının eteklerinden ilerlediği için engebeli olacaktı ve Kırım’a giden yol 50 km’ye yakın uzayacaktı ama güzel yani Sochi’den tanıdığımız Ahıska Türkü arkadaşımız Mesut‘u görme şansımız olacaktı. Neyse, o yolda ilerlemeye karar verdik. Akşam gün batımı başlamadan çadır için uygun bir yer bulmak istiyorduk ama yol gidiyor uygun bir yer çıkmıyordu.
 
Trafik çok fazlaydı. Araba sesinden kafamız şişmişti ve sonunda Enem adında küçük bir şehre saptık.

Kiliseyi bulacak orada çadır kuracaktık. Gezginlerin kullandığı bir yöntemdi. Kilise hem güvenli hem de açık kapıydı. Köydeki insanların yanından geçtiğimizde köylüler biz yokmuşuz gibi davranıyordu. Anlaşılmayan bir tuhaflık vardı ortada. Kiliseyi hava kararmaya yakın bulduk ama kapıların hepsi kilitliydi. Rahibi arayıp izin almak istedik ama bulamadık. İçeride ışığı görüyorduk. Biri vardı ama asla cevap vermedi.

Çadırımızı kuracakken iki kadın ve çocuk geldi. Kadınlardan biri biraz Türkçe biliyordu. Bir Türk’le evliymiş. Orada çadır kurmamız konusunda hoşnut olmadılar ama bizi davet etmediler de… Nedense insanların gezginlere karşı korkuları var.

Sonra bir Azerbaycan asıllı biri geldi. Enem’de yaşayan tek Azerbaycan kökenliymiş. Çoğunluk Ermeni kökenli olunca sorduk haliyle ‘Bir sorun yaşıyor musun?’ diye. ‘’O sorun sadece Azerbaycan’da’’ diye cevap verdi. Bize su ve domates, salatalık getirdi. Bizi hırsızlığa karşı uyardı.Küçücük bir kasabaydı ve Rusya’da en çok araba hırsızlığının olduğu yermiş. Bizim bisikletler, hemencik çalınırmış. Zaten kasabada Otoparkı görünce şaşırmıştık   Neyse, biz de 35 kuruş gibi bir para karşılığında bisikletleri otoparka çektik. Tabii bir de uyarıldık; buralar pek tekin değilmiş, bazı tipler sıkıntılı dedi. Orada kalmaktan başka çare de yoktu. Ekmek, peynir, domatesle günü kapattık. O gece tedirgin bir gece geçirdik. Ben bir süre yazı yazdım Eyüp uyudu. Sonra ben derin bir uykuya daldım Eyüp’üm uyuyamamış tedirginlikten. Neyse ki sıkıntısız ve olaysız bitirdik geceyi.

Meymenetsiz Bir Rahibe ile güne uyanmak

Sabah gün doğmadan Eyüp kalktı. Azerbaycanlı adam gelmişti. Sabah 5:30’da, bize şeker getirmişti. O da yola çıkacaktı. Gece gelip kontrol etmiş, sağ olsun.

Eyüp’le gidip bisikletleri aldılar sonra kahvaltı yapıp eşyaları toplarken Rahibe Teyzemiz çıkageldi. Çok sinirliydi. Rusça bir şeyler deyip deyip gitti. Kiliseden bizi kovamazdı ya ama kovdu. Sonra biz toplanmaya devam ederken yeniden geldi ‘’burası benim evim gidin falan’’ dedi. Ona az Rusçamız ve el dilimizle burasının onun değil; benim, bizim, herkesin ve Tanrının evi olduğunu anlatmaya çalıştık. Bir de ekledik, “Kötü insanlar değiliz!“. Teyze biraz yumuşadı ama ‘yasak’ demeye devam etti.
 
