Tarih Kokan Şanlıurfa

Şanlıurfa, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin tarih fışkıran şehirlerinden biri. Peygamberler diyarı olarak da biliniyor.3-4 günlük kısa tatil planlarınızın içerisinde mutlaka ama mutlaka olması gereken bir yer. En ideal gitme zamanı ilkbahar ve sonbahar. Gitme tarihinizi önceden belirleyebilirseniz oldukça ucuza uçak bileti bulabilirsiniz. Otel rezervasyon sitelerinden de konak ya da şehir otellerinden birinde konaklamayı oldukça iyi fiyatlara ayarlayabilirsiniz. Biz 5 yıldızlı bir şehir otelinde 2 kişi konaklama ve kahvaltı için günlük 200 TL ödedik.

İlk gün kahvaltımızı yaptıktan sonra meşhur Balıklıgöl’e gittik. Hikayesine gelince…Hz. İbrahim Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye putları kırmakla başlayınca Nemrut tarafından bugünkü kalenin bulunduğu tepeden ateşe atıldı. Allah tarafından ateşe "Ey ateş İbrahim üzerine serin ve selamet ol" (Kur’an-ı Kerim Enbiye Suresi Ayet 69) emri verilince rivayete göre ateş su, odunlar da balık oldu. Hz. İbrahim salimen gül bahçesinin içine düştü.

Balıklıgöl

Şehrin tam ortasında böylesine güzel ve anlamlı bir yer olması olağanüstü doğrusu. Gittiğinizde Şanlıurfa Kalesi’ne de çıkabilirsiniz. Balıklara yem atabilirsiniz. Etrafınıza birçok küçük çocuk geliyor. Oranın hikayesini anlatmak ve bir Urfa türküsü söylemek için oldukça ısrarcı oluyorlar. Şiveleri ve tavırları o kadar sevimli ki hayır diyemiyorsunuz; hem hikayeyi hem türküyü dinleyip küçük harçlıklarını aldıklarında mutlu bir ifadeyle başka ziyaretçilere koşuyorlar.
 
Beyaz et ve sebze ağırlıklı yemek yediğimden Doğu’nun yiyenlerin tadı damağında kaldığı et ve kebap yemeklerini tatmamış olsam da etsiz yemek için gittiğimiz Çardaklı Köşk’te yer sofrasına oturup etsiz çiğ köftesinden, lebeni çorbasından (aşurelik buğday ve nohutun yoğurtla karıştırılarak yapıldığı soğuk bir çorba), gavurdağı salatasından (bildiğimiz çoban salatanın malzemelerinin ufacık kesilip nar ekşisiyle soslandırıldığı meşhur salata), kebaplarının yanına hazırladıkları közlenmiş patlıcanları, domates ve biberlerinden afiyetle yedim. Çok acı sevmiyorsanız biberleri küçük ısırıklarla yemenizi öneririm. Yoksa benim dili diliniz ve damağınız uyuşabilir.

Sert kahve seviyorsanız ikram edilen mırradan mutlaka tadın. Mırra, Arap coğrafyasına özgü, birkaç kez demlenerek hazırlanan acı bir kahve. Sunumuna gelince, kahveyi servis eden kişi sırası gelen konuğa bir içimlik, fincanın aşağı yukarı yarısına gelecek kadar mırra doldurur. Konuk kahveyi içtikten sonra yine aynı miktarda kahve doldurulur. İkinciyi de içen konuk, fincanı servis eden kişiye geri verir. Kahveyi servis eden kişi her servisten sonra bardağı siler ve bir sonraki konuğa aynı fincanla ikramda bulunur. Rivayetlere göre fincanı masaya ya da yere koyan kişi şunlardan bir veya birkaçını yerine getirmekle yükümlüdür. Fincanı altınla doldurmak, kahveyi servis edenle evlenmek, kahveyi servis edeni evlendirmek, kahveyi servis edenin çeyizini düzmek... Siz siz olun fincanı masaya bırakmayın 

Yemeğimizi yedikten sonra Şanlıurfa Müzesi’ne gittik. İçerisinde Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik, Tunç ve Demir çağlarından tarihi eserler yer alıyor. Giriş katındaki ilk salon Asur, Babil ve Hitit çağlarına ait taş eserlere, ikinci ve üçüncü salonlar ise Neolitik Devre ait eserlere ayrılmış. Eserlerin muhteşemliğinin yanında sunumları da bir o kadar hayranlık uyandırıyor. Şanlıurfa gezimde Göbeklitepe’yi de görmeyi çok istiyordum ancak kazı çalışmaları yapıldığından dolayı bir süre kapalı olduğundan üzülmüştüm. Ancak Şanlıurfa Müzesi'nde gerçek ölçülere bağlı kalarak minyatürünü yaptıklarından minyatürünü görmek teselli oldu.

Göbeklitepe’yi bu kadar özel kılan nedir derseniz…

Göbeklitepe, tarihin bilinen ilk ve en büyük tapınağı. Bu zamana kadar bilinen en eski yapıttan 7500 yıl daha eskiye ait. Bu bölgede yaklaşık 20 tapınak tespit edilmiş ve şu ana kadar yalnızca 6 tapınak çıkarılabilmiş ve diğerlerinin çıkarılabilmesi için çalışmalar devam ediyor. Yapılan araştırmalara göre ilk buğday Göbeklitepe eteklerinde yetişmiş. İnsanoğlu önce yerleşim yerini kurup ardından ibadethanesini kurarak yerleşik düzende yaşarken Göbeklitepe’de önce tapınak inşa edilmiş ardından yerleşim yerlerini kurmuşlar. 2011 yılında da UNESCO tarafından Dünya Miras Geçici Listesi’ne alınmış.

