Azerbaycan, benim için huzurlu bir ülke ama halkı için aynı şeyi söylemek yanlış olur! Burada insanlar, korkutulmuş huzurla yaşıyorlar. Burası bizim için bir geçiş ve biriktirme alanı gibiydi.
Sorarsanız ki sever misin, Ankara’yı sever gibi severim Bakü’yü…
Vize ve Kayıt (Migrasiya) İşlemleri
Azerbaycan, bordo (umumi) pasaportlu arkadaşlara kapıda 30 veya 60 gün vize vermektedir. Yalnız karayoluyla vize vermeyi pek sevmezler. Eğer karayoluyla gelmeyi düşünüyorsanız kapıda vizeyi unutun! Çünkü AZAL (Azerbaycan Havayolları), ülkede tekeldir ve dünyanın da en pahalı havayollarından biridir. Karayolu vizesi için daha önceden Azerbaycan temsilciliklerine başvurmak gerekiyor. 3 iş günü içerisinde 30 günlük vizeniz çıkacaktır. Ha acil olarak sınırdan geçmeniz gerekiyorsa bir yolunu buluyorlarmış hem de pek ‘ucuzmuş’, 100$… Ben hiç karayoluyla vize almadım ama söylenen böyle, milletin yalancısıyım.
Havayoluyla gideceğim kardeşim derseniz, 3 farklı firmanın seferleri var. Fiyatları neredeyse aynı fakat AZAL’ın 23 kg ve tek parça bagaj gibi saçma bir uygulaması var. Eğer 1 kg bile geçecek olsa veya 2 valiziniz olsa 50 Euro ödemek zorundasınız. Ben bu amcalarla deliler gibi tartıştım. Hiç denemeyin, bir işe yaramıyor.
Karayoluyla veya havayoluyla vize için gereken belgeler ve şartlar:
– Daha önceden Ermenistan’a ve Karabağ’a girmemiş olmak
– 2 vesikalık fotoğraf (fotokopi bile olur)
– 10$ sigorta için ücret (zorunlu)
– En az 6 aylık geçerli pasaport
– Vize başvuru formu (internetten indirebilir veya vize bürolarından alabilirsiniz)
– Azerbaycan’da ikamet edeceğin kişinin; adı soyadı, adresi ve telefon numarası
Bu belgeleri tamamladığınızda artık özgürsünüz demeye dilim varmıyor. Benden öneri; vize bürosunda eğer ilk defa geldiğinizi anlarlarsa sigorta ücreti çoğalabiliyor. Diyelim ki fotoğrafı unuttun sakın dert etmeyin 20$ vererek hem formu doldurmazsın hem sıra beklemezsin hem de fotoğraf derdinden kurtulmuş olursun. Adamlar buna ‘hörmet’ diyorlar. Bir de her hörmetin standardı var, 20 $… Artık 60 günlük vizeniz var demektir. Yalnız dikkat; 60 günü veya 30 günü saati saatine hesaplarlar amcalar… Eğer vize tarihiniz dolarsa 401AZN (Manat) ödemeniz gerekir.
Bir de Migrasiya kaydiyatı (Kayıt İşlemleri) olayı var ki tadından yenmez. Azerbaycanlı veya oturumu olan bir arkadaşızın kimliğiyle Ayna Soltanova’daki Migrasiya Merkezine gidip adres bilgileri vs. bildirmeniz gerekiyor. Tabii bu işlemi ülkeye girdikten sonra 10 gün içinde yapmalısınız. Diyelim yapmadınız, 300 AZN ceza… Bu işlemlerin sonunda çok ufak bir kağıt veriyorlar. Sakın onu kaybetmeyin. Bazen sorun olursa çıkışta isteyebilirler. Haydi bakalım, artık özgürsünüz. ‘İki Devlet Bir Millet’… Bu cümlenin dışında benim aklıma gelen bir başka cümle daha var,’Benim memurum işini bilir’.
