Sakız Adası'na Yolculuk

Sakız Adası’na gitmeye karar verdiğimde açıkçası kendimden utandım. Şurada İzmir’de yaşıyorum ve “Dünya’yı Keşif” yolculuğuna çıkmışım, hala şu dibimdeki Sakız Adası’na gitmemişim. Büyük ayıp! Yahu ben de İzmir’de yaşıyorum, ben de orasını görmedim, ben de mi utanmalıyım diyenlere, siz benim gibi dünyayı keşfe çıktınız mı ki diyorum. Bütün dünyayı dolaş, dibindeki Yunan Adalarını görme. 

İşte bu sebeple fırsat sitelerinden birinde gördüğüm Sakız Adası’na gidiş-dönüş bileti 36 TL gibi komik fiyattan biletimi alarak, arkadaşlarımla birlikteki Sakız Adası maceramız başladı. Araştırmalarım sonucunda internetten de şehrin kalabalığı içerisinde bulunmayan eski taş evlerden oluşan bahçeli bir butik otelden 50 Euro’luk bir oda da ayırttıktan sonra sıra gideceğimiz günü iple çekmeye kaldı.

Sabah saat 9.30’da hareket edecek olan teknemiz için bir saat öncesinden check-in işlemini yapıp bu mevsimde kalabalık olabilen gümrük ve pasaport sırasına girdik ve 15 dakikalık beklemeden sonra kendimizi Free Shop’un içerisinde bulduk. Yani içki, sigara ve parfümlere bakmadan sınırdan çıkış yok. Fiyat kıyaslaması yapmak için bol vaktiniz var. Nasılsa tekne 20 metre ilerimizde bizi bekliyor. Tekne diyorum çünkü Çeşme’deki günübirlik tur teknelerinden farkı yok bunun, hatta daha bile küçük. Ama kaptan Süleyman’ın gönlü büyük. Bizi kaptan köşküne davet etti, çaylar ısmarladı ve 50 dakikalık yolculuğumuz da sayesinde pek keyifli geçti.

Sakız Adası

Chios, Sakız Adası’nın en büyük kasabası. Sakız Adası’nda son nüfus sayımında bulunan toplam 52.000 kişinin 32.000’i Chios kasabasında yaşamaktaymış.

Sakız Adası toplam 842 km2 olup, doğu kıyısında bulunan Chios limanı en önemli ticaret merkezi. Güney bölgesinde daha çok sakız ağaçları bulunmakta ve bu ağaçlar da adanın başlıca geçim kaynağı. Ancak son 2012 yılındaki büyük yangında her ne kadar çam ağaçlarının büyük bir kısmı yanmış olsa da sakız ağaçları daha az zarar görmüş.

Güneydeki mutlaka görülmesi gereken 14 ve 16. yüzyıllarda kurulan Pyrgi, Mesta, Vessa, Lithi, Kalamoti ve Eleta köyleri, adadaki sakız ticaretini Romalılar zamanından beri ellerinde bulundurmaktalar.

Adanın kuzey tarafında bulunan Volissos ve Kardamyla ise kiraz, şarap ve zeytin üretimi ile bu ürünlerin festivalinin de yapıldığı Amades, Viki ve Kambia köyleri var. Dağlık iç kısımlarda ise Avgoniyma ve Karyes köyleri var ki bu iki köyün arasındaki 11. yüzyıldan kalan Nea Moni Manastırı, Dünya Mirası Listesi’nde. Roma İmparatoru Konstantin IX tarafından inşa ettirilmiş, fresk ve duvar işlemeleri ile meşhurmuş. Burası daha sonra 1881 ve 1952 depremlerinde iki defa hasar görmüş.

Kısaca bu adadan geçmiş medeniyetlere de değinmek gerekirse sırası ile bunlar; Romalılar, Cenevizliler ve Osmanlılar ile en son olarak adayı işgal eden Yunanlılar.

