Bosna’da 1992-1995 arası 3,5 yıl süren Bosna Savaşı’nı ortaokul yıllarımda duymuş ancak şimdiki kadar iletişim ağları geniş olmadığından savaşın yıkımını ve acılarını o dönemde çok da derinden anlayamamıştım. Alexandra Cavelius’ın Leyla adlı kitabı ve Sinan Akyüz’ün İncir Kuşları kitabını ağlayarak ve insanlığımdan utanarak okuduktan sonra Sırpların yaptığı katliamı anladım :(
Sırp lider Miloseviç Büyük Sırbistan hayali için yaptığı katliamlardan sonra savaşı kazanamamış ve binlerce masum insan keskin nişancılarla, bombalarla toplu katliamlara kurban gitmiş. Savaşı Dayton Anlaşması sona erdirmiş. O zamanki Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç, Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç ve Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman tarafından Kasım 1995’te ABD’nin Ohio eyaletindeki Dayton kenti yakınında uzlaşma sağlanmış ve 14 Aralık 1995’te de antlaşma resmen imzalanmış. Bu antlaşmanın arkasından 1996’da bölgelere NATO güçleri gönderilmiş. Bu antlaşma ile Bosna-Hersek kantonlara bölünmüş ve ülkenin % 49’unu Sırp Cumhuriyeti, % 51’ini Boşnak-Hırvat Federasyonu’nun kontrol etmesi öngörülmüş. Ayrıca, Doğu Slavoniya’yı Hırvatistan’ın kontrol etmesi öngörülmüş.
Balkan ülkelerini gezmeyi uzun zamandır istiyordum ve nihayet Saraybosna ile açılışı yaptım. 3 günlük bir turdu ve tarihlerini görmek ve dinlemek açısından oldukça doyurucu bir gezi oldu. Tura annem ile katıldım ve 15 kişilik küçük ama eğlenceli grup arkadaşlarımızla dolu dolu geçirdik zamanımızı. Grubumuzda en küçüğü 24 yaşında en büyüğü 67 yaşında birbirinden renkli insanlar vardı ve güzel dostluklar kazandım.
Sabiha Gökçen’den kalkan uçakla 1 saat 45 dakikada Saraybosna’ya ulaştık. Tur rehberimiz Enis Culjevic’in Bosnalı olması ve savaş döneminde 7-8 yaşlarında olup olan biteni yaşamış olması o dönemi detaylarıyla öğrenmemizi sağladı. Turumuza meşhur çarşıları olan Başçarşı’yı gezmekle başladık. Oraya gitmişken Boşnak böreği yemeden olmaz dedik ve böreklere yumulduk. Porsiyonları kocaman ve tadı da harikaydı. Yanında yoğurt da isteyebilirsiniz. Gelen yoğurt bardakta koyu kıvamlı ayran gibi geliyor ve börekle iyi gidiyor.
Karnımızı doyduktan sonra gezmeye devam ettik. Hüsrev Bey Camii, Saat Kulesi, Katolik Katedrali, Ortodoks Kiliseleri, Musevi Sinagogu, 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olan Franz Ferdinand suikastının yaşandığı Latin Köprüsü’nü ziyaret ettik. Şehir bomba deliklerinin olduğu binalarla dolu hala. Ülke ekonomisi gelişmemiş olduğundan binalar yıkılamamış ve her gün insanlara yaşananları hatırlatmaya devam ediyor. Akşam olduğunda Başçarşı’ya tekrar gidip meşhur tatlıları Triliçe’den yedik. Karamel sevmememe rağmen hafif tadıyla oldukça lezzetliydi. Yanında da bizimkine çok benzeyen Türk kahvesi iyi gitti doğrusu.
İkinci gün Savaş Tüneli’ni görmeye gittik. Halk bu tünele Yaşam Tüneli diyor. Yaşam Tüneli, Saraybosna’nın, Sırp kuvvetler tarafından kuşatılması sonucu; kente yiyecek, ilaç, silah sokmak için dönemin Bosna Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşlarının bulduğu çözümlerden biri. Kuşatmanın tüm vahşetiyle sürdüğü 1993’te yaklaşık dört ayda yapılıyor. 800 metre uzunluğunda, 1 metre genişliğinde ve 1.6 metre yüksekliğindeki tüneli, asker ve siviller ortaklaşa inşa ediyor. Savaş sırasında günde yaklaşık 4 bin kişinin geçtiği Yaşam Tüneli, Saraybosna’nın kuşatmadan tek çıkış yolu oluyor. Tünele, iki katlı bir evin altından giriliyor. Evin sahibi Sida Nine tünel için evini hibe etmiş ve tünel için çalışanlara su ve yemek vererek halkın gönlünde kahraman olmuş. Evin bir bölümü şu an küçük bir müze. Burada ayrıca savaş ile ilgili bombalama görüntülerini, Yaşam Tüneli’ni yapılışını ve kullanılışını anlatan 17 dakikalık bir video izledik gözlerimiz dolarak.