Azerbaycan’da Dil
Azerbaycan'da genel olarak kullanılan 3 dil var diyebiliriz. Azerbaycan Dili, Türkçe ve Rusça. Azerbaycan diline veya Azericeye, Türkçe’nin bir lehçesi diyen çoğunluk var. Bakü’de Azerbaycan dili bilmeyen insanlarla karşılaşmakta mümkün. Azerbaycan diliyle dalga geçerseniz olmaz ağabeyler. Sadece tatlı bir aksanları var. Onlara göre de bizim dilimiz dalga geçilesi. Mesela ‘ben gitar çalıyorum’ desen olmaz! Sonuçta 100 milyon insan bu dili konuşuyor. Azerbaycan’daki dil Rusça ile karıştığından ilk başlarda bir şey anlaşılmayabilir ama zamanla belki 2 haftada anlaşılayacak kadar Türkçe’ye yakın… Azerbaycan dilinin insanlara hitabına ve derinliğine hastayım gerçekten. Çok içten bir dil!
Belki lazım olur diye (söylenişleriyle):
Selam – Salam, Nasılsın? – Necesen?, İyiyim – Yahşıyam, Ekmek – Çörek, Hoşça Kal – Sağol, Her şey yolunda mı? – Selamatçılıktır?, Nereye Gİdiyorsun? – Hara Gidirsen?, Kardeş – Gaga, Çalışmak – İşlemek, Kurt – Canavar, Para – Pul, Araba – Maşın, Yardım – Kömek, İneceğim – Düşür meni, Dur – Sakla, Pantolon – Şalvar, Giysi – Paltar, Götürmek – Aparmak
Kullanılmaması Gerekenler:
Kızmak, Çalmak, Çaldırmak, Dökülmek
Türkçeyi Türkiye’deki dizilerden veya şantiyelerdeki Türkiyelilerle çalışarak öğrenmiş büyük bir çoğunluk var. Bazen Azerbaycanlı olduğunu anlaşılmayacak kadar güzel Türkçe konuşan insanlar var. Türkçe konuşmayı çok seviyorlar.
Rusça bilmek biraz elit gibi gözüküyor. Bakü’de Rusça konuşan epey insana rastlamak mümkün. Yaşlıların hemen hemen hepsi biliyor. Bazı kesimde kendi dilini konuşmak yerine Rusça konuşması iyi gözükmüyor.
Sovyet Dönemi
Sovyet’in Bütün Yaptıkları Paslanmaya Bırakılmış. Tıpkı Ulduz’daki Fabrikalar Gibi…
Halkın çoğunluğu Sovyet vaktine, hasretle bakıyor. Sovyet’te yapılanların üzerine gökdelenler eklenince iğrenç bir tablo çıkıyor ortaya. Yine de Bakü’yü çirkinleştirmeye güçleri yetmemiş yetkililerin!
Sovyet döneminde, insanlara aile bireylerini baz alarak ev verilir, hiç kimsenin işsiz kalma riski olmadığı gibi işsizlikte, yasakmış. Sağlıktan, eğitime kadar her şeyin ücretsiz olduğu bir yaşam. Devlet o dönemlerde herkese, diğer Sovyet ülkelerinde tatil imkanı sağlar ve şimdikinin 80 lirası gibi bir rakamla 1 aylık tatilini karşılarmış. Şimdi bile Sovyet’ten kalma Bakü evlerdinde piano olması insana heyecan veriyor ve şimdi savaşılan Ermenilerle nedense yıllarca can ciğer dostlarmış. Herkese kendi ürünü ekebileceği toprağı temin eden bir devlet… Devlet Baba, harbiden babaymış o vakitlerde ama Babalığın da kötü yanları var elbet… Ben bu zamana kadar tanıştığım insanlara hangi dönemin iyi olduğunu ve nedenlerini sormuşumdur. Çoğu insan, ‘Sovyet dönemi’ cevabını vermiştir.
Nazım Hikmet’in sürgün vakitlerinde uğrak yeriymiş, Bakü.
