Slovakya'nın Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Merkezi: Bratislava

Slovakya’nın başşehri olan Bratislava 450 bin nüfusu ile küçücük ama çok sevimli bir şehir. Şehrin tarihi 5. yüzyıla kadar dayanıyor. Macarlar, Almanlar, Avusturyalılar, Çekler ve Yahudiler şehirde çok güçlü izler bırakmış. Şehirde halen arkeolojik kazılarda gün yüzüne çıkmayı bekleyen pek çok eser var. 

1526’da Osmanlı, Mohaç Seferi sırasında bölgede epey tahribat yapmış. Ancak şehri alamamış. 1536 yılında Bratislava, Macaristan’ın başşehri olmuş, 1919 yılında Çekoslovakya hâkimiyetine girmiş, İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından işgal edilmiş. 1993 yılında ise Slovakya’nın baş şehri olmuş. Avrupa’nın bu en genç başkenti her yıl 1,5 milyon civarında turist ağırlıyor.

Üç Saatlik Hızlı Şehir Turu

Gemimiz Tuna kıyısında Slovakya National Galeri’nin önündeki iskeleye yanaştı. Gemide aldığımız kahvaltı sonrası şehri keşfetmeye başlıyoruz. Bratislava’da 3 saatimiz var, bu yüzden hızlı hareket etmeliyiz.

Sanatçılar İçin Bir Prestij Sembolü: Ulusal Opera Binası

Gemiden iner inmez, kırmızı renkli bu sevimli “city bus”larla karşılaşıyoruz. Biz tercihimizi yürümekten yana kullanıyoruz. Çünkü bir şehri tanımanın en iyi yolu yürüyerek ara sokaklarda kaybolmaktan geçer. İlk durağımız Ulusal Opera Binası; üzerinde pek çok ünlü kişinin büstü bulunan Neo-Rönesas tarzı bu muhteşem bina Bratislava’nın sembollerinden biri.

Pek çok Avrupa ülkesi sanatçısı için burada sahne alabilmek oldukça prestijliymiş. Bu opera binasında iyi bir konser izlemek için çok önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Opera binasına arkamızı verip dümdüz yürüdüğümüzde gördüğümüz bu manzara bize “işte medeniyet bu” dedirtiyor.

Açık Hava Kütüphaneleri

Ağaç ve heykellerle bezenmiş bu yolda çınar ağaçlarının geniş gövdelerinin etrafına 360 derecelik kitaplık ve oturma yerleri monte edilerek bir açık hava kütüphanesi yaratılmış. Bu kütüphane ve buradaki gençleri uzun uzun seyrettik. Heykellerle taçlandırılmış bu yolda ilerleyip İsa ve havarilerinin bulunduğu bu beyaz heykel grubunu geçerek St. Martin’s Cathedral’e geliyoruz.

St. Martin's Katedrali ve Yahudi Soykırım Anıtı

St. Martin’s Cathedral’i 9. yüzyılda kale içinde inşa edilen küçük bir kale kilisesi imiş. Ancak papanın emri ile kilise kale dışına taşınmış. 14. yüzyılda gotik tarzda yenilenen katedral, pek çok kralın taç giyme törenlerine ev sahipliği yapmış.

Katedralin önündeki bronzdan yapılmış Pamataj (Yahudi soykırım abidesi) buraya gelen turistlerin en çok ilgisini çeken yerlerden biri.

Slovak halkı ülkelerini korumak adına Nazilerle anlaşarak ülkelerindeki tüm Yahudileri Nazilere teslim etmiş. İşte bu anıt, onun anısına dikilmiş olsa gerek!

Bir Tablo Gibi Görünen Evler

Buradan kale tabelasını takip ederek parke taşlı daracık sokaklardan yukarı doğru çıkıyoruz. Yolumuzun üzerinde Rokoko mimari tarzı ile yapılmış olan sarı beyaz renkli köşe bina Good-Shepherd tam karşımızda beliriyor.

Bu sevimli bina, günümüzde saat müzesi olarak hizmet veriyormuş. Bu çok sevimli daracık sokaklardan ilerlerken “beni de beni de fotoğrafla” dercesine öyle sevimli binalarla karşılaşıyoruz ki bunları da kadrajımıza almadan geçemiyoruz. Alt katı tramvay vagonu gibi boyanmış bu ev sizce de övgüyü hak etmiyor mu? Bu sokaklarda dolaşırken sıkça rastladığımız ilginç tabelalardan biri de bu.