Bu kadar genel bilgiden sonra şimdi gezimizin detaylarına geçelim…

Bizi Çeşme’den 9.30’ da alan teknemiz Chios limanına saat 10.30’da getirdi ve hemen kasabanın önünde bulunan limana yanaştı. Gümrük’te pasaport kontrolü işlemleri için sıraya girdik. Vizesi olmayanlar, bu iş için ayrılmış pencereden hemen yanında hazır getirdikleri evrakları vererek, 5 dakika içinde haftalık vizelerini kolaylıkla aldılar. Biz Schengen vizesi ve yeşil pasaportu olanlar da pasaport kuyruğuna girerek 10 dakikada kasaba meydanına adımımızı attık. Önümüze çıkan araba kiralama ofislerinde yaptığım araştırmada günlük küçük araba kiralarının 35-50 € civarında olduğunu tespit ettim. Biz ertesi akşam dönmeyi planladığımız ve teknemiz de saat 18.00’de kalkacağına göre, planımızı şöyle yaptık. Size de böylesini tavsiye ediyorum. Saat 13.00-17.00 arası ada halkı siesta yapıyor ve genellikle dükkân ve işyerleri kapalı. Bundan ötürü saat 13.00’e kadar Chios’u dolaştık.

Keyifli ara sokaklarına girdik, kafelerinde frappe ve soğuk serinletici içeceklerimizi içtik ve alışveriş için neler alabileceğimize karar verdik. Tabii ki sakız, mamulatı ve içkileri!
 Sonra saat 12.00 gibi rent a car dükkânları ile 1,5 günlük kiralama pazarlığı yaptım. 1 günlüğe 35 € istiyorlar ama siestaya girecekleri ve ertesi gün saat 17.00’de siesta sonrası teslim edeceğimi söyleyerek, 35 Euro’ya 1,5 günlüğüne güzel ve küçük bir Toyota kiraladım. Ehliyetimi verdim, kredi kartı sözleşmeye yazıldı, imzaladım, aldım anahtarı.

Haritamızdan planlayarak, önce öğle yemeği için dağlarda manzarası ile meşhur Agios Georgois Skusis’e 20 dakikada geldik. Manzarası hakikaten nefis.

Hemen buranın sahipleri Pandelisler İstanbul muhabbeti açtı ve bize Greek salata, peynir köftesi, bira ikram ettiler. Biz de onlara kişi başı 6 € ikramda bulunduk. Çok neşeli ve sakin, bir o kadar da havadar bir öğle yemeği yedik.

Hava çok sıcak olduğundan ve her yer artık siestaya geçtiğinden, arabamıza atlayıp adanın diğer tarafındaki VessaEleta yolu ile Lithi’ye ulaştık. Yolda tabii ki yanan çam ağaçları bizi üzdü. Neyse ki zor yanan ağaç gurubundan olan sakız ağaçlarının çoğu sağlam kalmış. Hemen yol kenarında durarak, ağaçta kalan son sakız tanelerini toplamaya başladık ve hatta 1 avuç kadar da topladık.

Bu tecrübe de ekip arkadaşlarımın beğenisi ile karşılandı! Lithi’ye geldik, burada görülecek hiçbir şey yok ve hatta yol üzerindeki diğer köylerde de görülecek pek bir şey yok. Boşuna bu tarafa gelmeyin diyorum.

Sonra yönümüzü Pyrgi’ye doğru çevirdik ve köyün meydanına arabamızı park ettik. Amanın bu ne güzellik! O evleri dış cephe dekorları ne kadar güzel bir manzara yaratmış! Hemen yaya olarak evleri, dar sokakları gezmeye başladık. Size hangi bir evin dekorunu anlatayım ki… En iyisi yine size fotoğraf safarisi yapayım… Öğrendiğim kadarı ile önce bu evlerin dış sıvasını yapıyor ve 3 ayrı kat kireç ile boyuyorlarmış. İşte bundan sonra kireci şekilli olarak kazıyarak evlere bu dekorları veriyorlarmış.

Meydandaki kilisenin önündeki çay bahçesinde soluklandık ve güzel, küçük, çok eski yıllardan kalan Holy Apostles Kilisesi’ni gezdik (1362) Burada St. Peter ve St. Paul’un hayatlarından sahnelerin bulunduğu freskler var. İçerisinde fotoğraf çekmek yasak.