Şimdiki tabloya bakarken insanın içi acıyor. Bir arkadaşım Nazım’ın dizelerini bana anımsatarak ‘babamdan en az 10 yaş gerideyim. Adam, ev almak için hiç uğraşmamış. Bense 6 yıldır çalışıyorum ama evi rüyamda bile göremiyorum’ demişti. Ortalama bir memurun maaşı 150 Azn ve en ucuz bir evin kirası 300 Azn olunca işin içinde ‘yaşam’dan söz etmek hiç ahlaki olmaz! Hal böyle olunca rüşvetin bile standartları oluşuyor. Bir çok insanla tanıştım ki diplomalarını, ehliyetlerini rüşvetle almışlar. Bir gün acil bir hastaya yardım ederken gelen ambulans görevlilerinin bile rüşvet istediğine maalesef birebir tanıklık ettik. Rüşvetin adı da olmuş mu sana ‘Hörmet’… Azerbaycan’ın ekonomisinde en önemli faktör tabii ki petrol fakat bunların haricinde ülke içinde ekmekten suya kadar oluşmuş bir bakanlar monopolü var ve en baştan sona kadar tüm insanlar bundan rahatsızlar…
Halkın çoğunluğu Şii mezhebine mensup. Bu ülkenin güzelliklerinden biri de dini hiçbir şekilde ne sokakta ne de devlet rejiminde hissetmiyorsun. Bir güzellikte; farklı etnik gruplar, yıllardır barış içerisinde yaşıyorlar. Kendi dilini kullanabilen bir tek Lezgilerle denk geldim ama bu konuda herhangi bir sorundan bahseden olmadı doğrusu. Azerbaycan’da toplam nüfusun 9 milyon olup da Tebriz’de yaşayanların 40 milyon olması epey enteresan bir durum! Bu konu son derece detaylı bir hadise…
Halk, tek tipleştirilmiş durumda. Muhalefet veya sokak gösterilerden bahsetmek mümkün değil! Eylem veya mitingler için devlet tarafından gösterilen uygun alansa stadyumlar… Avrupa’nın da baskısıyla kısa gündem olan Siyasi tutsaklar; vergi, hırsızlık gibi absürd nedenlerle içeride tutuyorlar. Siyasi tutsaklarımız yok diye de övünmeleri gülücü oluyor sanki… Bunların arasında; Leyla Yunus ve İntikam Aliyev gibi dünya için de değerli insanlar var. İşini layıkıyla yerine getirip ikinci bir Hrant vakası yaratılmaya çalışılan Arzu Geybullayeva gibi güzel insanların da yaşadığı bir ülke Azerbaycan.
Kanatların Şehri: İçerişehir (İçərişəhər)
Sanki bütün ülkeyi kendi kanatlarıyla yönetir gibi heybetiyle Bakü’nün tam ortasında küçük ama kocaman hayatların kalıntısı, İçerişehir. Bana ve bütün kimsesizlere dost oldu. Turizm adına burayı her ne kadar ‘güzelleştirme’ çabalarına girseler de söverek, ‘bırakın da eskisi gibi kalsın’ diye haykırası geliyor insanın. Hatta kedilerin bile haykırdığını görebiliyorum. UNESCO amca, dünya mirası listesine almış burayı ama miras iyi bir şey değil demek ki…
Bir de Kanat Güner’le Vagif Mustafazade’nin buluştuğu zemin burası benim için. İlk olarak ablamın elindeki Eroin Güncesi kitabından bildim Kanat’ı. Yaştan ötürü aklıma oturmadı pek ama sonra İstanbul’da biraz takılınca anlayıverdim. O da tutunamamıştı, olmamıştı, olduramamıştı. 28 yaşındayken kendi imza gününde altın vuruş yaparak kanatlarını takıvermişti. 28 yaş, hep tesadüf müydü? Tesadüf diye bir şey var mıydı bilemeden yaşarken, ben de 28’imde ayrılırım diye düşüyordum. Sonrası da kaldı ama Vagif çıkageldi ve yaşama dödürdü birden beni. Tam 28 yaşımda ziyaret ettim evini… Tesadüf müydü bilemedim.