Bratislava Kalesi

Nihayet Sigmund Kapısı’ndan kaleye giriyoruz. Kale adını 805 yılında kalenin onarımını yaptıran Prens Bratislaw’dan almış. 1526 ve 1530 yıllarında Osmanlıların saldırısına uğrayan Bratislava’da halk kilise ve diğer binaları yıkarak kaleyi güçlendirmiş. 1683’de Osmanlı şehre tekrar saldırmış şehri ile ele geçiremeyince Viyana’ya yönelmiş. Böylece şehirde 150 yıllık bir yıkım ve gerileme olmuş. Hatta kalenin dış duvarlarında Osmanlı’nın gelebildiği yerleri gösteren işaretler varmış. Biz bu işaretleri görmedik.

85 metre yükseklikteki kalenin güney terasından Tuna Nehri ile nehir üzerindeki şehrin iki yakasını birbirine bağlayan Novy Most (Yeni Köprü) ile Stary Most (Eski Köprü)’u görüyoruz. Yeni Köprü 1967 ile 1972 yılları arasında yapılmış 430 metre uzunluğunda, 21 metre genişliğinde üzerinde. UFO şeklinde yapılmış döner restoranı ise 360 derece dönebiliyormuş. Buraya gelmeden önce bu restorana gidip bir şeyler içerken aynı zamanda şehri seyretmemiz önerildi, ancak buna zamanımız yok. Uzaktan görmekle yetinmek zorundayız.
 
Kalede 4 adet gözetleme kulesi var. Kale içinde tarih müzesi, müzik müzesi, kültür müzesi yer almakta ve biz bunların hiçbirine giremedik. Sadece kale girişindeki Svatopluk’un şaha kalkmış at üstündeki heykelini, Tuna üzerindeki köprüleri ve karşı kıyıdaki komünizm dönemi binalarını gördükten sonra kültür müzesi yanındaki daracık merdivenlerden inerek eski şehir meydanına geldik.

Kaleden inerken bronzdan yapılmış bu heykelleri de es geçemedik.

Bratislava’ya bu ikinci gelişim ve Bratislava denilince aklıma ilk gelen şey; bu şehrin birbirinden güzel komik, muzip ve sevimli bronz heykelleri… Bu eğlenceli heykelleri en çok da eski şehir bölgesinde göreceğiz.

Rengarenk ve Cıvıl Cıvıl Eski Şehir Bölgesi

Kaleden teraslanmış ve heykellerle süslenmiş yollardan inerek Eski Şehir'e geliyoruz. Buradaki çok güzel mimarisi olan tarihi binalar ve parke taş döşemeli daracık sokaklarda dolaşırken kırmızı renkli 8 kişilik mini turist arabalarını gördük. Her önemli bina önünde durup bilgilendiren bu mini turist arabalarını çok beğendik. Şehri yürüyerek dolaşamayanlar için çok iyi bir seçenek. 

Eski Şehir merkezi çok renkli. Hediyelik eşya satan sevimli küçük dükkânlar ve önlerindeki renkli banklar ile üzerlerindeki kukla bebekler de objektifimize takıldı.


Üzeri heykellerle süslü, eski kışlık saray (Primate’s Palace)


1572’de inşa edilen Maximilian Çeşmesi


14. yüzyıla tarihlenen saat kulesi ve Franciscan Church

Pek çok elçilik binaları da burada bulunmaktadır.
 
Bu meydandaki ahşap kulübelerde pek çok hediyelik eşya satışları yapılıyor. Bu küçük tezgâhların çatı kısımları Bratislava manzaraları ile kaplanmış. Bu meydan zaman zaman dans ve müzik gösterilerine ev sahipliği yapıyormuş.

Şehirde pek çok heykel olduğundan bahsetmiştim. Bu heykellerin en ünlüsü ve Bratislava’nın sembolü Cumil. Bir rögar kapağı altından… Başında bareti ile size gülümseyerek bakan belediye görevlisi Cumil’in bronz heykeli önünde sıra oluşmuş.