Octagonal tarzda yapılan ve meşhur Nea Moni Katolik Kilisesi’nin küçültülmüş bir örneği olan bu kilisenin iç duvarları 1665 yılından boyanmış. Dokuz meleğin resmi de kubbesinde hala bulunmaktadır. Buradan çıktıktan sonra sokak aralarında dolaşırken açık olan bir hediyelik eşya dükkânı bulduk ve çok güzel duvar süslemeleri ile 100-200 gramlık birinci sınıf sakızlar aldık. Gerçekten çok tazeydiler ve 100 gr için 5 € para ödedim. Diğer bizim topladıklarımız ağaçta bırakılan ıskartalar imiş. Pyrgi’deki gezintimiz bitince tekrar arabamıza atlayıp, Emporios Köyü ve Limanı’na geldik. Sıcaktan bunalan bedenlerimizi hemen ilk gördüğümüz denize attık. Ohhhhhhh! Daha güzeli olamaz. Berrak ve tertemiz taşlık bir deniz. Etrafta balıkçı tekneleri ve tavernalar… Çok beğendiğimiz bu yerde, akşam sefası yapmak için pazarlık bile yaptım. 6 çeşit Yunan mezesi, 6 çeşit sıcak balık mezesi, ahtapot, kalamar dolma ve küçük balık kızartmaları ve ouzo 10cc. kişi başı 15 €. Nasıl beğendiniz mi? İsterseniz ayaklarınızı denize de sokun. Ammmmmma dikkat! Denizin içi denizkestanesi kaynıyor. Biz de diyorduk niye kimse bu güzellikteki denize girmiyor. Meğerse bu deniz kestaneleri giren herkese dikeninden bir hatıra veriyormuş. Zaten tavernalarda da bunları çıkarmak için zeytinyağı servisi hazır!

Pazarlık sırasında garson diyor ki niye 200 metre ilerideki meşhur siyah volkanik taşlıEmporios Plajı’na gitmiyorsunuz. Yaaaaaa niye daha önce söylemedin! Hemen toparlanıp plaja gidiyoruz ki denizin tadını bu sefer bir başka alıyoruz. Ohhh! İşte size birkaç fotoğraf…

Şimdi artık akşamüstü oldu ve daha önce internetten yer ayırttığımız otelimize gitme zamanı… Chios’un dış semtlerinden  ve havaalanına yakın olan Kambos’a doğru ekibim ve ben yola koyuluyoruz. Tabii ki haritadan Kambos’u bulduk ama oteli bulmamızın imkânı yok. Hemen bir benzin istasyonuna giriyorum ve sahibi ana-kız, bizim oteli bilmeseler de internetten buluyorlar ve sahibine telefon ediyorlar. Hemen 15 dakika sonra otelin sahibi Yorgo arabasına atlayıp geliyor ve bizi istasyondan alıyor. Arkasına takılıyoruz ve gerçekten mümkün değil burasını tek başımıza bulmak. Otele gelince yemyeşil ağaçların içersinde 400, 150 ve 30 yıllık 3 ayrı taş binadan oluşan butik otelimize yerleşiyoruz. Önce Yorgo bize Türk kahvesi ikram ediyor ve misafirperverlik örneği gösteriyor.

Bir saat kadar soluklandıktan ve dinlendikten sonra saat 20.00’de otelimize yakın bir yer olan Karfas’a gitmeye ve akşamı hem yorulmadan keyifle, yol yapmadan ve hem de yarı final maçı Brezilya-Almanya maçını seyretme planında anlaşıyoruz. İyi ki öyle yapmışız, o kadar içki ve eğlencenin ardından zaten oteli zor bulurduk! Bu arada otelimizin ismi Villa Clio.

