Sarajevo'da Akşam Yemeği

Yeni yılımızı Belgrad'da kutladıktan sonra Balkanların büyüsüne kapılıp ülkelerimize geri dönmüştük. Belgrad'da yemek planımızı gerçekleştiremediğimiz için bunu Saraybosna'da yapalım dedik. Ocak sonunda Türk Havayolları'ndan aldığım yaklaşık 380 TL'lik 08:30 varışım ile çoğunluğu Türklerden oluşan yolcular ile beraber sadece 2 memurun çalıştığı upuzun pasaport kontrol sırasına girdim, memura yeni olan bordo pasaportumu uzattım neticede Bosna problem olmaz diye, memur pasaporttaki tek damganın Sırbistan olduğunu görünce bütün sayfaları tek tek kontrol etmeye bilgilerime ve suratıma bakmaya başladı sakalım uzun ve spor giyimli olduğum için pasaporttaki fotoğraf ile alakasızdım, arkamdan gelen ''ufff, puff, daha bekleyecek miyiz, sorun ne ki'' seslerini duyunca memur bey  Boşnakça ''bir problem mi var'' diyip Sırbistan'daki taktiğimi yine devreye sokarak 2 eski gri pasaportu uzatınca ''hiçbir sorun yok geçebilirsin, iyi günler'' yanıtı ile pasaport faslını da sorunsuz tamamladım.

Karlı ama çok da soğuk olmayan bir Saraybosna karşıladı beni. İlk iş olarak hotelimin ayarladığı şöfor beyden rica edip Alija İzzetbegovic'in ve diğer Boşnak şehitlerinin bulunduğu mezarlığa gittim. Hangi dil/din/milletten olursanız olun ister istemez orada hüzünleniyorsunuz, gözleriniz doluyor. Mezar ziyaretinden sonra 5 dakika mesafelikteki ''Mula Mustafe Baseskije'' caddesindeki ''City Boutique Hotel''e check-in yapmak üzere yola koyulduk (3 gece için ekstralar hariç 330 €). Saat 09:30 civarları olmasına rağmen çok iyi Türkçe konuşan ve 15 yıllık Karşıyakalı olan hotel müdürü Maja hiç bir ücret talep etmeden erken check-in yaptı. Kız arkadaşım Ann'in uçağı 14:30'da ineceği için bolca olan vaktimi gene Belgrad'da yaptığım gibi yakın bölgeyi keşfederek ve yerel marketlerden alışveriş yaparak başladım. Marketteki en pahalı şarap 15 KM yani 21 TL civarı, biralar ise 1 KM civarlarında (1 KM=1,45TL). Ardından bi güzel Boşnak böreği ile kahvaltı yapmak için gizli lezzetlerin saklı olduğu arka sokaklara göz atmaya başladım. Ferhadija Caddesi'nin güneyden baş tarafında yer alan katedralin yan sokağındaki Buregdzinica'ya girdim.1 Porsiyon kıymalı börek ve 1 bardak yoğurt için 6 KM ödedim, mükemmel bir börekti! (Porsiyon büyük fakat Sarajevo'da 5 km 1 porsiyon için çokmuş sonradan öğrendik).

Alışveriş ve kahvaltıyı tamamladıktan sonra 3 dk mesafedeki hotele geri geçip biraz camdan etrafı seyrettim. Savaşın izleri hala duruyor ki tam karşımdaki Austurya-Macaristan döneminden kalma olan eski binada bile koca koca mermi izleri vardı. Bilerek silmiyorlarmış ki tarihlerini geçmişlerini unutmasınlar hep hatırlasınlar diye. Saat 10:30 civarı yatıp 15:00 civarı gelen Ann'in sesine uyandım hemen bir şarap açıp hasret giderdik. Saat 19:00 civarları azalmış olan kar yağışının altında Pedestrian Zone olarak tanımlanan Ferhadija Caddesi'ni takip ederek Bosnalı arkadaşım Harisa'nın tavsiye ettiği Zeljo Cevapi'ye vardık. Ann 1 normal porsiyon cevapi söyledi ben de 1 büyük porsiyon söyledim aç olduğum için. Bizdeki tırnaklı pide gibi bir ekmeğin içerisine 15 tane cevapi koymuşlardı yanına da meze olarak mısır tanesi kadar doğranmış soğan. Köftenin içerisindeki tek katkı sanıyorum ki tuzdu, bizimkiler gibi ekmek baharat vs. yoktu. 1 normal 1 büyük porsiyon cevapi 1 fanta 1 yoğurt 1 maden suyu için 17 KM civarı bir şey verip etrafa göz attıktan sonra tekrar hotele geçip yarın için hazırlık yapmaya başladık.

Saraybosna oldukça küçük bir şehir olduğu için pek fazla görülecek bir şey olduğunu söylemek zor. 2. gün hotelin teras katındaki Saraybosna dağları manzaralı kahvaltımızı yaptıktan Ferhadija caddesine ufak bi göz attıktan sonra to-do listemizde yer alan Latinska Cuprija (Latin Köprüsü)'ya geçtik. Miljacka boyunca yaklaşık her 200 metre de bir köprü vardı, Ann'in kültüründe her köprüden ilk geçişte dilek tutmak çok önemliymiş o yüzden turistik bölgenin dışına çıkmadan önümüze çıkan her köprüden geçip dilek tutma görevini tamamladık.