Eski şehirde dolaşırken her tarafta bu sevimli, muzip heykellerle karşılaşıyorsunuz. Benim bir önceki gelişimde en çok ilgimi çeken bir köşeden döner dönmez elinde fotoğraf makinesi ile bekleyen paparazzi heykeli idi. Bu defa paparazziyi göremedim. Ama onun yerine elinde fötr şapka ile geçenleri selamlayan Schöne Naci, bir banka yaslanmış Napoleon heykeli gördüklerimden bazıları… Bratislava denince aklıma ilk önce heykellerin gelmesi sizce de normal değil mi?

Şehirde dolaşırken yer yer tasarımla ilgili el yapımı küçük objelere rastladık. Örgü ile yapılmış saksı süsleri, mantarlar, çiçekler oldukça ilginçti.

Şehirde dolaşırken Slovak kızlarının gerçekten çok güzel olduklarına tanık oluyorsunuz ama bunu fotoğraflayamadım. Bratislava’ya 3 saat az geldi. Eğer 1 saatimiz daha olsaydı, kaleden inişte Staromestska Caddesi’nden ilerleyerek Grassalkovich Sarayı’na gelebilirdik. Bu saray 1760’ta Maria Theresia tarafından Kont Anton Grassalkovich adına yaptırılmış. Günümüzde başkanlık sarayı olarak kullanılan sarayın arka bahçesinde Maria Theresia’nın çok güzel bir heykeli bulunuyormuş. Maria Theresia şehrin gelişmesinde çok önemli rol oynamış. Şehre pek çok görkemli saraylar yaptırmış. Keglevich, Primatial, Palffy bunlardan bazıları…

Bir de tiyatro binasının arka kısmında Gajova Caddesi ile Berzu-cova Caddesi’nin kesiştiği noktada bulunan Blue Church’u çok görmek isterdim. Fotoğraflarından gördüğüm kadarı ile bu kilisenin iç dekorasyonu tamamen mavi tonlarında. Art Nouveau tarzı bu kilisenin çatı kiremitleri de masmavi.

Şehirde Ne Yemeli?

Bratislava mutfağından söz edersek ilk önerim; daha önce geldiğimde içtiğim ve tadı damağımda kalan ekmek kâseler içinde servis edilen “Kapustova Polievka”. İçine mantar, lahana, patates, sosis konularak pişirilen bir çorba. Ayrıca Zbojnika Pochutka dedikleri içine et ve sebze sarılarak dürüm yapılan patatesli bir krep ve içecek olarak Sljivovica dedikleri yüksek alkollü erik votkası ile Zlaty, Bazand gibi Slovak biraları da önerebileceklerim arasındadır.
 
Yine de 3 saatte oldukça iyi dolaştık. Dönüş yolunda gemimize gelirken markete uğrayıp oldukça iyi fiyata kaliteli şaraplarımızı alıp Viyana’ya doğru yola çıktık.

Bu akşam yemek sonrası gemide bingo çekilişi var. Bu seyahatimizden 1 ay önce aynı gemi ile Ren & Mosel Nehir Turu yapmış ve çok keyif almıştık. O turda da seyahatin bitmesine 2 gün kala yapılan bingo gecesinde promosyon olarak verilen bu parkurdaki 10 günlük turu 2 numara ile kaçırmıştım. Bu turda ise eşim yorgun olduğundan odasında kaldı. Ben de bir ona bir de kendime olmak üzere iki kart aldım. Her iki kartta da BİNGO yapmak için son kalan numaram 31’di. Ancak benden önce 1 diğer yolcu 68 ile BİNGO yaptı ve çift kişilik bir başka rotada iki kişilik bir tur kazandı.
 Swiss Tiara gemisinde BİNGO, Gemi müdürü sevgili Çağatay Bey’in sunumu ile bir gelenek olmuş. Her tur sonunda şanslı bir çift güzel bir gemi turu kazanıyor. İlk oyunda iki numara ile ikinci turda tek numara ile kaybettim. Umarım 3. turda bingo benim olur.

NURHAN YILMAZ

Yazar Hakkında

NURHAN YILMAZ

1951 İstanbul doğumluyum. Yıl içinde dönüşümlü olarak Sinop, Bodrum ve İstanbul’da yaşamaktayım.Küçük yaşlarda babamın mesleği gereği, Türkiye’nin pek çok farklı şehirlerinde yaşadım.