Akşamı detaylı anlatmak istemiyorum. Ekibim ve ben çok keyifli ve eğlenceli bir o kadar da romantik bir akşam yaşadık. Trio müzisyenlerimizin Yunan ve Türk müzikleri eşliğinde danslar ettik. Sonrasındaki Brezilya maçının heyecanını zaten anlatmama gerek yok herhalde. Neydi o öyle ilk devre 5-0 yahu! Almanya, Brezilya’yı dağıttı. Bizde masalar bile kaç defa havalandı! (7-1) Wow. Sonrasında otelimizi elimle koymuş gibi buldum ve hoopp yataklara, iyi geceler benim sevgili dostlarım…

Sabah rahat geçen bir gecenin ardından uykumuzu almış bir şekilde kalkınca, hemen bir bahçe turu yaptım. Etrafta kimsecikler yoktu. Kahvaltı saatinin 9.00 olduğunu bildiğimden etrafta bir hazırlık ve hareketliliğin olmaması beni şaşırtmadı. Mecburen saat 9.00’u bekleyecektik. Ne de olsa şurada 45 dakikacık vardı. Biraz internet, biraz da ağaçlar altındaki keyif sabah sabah iyi geldi. Saat 08.45’Te motosikleti ile bir genç kız geldi ve Kalisperasas diyerek, kahvaltı hazırlığına geçti. Bahçedeki açık çardağın altında 20 dakikada mükellef bir kahvaltı hazırladı.

Tabii ki ben meraklı, hem etrafı incelemedeydim hem de göz ucu ile neler koyduğunu takip ediyordum. Taze taze getirdiği paskalya çöreği ve ekmekler nefis görünüyordu.  Ekibimin de bana katılmasıyla açık büfede keyfimize göre kahvaltı yaptık. Hakikaten nilüfer çiçeklerinin ve kırmızı balıkların yüzdüğü küçük bir havuzun kenarında yaptığımız kahvaltı güzeldi ve 2 saat kadar sürdü. Niye acele edecektik ki… Bundan keyif alıyorduk, tatildeydik ve etrafımıza gelen Türk ve Fransız oda komşularımızla da sohbet ediyorduk. Saat 11.00 civarında otel tamamen boşalmıştı. Biz hala otel sahibiyle bir taraftan sohbet bir taraftan da kahvelerimizi yudumluyorduk. E artık kalkma zamanı geldi ve 50 € otel ücretimizi ödeyerek arabamıza atladık. Ver elini bu sefer adanın kuzey tarafı; Vrontados, Langada, Kardamila ve Pantoukios. Yine Chios’u arabayla sahilinden yani kordonundan dolaşarak geçtik ve kasaba çıkışında yel değirmenlerinin yanında durduk.  Manzara, fotoğraf çekmeyi gerektiriyordu. Karşıdaki eski bir fabrika ve küçük bir kilise de dikkat çekiciydi.

10 km sonra ilginç bir manastır ve aşağıda plajı önümüze çıktı. Myrsinidi Manastırı’na gelmişiz. Burası 1897 yılında kurulmuş, 2. Dünya Savaşı ve Alman işgali esnasında yerlilerine şefkat ve yardımlarından övgüyle söz edilir. Güzel ve değişik mimarisi olan bu kilisenin hemen önünden inilen plaja, kilisenin mezarlığının önünden geçerek, demir attık. Tabii ki kiliseyi gezmeden olmazdı ama papaz içeriye girmemize izin vermedi. Bu arada kendini acı çekmeye adayan meşhur keşişleri Gregory V’in cübbesi de burada saklanmaktaymış. İşte sizleri kilisenin dış görünüşü, denizdeki yolcuları kiliseye çağıran ışıklı haç ve plaj manzaralarıyla sizleri baş başa bırakıyorum.