Sebilj

Tekrar Bascarsija yoluna koyularak önümüze çıkan görmeye girmeye değer her yere uğramaya başladık. İlk denk gelen yer Sarajevo Museum, oldukça küçük ve 1. Dünya Savaşı'nın patlak vermesinin görünen nedeni olan Avusturya-Macaristan arşidüğü Ferdinand'ın vurulduğu noktada inşa edilmiş zaten müzenin içeriği de tamamen suikast ile ilgili. Biz girerken müzenin içerisinde kimse yoktu ve girişte ki bilet satan orta yaşlardaki görevli nereli olduğumu sordu, Boşnakça olarak İstanbul'dan geliyorum Türk'üm kız arkadaşım da Leton diye cevap verince, şaşırıp Boşnakça nasıl öğrendin diye sordu. Bizi sevmiş olsa gerek ki etrafta ne kadar broşür, harita vs. varsa Türkçe olanlarını toplayıp getirdi. Müze içerisinde fotoğraf çekmek yasakmış ama hep gülen yüzü ve çat pat Türkçesi ile ''bizim kardeş sen, fotoğraf problem yok'' dedi. Müze içerisinde 2-3 adım arkamızdan gelerek her baktığımız fotoğrafı, eşyayı bize açıklamaya çalıştı. Ayrılırken de iki eliyle elimi sıkıcak sıkarak ''Haj po selame moj brat'' dedi. Muhtemelen Sarajevo'da gördüğüm en sıcak en Türk dostu Boşnaktı.

Müze bitiminde Bascarsija başladığı için sağ tarafa girip geniş caddeye bir göz atalım istedik. Cuma günü ve öğle saatlerine doğru olmasından dükkanların çoğu kapalıydı, ilk açık bulduğumuz ''Nargila Lounge'' isimli şark köşesi ve kahvehane görünümlü über otantik mekana girip birer ''Bosanski Kafa'' söyledik. Mekanda daha yeni açıldığı için içerisi bomboştu ve daha yeni yeni hazırlanıyorlardı. Kahvelerin pişmesi normalden uzun sürünce ve içeriye yoğun bir şekilde yayılan gaz kokusunu ben hiç umursamadım ama Ann hemen korkup dışarıya çıkmak istedi, 1 dakika bekle soralım ne oluyor diye belki önemli bir şey değildir diyip mutfak tarafında ki gençlere İngilizce olarak sordum, anlamadılar, Boşnakça sordum 4-5 saniye bana bakıp sırıtaran 1.90 boylarında sarışın mavi gözlü iri kıyım bir arkadaş '' Türk müsün abi?'' dedi. Evet kardeş, nedir bu koku olayı?. Hee tüpü değiştirdim o koku yapmıştır abi problem yok dedi. Ann'in yanına dönüp tüpü değiştirdiklerini ve kokunun bundan dolayı olduğunu söyledim. Sonra tipik Bosna sunumu ile bakır tepsi, cezve ve fincanda gelen kahveleri içtik. Boşnakların 1 kişilik cezveleri aslında 2 fincan kahve alıyor, yani onlar tek seferde 2 fincan içiyor. Ann zaten kahveyi pek seven biri olmadığı için 1. fincanı zor bitirdi kalanını da ben içtim. Bizdekinin aksine Sarajevo bu ve benzeri mekanlarda yediğiniz içtiğiniz her şey için siparişin gelmesiyle beraber fişte geliyor ve küçük bir bardağın içerisinde duruyor siz bir şey istedikçe oraya ekleniyor sipariş teslimiyle beraber. 2 Bosanski Kafa için 3 KM verip tekrar Bascarsija içlerine yöneldik.

Gözümüze güzel görünen ilk restorana girdik, ben 1 porsiyon kuzu biftek Ann de 1 porsiyon ızgara tavuk göğüsü söyledi. Önden de absürd bir şekilde tanesi 5 KM olduğunu sonradan öğrendiğim 2 tane Draft Sarajevosko Pivo söyledik. Yemeklerin pişmesini beklerken biraya gömüldük fakat bardaklar çok iğrenç bir şekilde bulaşık kokuyordu ben 2-3 yudum ancak içebildim. Ann ''Seninki de mi kokuyor diye sordu, evet dedim. İç bir şey olmaz alkol bu öldürür her türlü mikrobu, bakteriyi dedi. Gene de içemedim, o yarısından fazlasını içti rahatlıkla. Uzun bekleyişten inanılmaz güzel, gayet kıvamında pişmiş suları üzerinden akan bifteği indirdim mideye. Totalde 21 KM gelen hesabı garson 20 KM olarak aldı. Birayı koklayıp edip içmediğimi görmüş olsa gerek ki jest yapma gereği duydu. Tekrar Bascarsija'nın içinden geçerek Sebilj'e vardık.