Neyse, bizim de zaten durmaya niyetimiz yoktu. Yolumuz uzundu. Oradan hızla uzaklaşmak için can atıyordum. Kötü uyumuştuk gece ve bu kasabada garip gergin bir hava vardı. Hızla pedal bastık. Yol kötüydü, trafik yoğundu. Kamyon ve araba sesleri kafamın içinde uğulduyordu. O gün ilerleyemiyordum sanki bir şey zincire takılmış dönmesini zorlaştırıyordu. Bir kıyıda durup ağlamaya başladım. Hiçbir nedeni yoktu. Hassas günlerimdeydim ve sadece bu kadar araba gürültüsü beynimin içine etmişti. Kıyıda durduk. Eyüp yiyecek bir şeyler hazırlayıp beni sakinleştirdi.

Hedef Kirimski adlı bir şehirdi ama ulaşacak gibi hissetmiyordum. Orada Mesut’la görüşecektik. Sonra telefonlaştık (gittiğiniz ülkede oranın hattını almak ucuz ve kullanışlı oluyor). Mesut’unda Krasnador’da işi çıkmış ‘yolda görürüm sizi’ dedi. Biz pedallamaya devam ettik yol biraz düzeldi. Biraz daha yeşilleşti ve sakinleşti. Bir birada içtik ve güç toplamaya çalıştık. Sonra yolda kamp yeri aramak için durmuştuk ki bir araba yanaştı.

Mesut gelmişti, onu görmeyeli iki yıl oldu. ‘Gelin oturalım’ dedi. Yolun kıyısında buğday tarlasının yanına oturduk. Mesut içecek soğuk bir şeyler getirmişti bize. Biz içtik Mesut konuştu.  Dakikalar mı? Saatler mi? yoksa günler mi geçti? Bilinmez oldu. Eyüp, hayatında ilk defa buğdayı canlı görüyordu. Sonra kalkma vakti geldi.

Kamp için uygun bir yer sorduk Mesut’a, 5 km daha gittikten sonra görecekmişiz. Benim adım atacak halim yoktu. Beynim dünyayı farklı algılıyordu. Bisiklete binip 5 km gitmek benim için mucize gibiydi ama yaptım:-) Yol güzelleşti. Güneş batmak üzereydi. Bir ağaçlık gördük. Güzele benziyordu. Yanına çıktık ki etraf içki şişesi doluydu. Kararsız kaldık.

Osman Çıkageldi

Bir kedi sesi geliyordu ama ortalıkta kedi yoktu. Bir süre bağırıp seslendim. En sonunda çıkageldi Ufacık bir kediydi. Bir zamanlar kedim olan Osman’a çok benziyordu,  aynı cinsti; Rus Mavişi… Onu görünce hüngür hüngür ağlamaya başladım. Sarmaş dolaş olduk kediyle.  İkimiz de sevgi patlaması yaşıyorduk sanki. Osman’ın ruhu çıkagelmiş bana destek için sanki ya da yeniden beni bulmuştu Osman. Orada kamp kurmamaya karar vermiştik ama ya kedi? Onu da götürmek istiyordum. En azından bir gece sarılıp yatmak ama onu nasıl taşıyacaktım. Sığdıramadım bir yere. Belime bir kese yapıp onun içine koydum ve sonra zorda olsa bisiklet sürmeye başladım ama o durmadı yerinde atladı aşağıya. “Üzgünüm” dedim, “senin tercihin”,  arkamdan ağlamasını duydum. Dönemedim. Kendimi acımasız hissettim, kendime çok kızdım. Özgür hissedemedim kendimi… Ben ki, özgürlük için çıkmıştım yola, şimdi de yola mı tutsak olmuştum?

Yola devam ederken bir köpeğin bizi takip ettiğini gördük. Bize eskortluk ediyordu sanki. O da Eyüp’ün eski bir dostuydu belki. O gün dostlarımız çokça ziyaret etti bizi.
 
Sonunda bir yol sapağı bulduk. İçeri girip ilerlemeye başladık. Sağ taraf da sol taraf da çalılıktı. Umudumuzu kaybedecektik ki çok güzel bir arazi çıktı karşımıza. Girişine Rusça bir şeyler yazmışlar. Herhalde yasak demekti ama biz anlamazlığa vurduk .