2-3 saatimizi burada tertemiz sularda, karşımızdaki Çeşme’yi seyrederek yüzdük. İnanın denizden epey zamandır bu kadar keyif almamıştım. Sonrasında toparlandık ve daha kuzeye, yok yok bu sıcakta gezmeyi bırakıp, geçtiğimiz Vrontados sahilindeki bir başka plaja konuşlandık. Oradaki kafeden de hafif bir şeyler atıştırdıktan sonra 1 saatlik plaj keyfinden sonra plajda halka açık bulunan duş ve soyunma kabini hizmetlerinden de faydalanarak, giyinip tekrar Chios’a döndük. Araba teslim saatimiz de yaklaşmakta olduğundan aracı kiraladığımız yerin otoparkına bırakarak, hala siestada olan Yunan milletini beklemek için biraz daha etrafı dolaşmaya başladık. Tabii ki ouzo ve ufak tefek bir şeyler almadan olmazdı. Sonrasında saat 17.15’te herkes işbaşı yapıp, 35 € kira paramızı da ödedikten sonra bizi limana kadar bırakmalarını istedik. (Bu arada bütün bu gezi için 10 Euro’luk benzin aldım) 10 dakikalık yolu o sıcakta elimizde eşyalarımızla yürümek istemedik. Memnuniyetle bizi limana bıraktılar ve herkesin dönüş saati olan 18.00’de limanda olma zorunluluğundan dolayı biraz kuyruğa girip gümrükten geçtik. 

Şimdi tekrar teknemizde ve Süleyman kaptanımıza kavuşmuştuk. Saat tam 18.00’de hareket ettik ve bu saate yetişemeyenler yarınki seferi beklemek zorunda kaldılar. Yine 45 dakikalık deniz yolculuğundan sonra güzel Çeşme’mize kavuştuk. Bizi Free Shop bekliyordu ve yine burada alışveriş ve ödeme kuyruğu vardı. Gümrük mevzuatımıza göre biliyorsunuz 1 şişe yüksek alkollü, 2 şişe de düşük alkollü içki alma hakkımız var. Zaten pasaport ile alındığından fazlasını da vermiyorlar. Giderken alırsanız da Yunanlar içeriye sokmuyorlar. Artık kaptandan rica edeceksiniz, denizde bir livar yapacağız ve içerisine herkes aldığını koyup denize şamandıra ile sallayacağız, dönüşte de yakalanan balıklarla birlikte geri alıp gümrükten bol içki ile geçeceğiz! Nasıl zihni fikir ama! Ouzo’lar 8 ila 12 €, viskiler 12 ila 24 €, likörler ise 14 € civarında. Rakı da litrelik 14€. Bu bilgiler işinize yarayabilir akşamcılar. Hadi bakalım iyisiniz. Bilenler zaten siz biliyorsunuz bu işleri, bırakın diğerleri de öğrensin!

Şimdi özet yapmamız gerekirse; bir daha Sakız Adası’na gider miyiz? Evet, gideriz ama 2 günden uzun değil. Bu sefer Langada Limanı’na yakın bir otel bulup, limanın bizim Çeşme Dalyanköy’e benzeyen balıkçılarında yerel ouzo içip balıkları yiyip hemen otele ulaşmak isterim. Ara yolları dar ve virajlı olduğundan, araba da emanet olduğuna göre arıza çıkarmak istemeyiz değil mi? Adanın kuzeyini gezip, güneydeki Ortaçağ’dan kalma görmediğimiz Mesta Kasabası’nı ve Dünya Miras Listesi’nde bulunan 1000 yıllık Nea Moni Manastırı’nı da gezmek isterim. Yani seneye yine buradayız, ama şimdi Midilli’yi de görelim bakalım.

Çeşme gümrüğünden çıktıktan sonra limanın otoparkına koyduğumuz aracımıza eşyalarımızı bırakıp, bir akşamsefası için Çeşme’ye çıkıyoruz. (Otopark ücreti günlük 15 TL) Artık, bu gece rakı-balık sefası mı yaparsınız, yoksa evinize mi gidersiniz, yoksa tatile devam mı artık orasını siz bilirsiniz.

Eveeeet, bu gezi de bitti. Hoşçakalın ve allahaısmarladık diyorum benim sevgili dostlarım. Bir dahaki gezimizde buluşmak dileğiyle… Allah bize ve size daha çok para versin, biz de dolaşıp size anlatalım, siz de gezin değil mi? Aminn!

 H. Oğuz Esen[email protected]

H. OĞUZ ESEN

Yazar Hakkında

H. OĞUZ ESEN

İş güç ve çoluk çocuk işlerini bitirdikten sonra emeklik günlerimi tadında geçirmek için, sıhhat ve akıl fikir yerinde iken gezmeyi seçenlerdenim.