Sebilj'nin biraz gerisinde sol taraftaki berberi dükkanını Ann görür görmez ''bak kuaförün adı ne'' dedi. 6 Kuşaktır orada hizmet veren berber ''Ömer Başiç''. Çok komikti, Ann durma hadi girelim tanışalım dedi, şansımıza Ömer Başiç orada yoktu çalışanları vardı. Kısmet yolumuza devam ettik, Sebiljnin üst tarafında el yapımı ürünler satılan bi yokuş görüp o tarafa doğru geçelim dedik. Tam da şans eseri sağımda Sarajevo'ya gelmeden önce araştırırken adını çok duyduğum ''Cajdzinica Dzirlo''yu gördüm. Ann'e mekandan biraz bahsettim o da çayları falan çok sevdiği için hadi girelim bakalım o zaman dedik. Şansıma mekanın sahibi ve Türkler tarafından çok övülen Husein abi yoktu orada, eşi vardı. Sarajevo'daki en sıcak, neşeli, misafirperver insandı diyebilirim. Ann'den ötürü benide yabancı sanmış ilk, sonra doğrulamak için ülkelerimizi sordu, benim Türk olduğumu öğrenince çok sevindi ve birden ''lütfen benden Türk çayı yapmamı isteme çünkü yok'' dedi.Sarajevo'da çok ciddi bir Türk turist akını olduğu için haliyle oraya da sürekli Türkler geliyormuş ve her gelen de ''Türk çayı verir misin, yok mu?, neden yok? yapamaz mısın'' gibi sorular yöneltince kadıncağız bunalıp önden bildiriyor. Çayları seçme işi için menü yapmış siz hoşunuza gidenleri söylüyorsunuz o da kavanozlarını getirip tek tek koklatıyor hangisi hoşunuza giderse onu getiriyor, ufak seramik demlik Japon tarzı yine seramik fincanlarda ve biraz bisküvü ile... Çayların ufak masamızda demlenmesini beklerken Diana (mekanın sahibi Husein abinin eşi) bize Bosna ile ilgili broşürler dergiler toplayıp getirdi, Ann'e İngilizce bana Türkçe olanlarını verdi. Türkçe olanlarının sayısı bariz daha fazlaydı. Çay ve çok güzel bir sohbetten sonra 2 demlik bitki çayı için 9 KM verip mekandan ayrılırken Diana'ya Sarajevo'da en iyi bira nerede içilir diye sorduk o da bize Miljacka'nın karşı tarafına geçip eski manastırın oradaki Sarajevsko Pivara (Saraybosna Bira Fabrikası) nın gerisindeki küçük kapılı yere gitmemizi söyledi.

Bascarsija

Güç bela bulduk o küçük kapıyı, içeriye girince kapı ile mekanın alakasız olduğunu fark ettik ki; içerisi gece kulübü ve kumarhanemsi bir yer baya bi büyük, masaların hepside kocaman. En kenardaki masaya geçip 2 tane Sarajevsko Pivo söyledik, 1 dk içerisinde kupalarda gelen biralarımızı yudumlarken bir yanda da yarın nereye gideriz diye planlıyorduk ki kapı birden açıldı ve içeriye 3 tane asker girdi, Sarajevo'da hala aktif görevde bulunan NATO askerleri gördüğüm için şaşırmadım pek ama en önde yürüyen gözlüklü esmer binbaşının kolundaki Türk bayrağını görünce şaşırdım. Mekanın müdavimleri olsa gerek ki merdivenlerden üst kata çıkarken bar kısmı bizim binbaşının yaptığı el işareti ile birden hareketlendi, ilerleyen dakikalarda gelen Amerikan askerleride onlara katıldı. 2 bira için 3 KM ödedik yani 4,3 TL İstanbul'da öyle bir yerde o 2 bira için hiç yoksa 40 TL verirdik ki Ann ile fazlasını da vermişliğimiz var. Bosna gerçekten çok ucuz bir ülke... Saat 16:00 civarları mekandan ayrılıp aylar öncesinden yaptırdığım 20:00 da Kibe Mahala Restaurant'daki rezervasyon için dinlenebilmek ve hazırlanabilmek üzere hotele geçtik. 2-3 saat şekerleme yaptıktan sonra kalkıp hazırlanmaya başladık, 15 dakikada hazırlanıp terasa sigara içmeye çıktım, indim, Ann hala hazırlanıyordu, lobiye inip kahve içtim tekrar çıktım Ann hala hazırlanıyordu.

Tipik erkek kaderi olan kadınların süslenmesini bekleme eziyetini yaşadıktan sonra sonunda odadan ayrılıp taksi çağırması için resepsiyon ile görüştüm. Genç resepsiyoncu arkadaş taksi durağında hiç taksi kalmadığını istersek bize hemen 7 KM ye VIP Jeep ayarlayabileceğini söyledi. Saat 19:45 olduğu için bir an evvel gidebilmek adına tamam olur dedim her ne kadar şüpheli bir durum olsa da...

