Kültürünü, insanlarını ve yaşam biçimlerini merak ettiğim bir ülke Yunanistan. Yüzyıllar süren bağımızın olduğu komşumuz. Kimine göre dost, kimine göre ebedi düşman. Yola çıkmadan da bu tarz sözleri çok duydum. "Tek gideceksin, orada dikkatli ol". "Irkçılara denk gelme" gibi gibi.
Yeter ki gitmek istesin insan, engeller sözde kalır. Ben de kulaklarımı tıkayarak otobüs biletlerine bakmaya başladım. Metro Turizm aşağı yukarı her gün yolcu götürüyor ve fiyatlar da uygun geldi. Biletimi almadan önce otel işini çözmenin daha mantıklı olacağını düşünerek www.booking.com sitesine girerek otellere göz gezdirdim. Yorumlara, fotoğraflara ve tabiki ücretlere göz gezdirerek karar verdim. Otelin adı : "Atlantis". Selanik'in en işlek caddesi Egnatia Str.'te bulunuyor. Tarihi bir otel olması daha da ilgimi çekti.
Beklediğimden daha uygun bir fiyata odayı satın aldım. Nihayet otobüs biletimi de alınca sabah saat 06:00 sıralarında Selanik'e indim. Yolculuk genel olarak iyi geçti fakat çantalar polisler tarafından tamamen göstermelik olarak arandı. Halbuki otobüsün içine dahi bakılmadı. Polisler konusuna gelince; ne yazık ki güzler yüzlü diyemeyeceğim.
Bu kötü izlenimi sabah otele vardığımda unuttum desem abartmış olmam. Erken gitmeme rağmen oda hazır olur olmaz girebileceğim söylendi ve çantamı bırakabileceğim bir yer gösterildi. Güler yüzlü insanların işlettiği bir otel burası ve kapıdan girer girmez o enerjiyi hissediyorsunuz. İçimden "Buraya oturmaya gelmedim" diyerek sırt çantamı ve otelden şehir haritasını alarak başladım Selanik sokaklarını gezmeye. Otelde Türk olduğunuzu öğrenince hemen Ulu Önder Atatürk'ün Evi ni tarif ediyorlar. Ben de bu teklifi geri çevirmeyerek rotayı Atatürk'ün Evi'ne ayarladım. Yolda birkaç kişiye sorarak bulmaya çalıştım ve çöpçülerin büyük çoğunluğunun kadınlardan oluştuğunu gördüm. Atatürk'ün Evi'ni sorunca kimisi Türkçe konuştu ve hoşuma gitti. Halbuki Türk değillermiş, komşuları Türk olunca onlardan öğrenmişler.
Yürüyüşün sonunda hedefime ulaştım fakat evin tadilatta olması beni üzdü.
İçeri girdiğimde sanki evimdeymişim gibi karşılandım. Görevliler güleryüzlüydü. Bulunduğumuz alanın aynı zamanda konsolosluk olduğunu ve Türk toprağı olduğunu anlattılar. Evin zamanla zarar gördüğü için tadilatta olduğunu, içindeki eşyaların İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda olduğunu ifade ettiler. Bilgileri aldıktan sonra birkaç fotoğraf çekip vedalaştım.
Anayoldan görüntü
Anayoldan görüntü
İç taraftan görüntü
Yorgunluk belirtileri baş gösterince otele doğru hareket etmenin mantıklı olacağını düşündüm. Evleri,sokakları ve insanları inceleyerek otelin yolunu tuttum.
Selanik'te bu manzaralarla karşılaşmanız neredeyse kaçınılmaz. Her yer çöplerle dolu. Ekonomik kriz bu ülkeyi fena vurmuşa benziyor.
İsmi kulurisi olsa da simitle neredeyse aynı olduğunu söyleyebilirim.
Otelde biraz kestirdikten sonra yemek yemek için dışarı çıktım. Önceden belirlediğim birkaç şey vardı ama gezerek başka şeyler bulabilirim umuduyla yola koyuldum. Önceden tavsiye edilen ve "sucikika" adında bir yemeği denemeye karar verdim. Aslında bizim köfteye çok benziyor fakat et farklılığı ortaya değişik tat çıkarıyor. Yanında Alfa bira ile mideye indirdim :)
Sonrasında uzo denemeliyim diyerek, öncesinde bloglardan ve arkadaşlardan epeyce methini duyduğum "Agora Quzeri" ye gittim. Uzonun en makbulü Barbayani imiş. Bende bu öneriyi dikkate alarak şişeyi açtırdım. Gelen bardak bizdeki rakı bardağına nazaran oldukça kısa. Her masada zeytinyağı var ve bunun için artı bir ücret yok. İsterseniz Türkçe fiyat listesi de alabiliyorsunuz.
İçimi rakıya göre daha kolay bence..Yanında kesinlikle beyaz peynir söylemelisiniz.Tadı mükemmel.