Piyanosunun karşısında uzun süre ellerim titreyerek kaldım. Vagif’ın çocukluk dostu Rashid ağabey karşıladı beni ve anladı ahvalimi. Uzun uzun dertleştik. Giriş para falan da almadılar benden. Rashid ağabey, ağlamamak için zor tuttu kendini… Giderken de koynuma bir cümle iliştirdi ki ‘Baksana ben onun gibi icra edemiyorum, onun parmaklarını göremezdik. Keşke o yaşasaydı benim yerime!’
Neyse dertli oldu epey… Bu küçük şehrin içinde Kız Kalesi (Qız Qalası) var bir de ki otur sahilden saatlerce seyret.
Bakü’nün sahibi gibi adeta. Değişik hikayeler var Kale hakkında...
İlk başta kale, şu andaki halinin yarısı yüksekliğindeymiş ve Ateşgah merkezi olarak yaşayan Zerdüşt amcalar ölülerini, yakmayı veya toprağa gömmeyi istemez de akbabaların yemesi için kulenin üstüne bırakır usulca kenara çekilirlermiş. Daha sonra da kulenin üst hissesi örülmüş ve gözetleme kulesi olarak kullanılmış. Düşman geldiği vakitte kulenin tepesinden ateşler yakılıp tüm halkı haberdar ederlermiş. Bu ateş yakın vakte kadar da yanarmış bu arada.
Bir başka rivayet; zamanın hükümdarının hatunu, o kadar güzelmiş ki onu burada saklar ve kimsenin görmesi istemezmiş. Kuleye girerken 1. kattaki merdivenlerin sonradan yapıldığını görünce bu hikaye de inandırıcı gelebiliyor. Velhasıl kelam, bu hatun oradan kendini denize atıvermiş.
Ayrıca olarak İçerişehir’de bizim için önemli ve özel bir merdivenler var ki en zor durumlarda bile bize sahip çıkan ve termoslarımızı alıp da yemeğimizi dışarıda yediğimiz deniz manzaralı restoranımız. Tam Şirvan Şahlar Sarayı'nın arkasında. Gidip oturun derim, kedileri göreceksiniz… Destan’ın dediği gibi ‘nerde kediler varsa orası şehrin huzurudur’.
Bakü’nün en eski yerleşim yerlerinden ve konum olarak önemli bir semt; sovyetski. Bakü Eurovision Yarışması yapılamadan kentsel dönüşüm bahanesiyle evlerin çoğu yıkılmış ve Azebaycan’ın koca bir tarihi yok edilmiş oldu. Şehrin tam ortasında has Bakülüler görülebiliyordu. Bizim Sulukule, Kadifekale gibi…
”Allah Herkesi Kendi Evine Kavuştursun!”
Azerbaycan İnsanı Bambaşkadır!
Sovyetski: Beş Mertebe
Bu yıkımlarda devletin çoğu insanı korkuttuğunu o bölgeyi gezerseniz anlayabilirsiniz. Sovyetski’de büyük bir evde yaşayan birine verdikleri parayla şehrin en ücra köşesinde küçücük bir ev almak bile mümkün değil. Ki Eurovision zamanı; Bakü’deki bütün evlerin dış cephesi yenilenmiş ve şehre fahişe makyajı yapılmış. İçeride yaşananlardan kimsenin haberi yok maalesef. Yıkım zamanı mücadele eden insanların mezarları bile yok! Ah Bakü, Ah Sovyetski..
Azerbaycan Devlet Opera ve Bale Tiyatro Binası ve Hikayesi
Bu binaya her baktığımda Bakü’de olduğuma defalarca seviniyorum. Targovi’de güzel bir ara sokakta güzelliğini besler gibi duruyor. Azerbaycan’nın en önemli insanları mutlaka burada bulunmuşlar. Hele ki bir avizesi var; arkadaş sen o tarihte nasıl yerleştin o avizeyi… Ama içeriye girdiğinde içler acısı bakımsızlıkta.