1 dakika bile geçmeden hotelin önüne gelen 130 kiloluk bir şey olduğu için koltuğu arkaya kadar itip sıkışmamı sağlayan suratsız bir beyfendinin aracı ile sonunda Kibe Mahala Restaurant'a vardık, saniyesinde de beyfendi ''Ten KM Mistııır'' diyerek elini uzattı... Mekan merkezden 6-7 dakika uzaklıkta ama yinede yükseğe konumlanmış ki bütün Sarajevo ayaklarınızın altında, çalışanlar süper hizmet daha arabadan iner inmez başlıyor. Ne olur ne olmaz diye önceden rezervasyonu yapmıştım ama mekanı dışarıdan görünce gerek olmadığını düşündüm, ta ki üst kata çıkıp tıklım tıkış olduğunu görene dek. Hotel ile mailleşirken bizim için önemli bir akşam olacağını ve güzel bir masa ayartlatmalarını rica etmiştim ki çok güzel konumlu tam 2 kişilik mum ışıklı romantik bi masa ayarlamışlardı. Menüye göz atarken öyle afilli yemeklerden pek de anlamayıp direk yeme odaklı olduğum için garson beyden tavsiye vermesini rica ettim, o da mekana ve Bosna'ya has olan uzun adını yine hatırlayamadığım mantar, kırmızı-yeşil biber, domates, soğan ve iri parça kuzu etinden hazırlanan bir yemeği tavsiye etti, Ann de restaurantın spesyali olan tereyağlı ve taze koyun peyniri soslu spaghetti söyledi, önden de 1 yöresel Begova supa (Bey çorbası) söyledi. İçecek olaradak yine restauranta has Rosa Syrupa (Gül Şurubu) söyledik, fazla tatlı ve hoş kokuluydu. O kadar kalabalık ve az garson olmasına rağmen 20 dakikada yemeklerimiz geldi. Benim seçtiğim mantarlı kuzulu yemek yediğim en güzel yemekti, soğandan nefret eden biri olarak ilk başta tereddüt etmiştim ama garsonun ısrarı ile soğanda olsun demiştim, iyi ki de demişim. Bizdeki gibi etler kuş başı yada ondan da ufak halde değil neredeyse yumruk kadar iriydi. Sırf yemeğin kokusu bile insanı doyurmaya yeter, görünümünü ise siz hayal edin... Ann seçtiği makarnadan neredeyse hiç yiyemedi tereyağlı ve taze koyun peynirli olmasından dolayı baya bi ağırdı. Zaten benim yemeği görüncede makarnayı pek yiyesi kalmamıştı.Öyle güzel bir yemeği yedikten sonra Ann in telefonda annesi ile konuşmasını fırsat bilip dışarı çıkıp bir sigara yakayım da karlı güzel Saraybosna havasını tam yaşayayım dedim güzel manzaraya karşı. Restaurant ev gibi tasarlanmış zaten 3 tanede özel dizayn edilmiş odaları varmış sürekli dolu olan. Tekrar içeri girmek için zile basıp restoranın hediyelik eşya kısmından gelen Türk dostu bayan kapıyı açtıktan sonra biraz göz atayım dedim içeriye.

Bosna'nın meşhur ressamlarından Balkan temalı bir sürü güzel resimleri incelediyip direk vitrindeki Sljivovica/Rakija (erik rakısı) bardaklarından üzerinde bakır kabartmalı estaurantın adı yazılı olanından 15 KM'ye 1 tane aldım hatıra olsun böyle güzel bir yerden ve geceden hem yaşadığım yerde Sljivovitca su gibi tüketilen bir şey daha iyi ayak uydururum artık dedim. Daha sonra tekrar masaya dönüp içeridekilerin canlı müzik ile coşmaya başlaması her ne kadar eğlenceli olsada benim için gecenin temasına uygun değildi amacımız romantizm! Ann sıkıldığımı anlayınca tatlı söyleyelim sonrada kalkarız dedi, o 1 tane apple pie söyledi her ne kadar gelen şey apple pie'dan alakasız baklavamsı ama çok güzel bir tatlı olsa da bende 1 tane Bosanska Kafa söyledim, onlarıda afiyetle bitirip 47 KM  gelen hesabı görünce resmen beynimden vurulmuşa döndüm, ya İstanbul gerçekten çok pahalı yada Bosna gerçekten çok ucuz! Ann şaşırdığımı görünce ne oldu diye sordu bende İstanbul ile kıyaslama yaptım sadece dedim, o da İstanbul da ki ilk yemeğimizi hatırlattı. Aşağı yukarı Kibe Mahala kadar kalitede ki bir restoranda hemen hemen aynı şeyleri yiyip ekstra olarak 1 er kadeh şarap için Kibe'nin 5 katı kadar bir şey ödemiştik, Bosna'ya gelmek için bir başka neden işte... Sonra alt kata inip hediyelik eşya kısmındaki bayandan taksi çağırmasını rica ettik, önden de Türkçesi ile altın balık anlamına gelen Zlatna Ribica adında ki vintage bara gideceğimizi şoför beye söylemesini rica ettik. Zira Saraybosna, Belgrad gibi değil taksiciler gençlerin çoğu bile İngilizce bilmiyor derdinizi anlatana kadar iş işten geçiyor. Taksinin gelmesini beklerken bayanın ikram ettiği likörlü çikolatalardan yiyip hediye ettiği Srebrenica müzesi biletleri için teşekkürlerimizi sunduk. Biletin üzerine Türkçe,İngilizce ve Boşnakça olarak '' sen benim şahidimsin'' yazmışlardı, altında da ''T.C. Başbakanlık'' logosu, arkada ise kocaman TIKA yazıyordu (!)...