Şanlıurfa Müzesi’nden sonra birkaç yüz metre ilerisindeki Haleplibahçe Mozaik Müzesi’ne gittik. Balıklıgöl yakınındaki gecekonduların altında valilik tarafından yapılan kazı çalışmalarıyla bulunan mozaikler kesinlikle görülmeye değer. Gaziantep’te Zeugma Mozaik Müzesi’ni görüp beğendiyseniz buraya hayran kalacaksınız. 4 Amazon Kraliçesi’nin aynı mozik üzerinde avlanırken resmedildiğini görebilirsiniz ya da Aşil’in (dünyanın en büyük savaşçısı ve Yunan mitolojisinin en önemli kahramanlarından biri) annesi Thetis’in oğlunu ölümsüzlük nehri Styx’de yıkarken elini suya değdirmemesi öğütlendiği için onu sol topuğundan tutup suya batırdığı sahnenin de mozaikle resmedildiğini görebilirsiniz. Müze kazı yapılan yerde kurulmuş. Ayrıca başka kazılarda bulunan mozaikler de taşınarak sergilenmeye başlamış. Şanlıurfa’ya gelip bu iki müzeyi gezmezseniz gerçekten çok şey kaçırmış olursunuz.

Dolu dolu geçen ilk günün ardından ikinci gün de bir o kadar güzeldi. Halfeti’ye gittik, Halfeti’ye aşık olduk. Burayı ayrıca uzun uzun yazacağım.

Halfeti’de büyülendikten sonra Urfa’nın meşhur sıra gecesine gittik. Halk dilinde "sıra gezmesi" de denilen ses, saz ve söz üzerine sohbet yapılan, yöresel yemekler yiyip türkü dinlenilen bir eğlence. Sıra geceleri genel olarak erkekler arasında yapılırmış. Buralara çocuklar küçük yaşlarda götürülerek; cemaat ile oturup kalkmayı, dinlemeyi öğrenirmiş. Günümüzde ise ailece gidilen yemekli ve müzikli bir eğlenceye dönüşmüş.

Birçok yöresel restoranda yapıldığını görebilirsiniz. Hafta sonu gitmeyi düşünüyorsanız mutlaka rezervasyon yaptırmalısınız. Yemekli menü isterseniz birçok yöresel yemek ikram ediliyor, yemeksiz isterseniz çiğ köfte, şıllık tatlısı (krebin rulo yapılmış haline şerbet dökülüp üzerine antep fıstığı serpilerek ikram edildiği hafif bir tatlı) ve çay ikram ediliyor. Türkü ziyafeti gerçekten güzel; ancak yerde oturuyor olmak, mekanın kapalı olması ve her yerde yemek kokusu rahatsız edebilir. Program ortalama 4 saat sürüyor ve biz yaklaşık 2 saat kaldık. O havayı yaşamak için oldukça yeterliydi.

Üçüncü gün önce Hz. Eyyub Sabır Makamı’na gittik. Rivayete göre Hz. Eyyub peygamberlik ile görevlendirildikten sonra o ve ailesi maddi ve manevi çok zenginleşir. Birçok çocuk sahibi olur. Allah onu sınamak için önce malını sonra çocuklarını elinden alır. Hz. Eyyub ise hiç isyan etmez. Bir gün hastalanır ve her tarafı yara bere içinde kalır. Eşi de dahil olmak üzere herkes onu dışlar ve köyden kovarlar. Eşi Rahme onu köyün dışında bir mağaraya yerleştirir. Ara ara gelip kendisine yiyecek getirir ancak yine de yalnız bırakmıştır eşini. Hz. Eyyub ile tüm yaşadığı felaketlere rağmen ibadetine devam eder. Bir gün Allah duasını kabul eder ve topuğunu yere vurmasını, çıkacak olan su ile yıkanmasını ve bu soğuk suyu içmesini emreder. Hz. Eyyub topuğunu yere vurunca fışkıran suyu içer ve sonra yıkanır. Bu mucize su tüm yaralarını temizler. Bundan dolayı suyun çıktığı kuyuya Şifa Kuyusu, Hz. Eyyub’un yıllarca yalnız başına ibadet ettiği mağaraya da Sabır Makamı deniliyor. Oradan ayrılırken sabır suyunda içmeyi de ihmal etmedim.
 
Buradan çıkıp Harran’a doğru yol aldık. Harran, dünyanın ilk bilim merkezlerinden biri ve dünyanın ilk üniversitesi burada. Eski Harran Üniversitesi’nin kalıntılarını gördükten sonra müze haline dönüştürülmüş eski Harran evlerine gittik. 1989 yılına kadar o evde yaşayan aile tarafından müze gibi bir konuk evi haline dönüştürülmüş. Yöreye ait kıyafetler ve eşyalar sergileniyor. İsterseniz salça, biber ya da poşu (başa sarılan ya da boyun atkısı olarak kullanılan, çevresi saçaklı örtü) alabilirsiniz.

Eski Harran Evleri

Eski Harran’ın güzelliklerine veda edip şehir merkezine geldikten sonra Balıklıgöl’ün yanındaki Sipahi Pazarı’na gidip ev yapımı biber salça, pul biber, isot, nar ekşisi ve kekik aldık. Bu arada eğer aldıklarınızı taşımak istemiyorsanız adresinizi alıp kargo ile gönderim yapıyorlar.

Şanlıurfa’ya bu kadar hayran olacağımı tahmin etmemiştim. Tarihi güzelliklerinin yanında insanların misafirperverliği ve güler yüzü de görülmeye ve yaşamaya kesinlikle değer…