Arazinin biraz ilerisinde de bir petrol kuyusu vardı. Dedik herhalde bu da Bakü’nün selami bize. Bakü günlerce rüzgarıyla yolumuzu zorlaştırıyordu. Rüzgara karşı pedal çevirmek zor iş… Ama bu sefer güzel bir görüntü sunmustu bize. Çadırımızı kurup yemeğimizi hazırladık hemen.

Çadırımızın tavanından Samanyolu

Hava hızla karardı. Çadırın tavanını yarıya kadar açtık. Gökkubbe yıldızlarla doluydu. Harika bir görüntüydü. Ben yıldızlara bakarken derin ve soluksuz bir uykuya daldım. Eyüp ise yine huzursuz bir gece geçirdi. Çadır hayatına alışması ve doğayla barışması zor oluyor onun için ama hepimiz yolda çok şey öğreniyoruz. Yol bizi biz yapıyor.

Yolda olmak evrenin mesajlarını daha doğru okumanı sağlıyor…

,

Sabah gün doğumuyla yeni güne başladık. Bir de açtık Neşet Ertaş’ı… Günümüz renklensin.
Yola devam… Kirimski’ye doğru pedallamaya başladık.
 Şirin Kasaba, Kholmskaya

Yol üzerinde ufak bir kasaba(Kholmskaya) gördük. Eyüp dedi ‘gel girelim pazar var’. Girdik içeriye, içerişi bambaşka bir dünya. Ufak, şirin insanlarin yaşadığı bir kasaba. Biraz yemek icin alışveriş yaptık.

Pazarın sonunda başka bir dünya açıldı. Eski tahta bir köprüyle kasaba içeriye doğru açılıyordu. Köprünün başından bir müzik sesi geliyordu. Sese doğru ilerledik. Kör bir adam akordeon çalıp şarkılar söylüyordu. Onun az ilerisinde kadınlar yere tezgah açmış; kıyafetten, çapa, çekice kadar ikinci el şeyler satıyorlardı. Ne kadar güzeldi. Üstelik hepsi gülümsüyordu bize. ‘Ne güzel’ dedi bir kadın ‘benzin derdiniz’ yok. Y’ol’un bir sürprizi oldu bu kasaba…

Oradan ayrılıp yola devam ederken bisikletler daha hafiflemiş gibiydi. Kirimski’ye varışımız yine akşamı bulmuştu. Büyük bir şehre akşama doğru varmak en büyük sıkıntı… Bu konuda hala acemiyiz,  ayarlayamıyoruz zamanı. Ne yapsak diye düşündük; tahminimizden yavaş gidiyor olmak zaman konusunda bizi düşündürüyordu. Üstelik bir an önce Ukrayna’ya geçmek istiyorduk. Çünkü inancimiz Ukraynalıların daha misafirperver ve güleç insanlar olduğu yönündeydi.

Otogara gidip araba sorduk. Akşam Kırım’a gidecek bir araba vardı. ‘Binelim’ dedik, biletçiye bisikletlerimizin olduğunu anlattık uzun uzun… Ekstra bagaj kestiler. Otogarın az ilerisine gidip çimenlere yayılıp otobüs saatini bekledik. O sırada yemeğimizi yapıp yedik, sigaramizi içtik. Artık hazırdık. Otobüse binerken şoför bagaj konusunda sıkıntı çıkardı. Eksta 500 ruble para istedi. Sinirlendik, tartıştık ama faydası olmadı. ‘Ya verirsiniz ya da götürmem sizi’ dedi. Mecbur verdik. Otobüse bindik tabii. Bilet numarası falan yok. Herkes yayılmış otobüse… Baktık bir tek en arka koltuklarda iki kişilik yer var. Geçtik oraya, yanımızda bir sarhoş. Dar, boğucu otobuste Kırım’ın başkenti Simperefol’e doğru uzun bir yolculuk yaptık.

Rusya Videosunu Buraya Tıklayarak  İzleyebilirsiniz.

Sonrası Kırım… Kırım’dan mecburi tekrar Rusya Sochi’ye dönüş… Kırım Gezi Yazısında.