Daha sonra taksiyle hotelimizin hemen çapraz sokağında ki Zlatna Ribica'ya vardığımızda 3 KM olan taksimetreyi görünce resepsiyoncu arkadaşın jeep olayında film çevirmiş olduğuna emin oldum.Saat 22:00'ye gelmek üzere olduğu için bar tam doluydu e zaten oldukça da ufak bir mekan, yarın akşam daha erken geliriz diyip hotele döndük. Ann gelmeden önce aldığım yerel şarapların kalanlarıyla şarhoş olmaya çalıştık ama işe yaramayınca 23:30 civarlarında dışarı çıkıp nöbetçi tekel/market aramaya başladım. Gördüğüm kadarı ile Sarajevo da geç saatlerde yada 7/24 açık market,eczane gibi temel ihtiyaçlar barındıran yerler bol fakat rutin olarak kullanmanız gereken ilaçlarınız var ise gelmeden önce mutlaka Sarajevoda olup olmadığını araştırmanızı yada yanınızda fazladan getirmenizi tavsiye ederim zira sıradan bir mide ilacı için 4-5 tane eczaneye baktım hiç birisinde yoktu hatta duymamışlar bile, en sonuncusuda bu ilaçtan Bosna da bulamazsın dedi.  Hotelden 3-4 dakika yürüdükten sonra önüme ilk çıkan markete girip ne kadar yerel bira-sigara gördüysem hepsinden sepete koydum sigara tiryakileri için Bosna sigaralarını hiç tavsiye etmem zaten 4-5 farklı marka var bir tek işe yar Drina nın Jedinası var, Sırbistan'da da bizdeki Marlboro Light dediğimiz Touch'dan yoktu burada da aradım yok yine Gold vardı gramajları aynı olmasına rağmen tütün kalite farklı var ama bizde olmayan daha önce hayal mayal hatırladığım kadarı ile sadece İtalyada gördüğüm Marlboro Core Flavor vardı ne slim ne normal ikisinin arasında oldukça kaliteli tütünü olan gramajları Touch'a yakın ve içimi de hafifti, fiyatıda 4 KM civarları. Erzaklarımın yanına meze olsun diye Balkanlara has duman isinde günlerce pişirilen Suho Meso (kuru et) aldım. İstanbulda kilo fiyatı yaklaşık 100-125 lira, ikamet ettiğim semtte çoğunlukla Sandzak ya da Novi Pazar (Sırbistan) dan getirilen suho mesolar bile 65-75 lira arasında. Sarajevoda ise ortalama 30 lira kilogram fiyatı. Daha sonra hotele tekrar dönüp kafa dengi genç resepsiyoncu bir arkadaş ile muhabbete dalıp demlenip 00:15 gibi odaya geri çıktığımda Ann i uyumuş görünce bütün şişeleri alıp Terasa fırladım, karlı İgman dağları ve Sarajevo manzarası ile kafamı dinleyip 02:00 civarları uyuya kalmama yakın Ann'in endişeli ve kızgın sesi ile'' Öldün mü? Hani biralar? Neredesin?'' demesi ile irkilip hoplaya zıplaya odaya indim. Akşam yemeği beğenmediği ve çok ağır olduğu için biraz açtı yediği kadarı da zaten midesini kötü yaptığı için hotelin ''romantic package'' hediyelerine dahil olan yaklaşık 2-3 kiloluk çikolata sepetini yemeye başlamış ve bitirmeye yaklaşmıştı. Sonrası sabaha karşı eczane arayışı...

Terasdan bir Saraybosna gecesi

Ertesi sabah önceki günlerden planladığımız müzeleri gezme işine ''Despic House'' ile başladık. Despic House (kişi başı 3 KM bilet); Miljacka nehrinin Bascarsija'dan tarafına inşa edilmiş 2 katlı dış mimarisi Avusturya-Macaristan dönemini yansıtan, içerisi ise sırasıyla 3 farklı yönetimi ve 3 farklı dini barındırıyor. Giriş kat Osmanlı ve İslami dönemi yansıtıyor, dizaynı ise  tıpkı bizim Anadolu evleri gibi. 2.katın bir yarısı Avusturya-Macaristan döneminden daha modernize ve Avrupai, diğer yarısı ise Jugoslavia döneminden hemen hemen Avusturya-Macaristan dönemi ile aynı. Despic Kuca'ya hızlı bir göz attıktan sonra saat daha 10:30 civarları olmasına rağmen güneş insanı çok güzel ısıtıyordu, Ann ruh gibi beyaz yüzündeki çilleri güneşlendirmek için nehrin karşı tarafındaki parka gidip oturalım, 2 tane de bira alalım şurdan dedi. Parkın içerisinde Camii ve Bosnalılarda koyu Müslüman olduğu için ''burada içmesek?'' soruma, ''nedenmiş?, Camii orada bizse buradayız içerisinde içmiyoruz ya daha ne işte'' dedi. Her zaman ki gibi din çatışmasına girmeden parktan geçen Bosnalıların bakışları arasında biraları yudumlayıp Bascarsija tarafına geri yöneldik.

Ann daha Boşnak böreğini tatmadığı için önümüze çıkan ilk yere girip hemen Pita yedik. Pitalar bittikten sonra Ann lavaboya gitti, geldiğinde sırıtarak ve şaşkın bir ifade ile ''Hemen tuvalete gitmelisin içeride çok otantik çok tuhaf bir tuvalet var, ilk başta ne olduğunu anlayamadım ama duvara kullanımını çizmişler sonra çözdüm ve sanırım Saraybosna'da gördüğüm en tuhaf şey buydu.'' dedi. Bana göre asıl tuhaf olan şey 4 üniversite bitirmiş, master yapmış, 5 dil konuşan, dünyanın yarısından fazlasını gezmiş birinin alaturka tuvaleti bilmemesiydi... Bir sonraki durağımız olan Svrzo House'a geçmeden evvel hotele dönüp üzerimize daha ince bir şeyler giymek istedik zira hava dahada ısınmıştı ve Svrzo House'un tam yerini çözemediğimiz için hotele sormak istedik. Sonra da başladık önceki gece gittiğimiz Kibe Mahala restaurant yönünde yürümeye.