Buradan Mostar’a doğru yola çıktık. İlk molamızı Konjic şehrinde verdik. Restorasyonu Türkiye tarafından yapılan meşhur Konjic köprüsünü gördük. Daha sonra Bosna’daki en eski Türk köyü olan Poçitel’e gittik ve sonrasında Mostar... Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1557 yılında inşa edilen köprü Osmanlı mimarisinin bir şaheseri. Köprü 1992 yılında savaş sırasında bir Hırvat topçu tarafından yıkılmış ancak sonrasında ülkemizin de desteğiyle 2004 yılında tekrar hizmete açılmış. Akşam güneş batarken manzarası da muhteşemdi Mostar’ın.
Geleneğe göre şehrin erkekleri, nişanlılarına cesaretlerini ispatlamak için düğün öncesinde köprüden atlarlarmış. Şimdi de turistlerden para toplayarak gösteri amaçlı atlayan gençler var. Öğlen yemeğimizi orada yedik ve birkaç saat manzaranın tadını çıkartarak bol bol fotoğraf çektik.
Akşam şehir merkezine gittik. Bu arada şehir içinde ulaşımda kullanılan metro bizim yıllar önce kullandığımız kara trenler gibi. Bir anda uçağın pistten havalanacağı anki gibi tıkıtılar hissediyorsunuz, sonra birden sağa sola yalpalanıyorsunuz. Gürültülü bir yolculuk sonrasında Başçarşı’ya gittik. Önce bağımsız Bosna-Hersek’in ilk cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in mezarını ziyaret ettik. Şehrin bir çok yerinde de mezarlıklar görüyorsunuz. Beyaz taşlı olanlar Bosnalılar’a, siyah taşlı olanlar ise Sırplar’a ait. Mezar ziyaretimizin ardından nargile keyfi yaptık. Geleneksel biralarının tadına bakmayı da ihmal etmedim. Tadı güzeldi.
Şehirde özellikle yeme-içme fiyatları İstanbul’a göre oldukça ucuz. Para birimleri Konvertibl Mark. 1 mark 1.55 TL, 0.51 euro ediyor. Gelen hesabı TL’ye çevirdiğinizde turisti kazıklamayan bir ülkeye geldiğiniz için hafiften şaşırıp mutlu olabiliyorsunuz.
Başçarşı hem yerel tatları yiyebileceğiniz, bir şeyler içebileceğiniz hem de hediyelik eşya alabileceğiniz küçük ve sevimli bir çarşı. Hemen yakınında Ferhadiye Caddesi var. İstiklal Caddesi'nin daha küçük hali. Sadece yayaların kullanımına açık ve sağlı sollu dükkanlar ve kafelerle dolu.Ayrıca bu caddede 24 saat sönmeyen bir ateş var. Anıt, Saraybosna’nın Nazi Almanyası ve Hırvatistan tarafından dört yıl süren işgalinin bitmesinin birinci yıl dönümünde, 6 Nisan 1946 günü açılmış ve ateşi hiç sönmemiş. Yıl 2015 ama şehir hala hüzün yüklü. Sanki acı ve hüzün tüm taşlara işlemiş gibi. Hele bir de tur sırasında dinlediğimiz hikayeler… Günlerce aç kalan 5-6 yaşlarında bir kız çocuğunun gözü önünde babası keskin nişancı tarafından vurulur ve çocuk annesine dönüp babamı yiyebilir miyiz anne diye sorar. Ne acı değil mi? Savaşta eşini ve 5 oğlunu kaybeden bir kadına 20 yıl sonra eşinin ve çocuklarının cesetlerinin toplu mezarda bulunduğu haberinin verilmesine ne demeli? Yeni doğum yapmış bir kadına daha bebeğinin kordon bağı kesilmeden çocuğunu atacaksın yoksa seni öldürürz diyip kadın bebeğinden vazgeçmeyince gözü önünde bir kaç dakika önce doğan bebeğin kafasına kurşun sıkmak!!! Daha nice yaşanmışlıklar dinledik yutkunamadan.
Hırslar uğruna dünyanın birçok yerinde yapılan savaşlardan nefret ediyorum. Terör ne kadar büyük bir tehlikeyse, güç ve başarı hırsıyla savaşmak isteyen zihniyetler de tehlikeli. Dini, ırkı ne olursa olsun insan hayatına verilen zararın haklı bir gerekçesi olabilir mi?