Ertesi gün herkesin elinde gördüğüm frappelerden içmek için bir kafeye oturdum.Bakınız : http://tr.wikipedia.org/wiki/Frapp%C3%A9
Yunanistan'da herkesin elinde görebilirsiniz. Kafeye gidip saatlerce oyalanabilir sevdiklerinizle vakit geçirebilirsiniz. Yunanlılar böyle yapıyor. Fiyatı da oldukça uygun ve yanı sıra ikramlar belkide frappe fiyatındadır.
Frappenin yanında ikram edilenler
Frappe
Bu kadar oturmak yeter. Şimdi sahil boyu yürüyerek Selanik'in sembolü Beyaz Kule'ye gidiyoruz. Kule ile ilgili birkaç bilgi vermek istiyorum;
Yunanlılar "Lefkos Pirgos" olarak adlandırıyor. Osmanlı Devleti tarafından Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılmış. Mimarının Mimar Sinan olduğuna dair bazı iddialar var. Kule Osmanlılar tarafından Kale, garnizon ve hapishane olarak kullanılmış. 1912'de Balkan Savaşlarının sonucu olarak Selanik Yunanlıların eline geçince kule sembolik bir vaftiz uygulaması olarak beyaza boyanmış. İsmi buradan geliyormuş ancak zamanla kule eski rengine dönmüş.
Beyaz Kule / Lefkos Pirgos
Yürümeye devam: Sırada "Rotonda" var. Selanik’in en eski ve gösterişli yapılarından birisi olarak gösteriliyor. 1523 yılından 1591 yılına kadar Rotonda Selanik’in katedraliymiş fakat Osmanlı şehri alınca camiye dönüştürülmüş. Yan tarafında bulunan minare hala ayakta.
Rotonda
Çok fazla yürümeden sırada Galerius Kemeri ya da Kamara var. Sezar Galerious’u onurlandırmak için yapılmış. Yapım tarihi M.S 3.yüzyılın sonu 4.yüzyılın başı.
Galerius Kemeri
Şehri gezdikçe tarihle içiçe olduğunuzu hemen farkediyorsunuz. Gerek camiler gerek kiliseler çok eski yapılar mevcut. Onlardan birer kare:
Panagia Chalkeon yapım: 1208
Galerius Sarayı (Anaktoro Galeriou)
Eski bir cami şu sıralar kültür merkezi olarak kullanılıyormuş.
Bunca tarihi eserin arasında detaylı olarak anlatmak istediğim bir yapı var ve Osmanlı'dan günümüze özelliğini sürdürüyor. Türkiye'de de örneği var fakat Selanik'te görmek başka bir duygu bence.
Bezesten; Selanik'te kalan en eski Osmanlı yapısı olarak gösteriliyor. Anlamı kumaşların ve bezlerin pazarı. Burada Osmanlı zamanında pahalı ve kaliteli kumaşlar satılıyormuş. 15. yüzyılda inşa edilmiş.
Bezesten
Bezesten
Bezesten
Selanik'te gezecek yer kalmayınca aklıma yeme içme mekanları geldi ve başka bir bira markası olan "Mythos" denemek için bara girdim. Bu bira Tuborg tadında ve tadı güzel.
Bira sipariş ediyorsunuz ve yanında ikram olarak tuzlu fıstık.
Dinlendikten sonra Selanik pazarı olduğunu öğreniyorum ve yağışlı havaya aldırmadan başlıyorum gezmeye, tezgahlara bakmaya. Neler var neler. Kaçak sigaralar, kesilmiş tavşanlar, domuz kafaları, çeşit çeşit peynirler. Kapalı çarşıya benzetiyorum burayı. Yorum size kalmış.
Balık pazarında insanlar şarkılar söylüyor ve radyo sesi pazarın girişinde sizi karşılıyor.
Bize anlatılan Avrupa kriterleri buraya uğramamış sanırım.
Pazar gezmesi de bitince soluğu Retsina içebileceğim pasajda alıyorum. Gün içerisinde bu pasajı gezip neler var neler yok diye incelemiştim. İnsanlar güler yüzlü ve fiyatlar uygun. Retsina bir tür Yunan şarabı ve sunumu biraz farklı. Ölçekle satılıyor ve fiyatı 1 € kadar. Pasaja akşam gittiğimde öğlenki görüntünün aksine kalabalık bir ekip ve mandolinler eşliğinde şarkı söyleyen insanları görüyorum. Çekine çekine kalabalığın içinde masaya oturunca etrafımdaki meraklı gözler nereden geldiğimi ve kim olduğumu öğrenmek istiyorlar. Ben de Türkiye'den geldiğimi söyleyince insanlar ikramlarda bulunuyor. Kimi cips, kimi tuzlu fıstık, kimi şarap. Güleryüzlerini hiç esirgemeden içmeye devam ediyoruz. O an tüm çekingenliklerimin yersiz olduğunu anlıyorum. Gezi boyunca kime adres sorduysam ya da sohbet ettiysem Türk olduğumu öğrenince daha ilgili davrandı.
Müzik eşliğinde..
İşte Yunanistan'dayım dediğim bir mekan.
Retsina ve yan masadan ikramlar (Türkçe Menü)
Son olarak Yunanistan'da nereye giderseniz gidin akşam saatlerinde Türk dizilerini izleyebilirsiniz. Ses Türkçe fakat altyazı Yunanca.