Ferhadijadan 10-15 dakikalık bir yürüyüş sonucunda etrafından dolana dolana anca bulabildiğimiz Svrzo House'un neredeyse tipik bir Anadolu/Osmanlı evinden hiç bir farkı yok! Kendimi resmen 4-5 senede 1 anca gidebildiğim köyümde hissettim. Hele bir de balkondan karlı Sarajevo dağlarını seyrederken kaldığım süre boyunca ilk kez duyduğum vede duyduklarımın arasında en güzeli olan ezan ile hep hatırlayacağım bir anım oldu. Çok katı Lütheryan olan Ann bile ''gerçekten çok güzel bir ses, çok içten söylüyor''dedi. Svrzo House ziyaretinden sonra 14:30 civarları olan saat ile tekrar hotele dönüp dinlenelim istedik, akşama Çetiri Sobe Gospodje Safija (Safija hanımın 4 odası)'daki yemeğimizin tadını çıkarabilmek için. 3 saat kadar uyuduktan sonra Ann'in 18:00 a kurduğu yine Kilise çanlı alarmı ile uyanıyoruz ki dün geç kaldığımız ''Zlatna Ribica'' barda yemek öncesi birer cin tonik içelim. Yine her zaman ki gibi Ann'in uzun süren hazırlanmasını lobbyde beklerken hotel müdürü Maja hanımla laflarken benimde turizm/hotelci olduğumu öğrenince başlıyoruz dertleşmeye.Onlarda bizim gibi Arap müşterilerden şikayetçi, birazda çekinerek Türklerden yana şikayetçi olduğunuda belirtiyor haklı olarak zira Bascarsija'da git gide artan Türk esnaflar ve 2 tane Türk üniversitesindeki öğrenci ve öğretmenlerin bilimum ideolojilik yapılanmaları.Daha sonra Maja hanımın benim için kocasını arayıp aldığı şarap isimlerine teşekkürlerimi sunup Ann'in sonunda hazırlanması şerefine geçiyoruz hemen karşı caddedeki ''Zlatna Ribicaya, 19:00 olmasına rağmen yinede tam doluydu ki şansımıza o an kalkan bir çiftin masasına kurulduk hemen. Cafe görünümlü bu bar gerçekten çok güzel dizayn edilmiş her şey gelişi güzel rahatça doğal ve eski tarz çok da sıcak bir mekan, kendinizi rahat hissedebiliyorsunuz. Tıklım tıklım olan barda harıl harıl tek başına çalışan hipster giyinimli, sevimli ve çok iyi İngilizce konuşan bayandan Beefeater cinlerimizi söyleyip başlıyoruz fıldır fıldır gözleri etrafı incelemeye zira Ann'in en büyük hobilerinden biri iç dizayn olduğu için gelmemizin ana sebeplerinden birinide yerine getirmiş oluyoruz. Oturduğumuz masa aslında dikiş makinasına ait ,üst kısımını çıkartmışlar yer açabilmek için ama geri kalan herşeyi duruyor, masanın üzerindeki camın altınada her ülkeden gelenler kendi veya muhtelif para birimlerinin üzerine tarih ve isim soyisim yazarak hatıralandırmışlar. Sizlerinde tahmin edebileceği gibi en çok bizim 5 liralardan vardı.

Birinci cintonikler bitince daha vaktimiz ve mekanda çok hoş olduğu için ikincilere geçtik. 19:40 civarı hesabı ödemek için garson hanımın yanına gittim ve ardından beni sinirden dumur eden olaylar dizini; mekanda hiç bir kart türü ve KM haricinde para birimi geçmiyor hesap ise 20 KM bende ise en küçük 100 KM var. Küçük hanım 100 KM yi bozamayacağını ve tek olduğu içinde mekanda ayrılamayacağını söyleyip benden yandaki giyim mağazasından bozdurmamı rica etti. Ann e durumu anlatıp yandaki mağazaya gittim kasayı kapattıklarını ve bozamayacaklarını, karşıdaki eczaneye gitmemi söylediler. Eczaneye girip durumu anlattığımda sanırım yine tip ve giyimden kaybettim ki (uzun sakala subay traşı saç, siyah atkı,diz altı siyah palto,siyah eldiven)  çok kötü bakıp hiç bir şey demedi içerideki 3 bayan, çok utandım ve o halede düştüğüm için çok sinirlendim. Arkama bile bakmadan çıkıp 3-4 dükkan yandaki markete girdim bu defa Boşnakça derdimi anlattım bu defa çok daha nazik bir şekilde bozuk olmadığı cevabını ve hemen 50 M ilerideki ATM yi kullanabileceğim tavsiyesini aldım. Şans ya işte ATM de bozuk çıkt, sonra hemen aklıma hotel geldi. Sağolsun resepsiyondaki süper güleryüzlü arkadaş bütün kasayı kurcaladı tüm çıkan 60 KM olduğunu görünce, bu nasıl bir şanstır böyle diyip 100 KM yi verip 60 KM yi aldım kalan 40 KM yide yarın alırım diyip rezervasyonu kaçırmamak ve Ann'imi daha fazla bekletmemek için hemen fırlıyorum, tepemden duman atarak.Küçük hanımla hesabı hallettikten sonra hemen kapının önünden bir taksiye atlayıp 3-4 dakika içerisinde varıyoruz restaurantımıza(3 KM). Yine hemen girişte karşılanıyoruz, her ne kadar mekanın %80 i boş olsada rezervasyon soruldu. Yine Kibe Mahalada ki gibi çok romantik bir masa hazırlanmıştı taş duvarlar ve küçük bir pencerenin altındaki masamız 2 kişiye göre yine biraz yetersiz büyüklükteydi. Restaurant ortadan mutfaklı ve sadece orası doğru düzgün aydınlıktı onun haricinde geriye kalan her yer mum ışıkları ile aydılanıyordu.Duvarların dört bir tarafının üst kısımlarına yerleştirilmiş dünya şarapları ise büyüleyici bir görünüm katmış içeriye. Yine çok iyi konuşan garson hanımın getirdiği menüden bir şeyler seçmeye çalışırken hanımefendinin ''bugün maalesef isimlerini tam hatırlayamadığım bilimum çorba ve yemeklerimizden yok'' demesi Michelin yıldızı ve Saraybosnanın en classı olarak tanımlanan resturanttan beklemediğim bir durumdu.

