Bugün Mexico City’ye 50 km. mesafedeki, UNESCO Dünya Mirası listesinde, Orta Amerika’nın en etkin kültürüne sahip ve en büyük piramidal yapıları içeren, Kolomb öncesi dönemde inşa edilmiş Teotihuacan Piramitlerine gidiyoruz. En çok ziyaret edilen arkeolojik bölgelerden biri olan şehir, MÖ 100 yıllarında kurulmuş ve 125.000 nüfusu, 83 km2 alanı ile o dönemde dünyanın en büyük şehri olarak 7 ila 8.yüzyıllara kadar yaşamış.
Karşımıza ilk olarak tüm heybetiyle dünyanın 3. büyük piramidi Güneş Tapınağı çıkıyor, bu isim Aztekler tarafından verilmiş, Teotihuacan dönemindeki ismi ise bilinmiyor.
Piramid kireç sıva, üzerine de parlak renkli duvar resimleri (jaguar başları ve pençeleri, yıldızlar ve yılanlar) yapmışlar, ancak şimdilerde zorlukla görülebiliyor.
Şehrin ana caddesi Ölüler Caddesi (yol boyu yer alan yapılar mezarlara benzediği için bu adı almış) boyunca yürüyerek Ay Tapınaklarına doğru ilerliyoruz. Tapınakları kimimiz fotoğraflamakla yetiniyor ve kimimiz de tırmanma yürekliliğini gösteriyor.
Öğleden sonra, her sene dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Meksikalıların ziyaret ettiği “Virgen De Guadalupe” Bazilikasına gidiyoruz. Guadalupe iconu Meksikanın en popüler dini ve kültürel imajı.
Binanın temellerinin çökme tehlikesi göstermesi üzerine hemen yanına yeni ve modern bir bazilika inşa edilmiş ve orijinal imaj da bu binaya taşınmış.
Binanın zemin planının dairesel tasarlanmasıyla, Guadalupe imajın binanın her noktasından görülmesi sağlanmış. Kapıda uzun bir kuyruk var, ellerinde çiçeklerle bekleyen binlerce insan azizelerine saygılarını sunmak için sabırla bekliyorlar.
50.000 kişilik kapasitesi olan Bazilikanın içindeki müzik, koro, ayinler ve enteresan bir ruhani atmosfer oldukça etkileyiciydi.
Otelimize dönmeden UNESCO Dünya Mirası listesindeki 2 yeri daha ziyaret ediyoruz.
Meksika Milli Otonom Üniversitesi (Central University City Campus of the Universidad Nacional Autónoma de México).
1949-1952 yılları arasında 60 mimar, mühendis ve ressamın emekleriyle kurulmuş olan kampüs, şehircilik, peyzaj, tasarım ve güzel sanatlar eserleriyle 20. yüzyıl modernizminin benzersiz bir örneği. 2007 yılında UNESCO Dünya mirası listesine alınmış.
Louis Baragan Evi: Bir mimarın evi neden Dünya Mirası listesine alınır merakı, binanın dış cephesi burası neden listeye alınmış merakına dönüşüyor. Binanın dış cephesi gösterişsiz, hatta fark edilmeyecek kadar sade, hatta oldukça sıradan. Göze çarpan ayrımlar, duvarlarının komşu evlerden daha yüksek ve az sayıda, küçük pencerelerinin olması. Rehberimiz eşliğinde gezmeye başlıyoruz.
Eve giriş holünde kapı üzerindeki küçük pencerede güneş ışığı rengi, ışığı daha güzel ve daha çok yansıtan sarı renkli cam kullanarak ev ve dış dünya arasında bir tampon oluşturmak istemiş. Ev, "kentsel kaos” dan uzak tutulmak istercesine, batı hariç, yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe üzerinde yoğunlaşmış ve içe odaklanmış. Doğal ışık evin içine maksimum seviyede girecek şekilde dizayn edilmiş. Baragan, evinde kullandığı çeşitli renklere sadece yeşil rengi katmamış, zira yeşili doğal olarak bahçeden almak için arka cephedeki bahçeye bakan salon, yemek odası ve yatak odası camlarını, bahçeyi kucaklamak istercesine ve yeşili evinin içine taşırcasına yere kadar indirmiş. Evde ahşap, taş gibi doğal ve sıcak malzemeleri, çok önemsediği, ışıkla bütünleştirmiş. 2 katlı evin kat seviyelerinin düzenli olmaması, her oda tavanının farklı yükseklikte olması, modern ve geleneksel mimari tarzı ile bütünleşmesinden dönem mimarları da etkilenmiş.
L.Baragan mühendislik okumuş ancak Fransız şair ve ressamlarından, en önemlisi de Le Corbusier den etkilenmiş hatta bir müddet derslerine devam etmiş, Meksika’ya döndükten sonra modernist akımın tipik örneklerini uygulamış ve mühendislik yerine mimarlığa yönelmiş.
Felsefesi “Huzur, sukunet, berraklık, dinginlik gibi kavramlar ifade etmeyen her mimari bir hatadır” olmuş. 1948 yılında inşa edip dekore ettiği evi 2004 senesinde Unesco Dünya Mirası listesine alınmış.