Belki de benim beklentilerim fazlaydı ama, hanımefendinin saydıklarını unutup olmayan çorbalardan birini sipariş etmeye çalışınca ''az önce söyledim ama beni dinlemedin galiba, bu gün o çorbadan yok'' demesi... Velhasıl çorbalardan pek seçenek olmadığı için birer salata söyledik ki gerçekten ikisi de harikaydı. Ana yemek için sipariş verdiğimiz kırmızı şarapla harmanlanmış dana eti ve 10 saat pişmiş kemikleri alınmış kuzu pirzola o boşluğa rağmen çok geç geldi, bu esnada restaurantın kendi şaraplarından tadıp mum ışığında ki küçük şirin masamızda romantizm yaptık. Ana yemekleri beklerken restaurantın herkese ara soğuk olarak getirdiği 2 küçük top şeklindeki ıspanak ve yumurta karışımı enteresan kekimsi şey ise iğrençti.Son akşamımız olduğu için bir hüzün vardı, Saraybosna'yı ikimizde çok beğenmiştik Belgrad'a nazaran... Tüm bu yiyip içtiklerimiz için KM ile hatırlayamıyor fakat TL ile yaklaşık 125 civarı bir şey hesap geldi. Michelin yıldızı, çok güzel dizayn, otantik, yemekler harika ve personeli işinde profesyonel olan bu denli güzel bir yer için bu rakam hiç bir şey. Bir kez daha söyleme gereği duyuyorum ama Bosna gerçekten ucuz! Yemekten Alman bir grup ile beraber kalktığımız için 13-15 kişi kapının önünde taksi sırası beklemeye başladık, ta ki ilk gelen taksiciye Boşnakça bir kaç şey söyleyip Almanların bön bön bakışları arasında taksiye binene denk. Taksici abi kısık ve kalın sesi ile ''sen Türk mü abi'' diye sordu Türkçe.Yaşadığım yerde Sırp,Boşnak,Karadağlı Arnavutlar hepsi birbirini tanımak için yada tanımıyorsada hangi sülaleden olduğunu anlamak için soy isim sorar, abi de bunu biliyor ki peşi sıra şu diyaloglar geçiyor taksici abi ile:

+ Benim familya izim Kutic, Emir Kutic benim izim, sen İstanbulu a bi?- Evet mico(amca), geldin mi hiç?
+ Oo ben geldi on beş kez benim var arkadaş Bayrampaşa
- Öyle mi ben de Bayrampaşa'da yaşıyorum,
+ Yıldırım? Beşyüzevler? Kocatepe?

Ve ardından başlar tanıdıklarını saymaya ki bölgedeki bütün göçmenleri tanıyor, tesadüftür ki en yakın arkadaşımın babası ile can ciğer dost çıkarlar...

Emir amca Türk erkek yapısını iyi bildiği için Ann'e sormaya çekindi ve aynadan bana bakarak ''Abi hanım boşnak? diye sordu, ben de yok değil dedim cevap da vermek istemedim çünkü Ann'e Kuzey Avrupa'ya has bir tuhaflık var ki onun hakkında başkalarının bilgi vermesini istemiyor, biraz da kibirli olduğu için taksiciye de nereli olduğunu da söylemek istemez. Emir amca Arnavutlar kadar meşhur olan Boşnak inadı ile ısrar edip tekrar sorunca, Boşnakça cevap vereyim Ann çat pat Türkçe biliyor birkaç kelime kapar şüphelenir diye düşündüm. Fakat Slav dillerinin hepsinin birbiri ile yakın özelliklerde olmasından Ann bir şeyler fark etmiş olsa gerek ki başladı gene sinirlenmeye... Bu esnada da muhabet ayağına Emir amcanın bizi  Mula Mustafe Baseskije ve Miljacka etraflarında tur attırmasını da fark edip, ''bu kadar yeter heralde, gelirken 3 KM ile geldik şimdi 12 KM oldu sen bizi hotele bırak istersen Emir mico'' dedim. O da tamam abi hemen dedi. Başka bir ülkede ve şehirde, beraber büyüdüğüm, okuduğum ve komşu olduğum insanları tanıyan biri ile tanışınca çok sevinmiştim ama aslında Emir amca bütün geceyi berbat etmede büyük bir rol oynamıştı.

Bascarsija girişi

Ertesi sabah erken kalkıp son 4-5 saatimiz olduğu için onu da her zamanki gibi hediye ve alışverişe ayırdık. Bascarsija'dan hediyelik eşya ve muhtelif alışverişlerimizi tamamladıktan sonra Ann'in telefondan araştırıp bulduğu ''Sunday Flea Markete'' gitmek için bi taksiye bindik, taksici bey de gram İngilizce bilmediği için Ann derdini anlamatı ve dünden sinirli olduğu için benden çevirmemi istedi, taksici yeri bilmiyor ve inatla cadde adı soruyor. Merkezde 2-3 tur attıktan sonra baktım olacak gibi değil, hoteli arayıp adrese bakıp bulup tarif etmesini rica ettim. En başından beri uyuz olduğum Denis isimli resepsiyoncu her neye/nereye baktıysa havalimanın dibindeki 2. el dükkanına götürdü bizi taksici. Ann benim istediğim yer burası değil, bizi neden buraya getirdin ki gerizekalı mısın sen diye çıkıştı, Allah'tan adam İngilizce bilmiyor ama ses tonu ve mimiklerden durumu anladı, sonra tekrar hotele bıraktı. 23 KM tutan taksi metre için 40 KM verdim geri 0,5 ve1 KM lerden 8 verdi, yanlış saydın galiba dedim, doğru saydım. Boşnakça biliyorsun ama bizim de ''idiot''u kullandığımızı bilmiyorsun heralde dedi. Cevap yok. Bunu da tecrübe edip zaten az olan Ann'in vaktini de harcadıktan sonra bavulları toplayıp lobide bizi bekleyen aslen Novi Pazarlı (Sırbistan) olan liseden arkadaşım Neim'in yanına inip ayak üstü bi sohbetten sonra Ann'i 12:00 de ki transferi ile 10 saatlik bir uçuş ve aktarma çilesine göndermek üzere vedalaştım.

Daha sonra Neim den beni Sarajevo'nun en iyi ızgaracısına götürmesini rica ettim o da, e hadi ''Hodzic''e o halde dedi. Sarajevo'da 2 tane Hodzic var ikisi de aynı kişi/lere ait ama biz Bascarsija'nın tarafındaki eski olanına gittik. 1 porsiyon kuzu biftek söyledim, Neim etten bıktığı için fanta tercih etti. 1 Porsiyon için 3 koca dilim kuzu tam kararında pişirilerek yine cevapi usulü getirildi (12KM). Mekandaki garsonların bile kıyafeti tam osmanlı usulü, fesler takkeler şalvarlar yelekler... Yemekten sonra azalan vaktimi asıl konuyu yani Suho Meso'ya ayırdım. Ferhadija caddesinde her gün önünden geçtiğim Srebrenica Gallery nin yanındaki müzemsi yer meğer et ve süt ürünlerinin satıldığı pazarmış. İçeride 8-12 civarı et ürünleri 4-6 civarı da peynir ürünleri tezgahı konmuş hangisinin önüne giderseniz gidin hemen başlıyorlar küçük dilimler kesip tattırmaya. Hangisi hoşunuza giderse ondan alabilmeniz için ve sizi kaçırmamak için büyük bir azim ve hırs ile.. Hemen girişteki tezgahtan kilosu 15 KM olan etlerden 6 kilogram kadar aldım fakat hanım ablamız 180 KM hesap çıkarttı turist olduğumu anlayınca, e hani 15 KMydi bunlar dedim, senin seçtiklerin 30 KM lik olanlardı diyip ısrarla satmaya çalıştı. Bende kızmış olsamda emek verdiği için sadece 2 kilosunu alıp yan tezgaha geçtim. Buradaki arkadaş yan tezgahtaki filmi izlediği için üçkağıt yapmadan ilk iş 15 KM kilosu abi dedi. 4 kilo o tezgahtan 2 kilo da bi başka tezgahtan alıp hotele dönüp 8 kilo kuru eti, evvelden aldığım 2 şişe Hersek şarabı 1 şişe Sljvovica'yı bavula istiflemeye çalıştım fakat onlar sığsa kıyafetler sığmıyor hediyelerde her halükarda dışarda kalıyor.Neimin rehberliğinde Saraybosna girişine yeni yapılmış olan 2 büyük AVM ye büyük çanta ,bavul yada istiflemek için ne bulursak almaya gidiyoruz. Bu 2 AVM den yenisinin mimarı Bakir İzetbegovic, yaptıranlarda Araplar... Velhasıl kalan zamanı da harcayıp bavulları paketleride hallettikten sonra Neim ilede vedalaşıp geçiyorum sadece 5 kapısı olan Butmir havalimanına şimdilik elveda diyerek güzel Saraybosna'ya...

Saraybosna ilgili edindiğim tecrübelerden tavsiyeler:

*Hotel seçimi için Ferhaja, Mula Mustafe Baseskije, Bascarsıja civarları konum olarak çok iyi
*Yemek, içecek, alışveriş her şey çok ucuz; taksiler de ucuz eğer dürüstüne denk gelinirse
*Her bir kilometrekarede 7/24 açık market, eczane vb. yerler mevcut
*Airport için en fazla 20 KM
*Saraybosna oldukça güvenli hem gece hem gündüz
*Mümkün mertebe küçük nakit taşınması çok daha faydalı olacaktır, hiç beklenmedik yerlerde kart geçmeyebiliyor
*Boşnakların hepsi Türkleri seviyor diye bir hisse kapılmamak gerek, zira ters tepebiliyor. Ayrıca Saraybosna'da yaşayan bir sürü Sırp ve Hırvat da var*Hediyelik eşyalar absürd bir şekilde pahalı olabiliyor, ciddi fiyat farkları da olabiliyor dükkanlar arasında

Bosna Hersek hem yazın hem kışın eğlenceli olabilen bir ülke, sunduğu seçenekler ile kışın Bjelasnica ve Jahorina (Sırp ağırlıklı bölge) kayak için bu yıllarda oldukça ideal bir merkez haline gelmiş. Yazın ise Mostar, Vrelo Bosne, Jablanica ve Sarajevo civarlarındaki dağlar (bisiklet, koşu, tırmanış gibi spor ve hareket ağırlıklı) ideal yerler arasında yer alıyor.