Bu binanın da hoş bir hikayesi var, Bakü’ye Rusya’dan ünlü bir Operacı Kadın gelir. Bunun şerefine bir yemek verirler ve bu yemekte Kadına sorarlar ki ‘Bir daha ne zaman Bakü’ye gelirsiniz?‘ Kadın da; ‘böyle büyük bir şehir de opera binasını yoksa neden geleyim?’ der.
Orada bulunan zengin bir amcamıza çok dokunmuş olacak ki 1 sene içinde ihtişamlı bir bina yaptıracağım. Siz de burada konser vereceksiniz’ der. Bakü’deki çoğu binanın mimarı ve petrol zengini Hacı Zeynalabdin Tağıyev bunu söyleyen zenginle dalga geçercesine der ki ‘ eğer 1 sene de bu binayı yaparsan bütün masraflarını ben karşılayacağım’ der ve bina 10 ay içinde biter. Bu güzelim binayı 10 ay içinde bitiren mimarın eli öpülür. Böyle bir hikaye…
Muhtarov’un evi veya Saadet Sarayı
Bakü’de bir ara sokakta muhteşem bir bina. Kapısında sürekli bir düğün telaşı… Çok ilginç geliyor. Çünkü bina gotik ve epey tarihi. Hikayesini öğrenince insanın tüyleri dikeliyor. Üzerinde 50’den fazla kitap yazılmış bir bina…
Murtaza Muhtarov amcam Bakü’nün ilk zenginlerinden. Bir gün eşi Liza yengemizle Vedenik’e gezmeye gidiyorlar. Sokaklarda boş boş gezinirken Liza yengemiz bir bina görüyor ve diyor ki, ‘şu binanın içinde yaşayanlar ne mutludur di mi Murtaza?’ Murtaza da hiç ses etmeyip yoluna devam ediyor.
Derken Bakü’ye geldiklerinde elemanlarına emir verip binanın projesini edinmelerini istiyor ve tabii ki de ediniyor. Binanın tıpkısının aynısını 1912’de yaptırıyor.
Kadınlar gününde, bir faytona Elza yengemizi bindirip binanın önüne getiriyor ve kapıda elemanlar Elza’yı karşılayınca, mevzuyu anlayıp mutluluktan havalara uçuyor. Bu binada mutlu mesut yaşıyorlar.
Gel zaman git zaman Bolşevikler 1920’de ülkeyi ele geçirdiklerinde binayı da ele geçiriyorlar. Bir gün Muhtarov eve geliyor ve evi zaptetmiş 3 Bolşevik askerlerini görünce , ilk önce onlara sonra da kendisine sıkıyor maalesef… Bu hikaye de böyle…
Şimdi de bu binanın Düğün Salonu olarak kullanılması büyük bir soru işareti???
Bakü Metrosu
Şu ana kadar gezdiğim tüm Sovyet ülkelerindeki metro tipleri fiziki olarak aynı diyebilirim ama Bakü’deki orijinaline çok yakın gibi duruyor.
Metro inşaatını Komünist Parti gençliği başlatmışlar. Sovyet ülkelerindeki ray arası mesafeler diğer ülkelerindekine nazaran daha geniş… Bunun nedeniyse; savaş durumda, düşman kendi araçlarını bu raylarda kullanmasını önlemekmiş!
Metro ücretinin 20 qepik (50 Kuruş) olması Azerbaycan’da devletin uyguladığı nadir güzelliklerden… Bu metroda sabahtan akşama üzerinde kalın bir kürkle gezen bir ablamız var. E metro 20 qepik, ayda sana etti mi sana 6 AZN. Ev kirası en az 250 AZN, ortalama gelir de 150 AZN olunca ablam çareyi metroyu ev olarak edinmiş devamlı uyuyor.
Tren içinde her durağa vardığınızda farklı farklı bestelerden küçük kısımlar çalar. Bu müzik, o durakta daha önce yaşamış sanatçının en ünlü eserlerinden bir bölüm diye düşünüyorum. Mesela; İçəri Şəhər durağında Vagif Mustafazade’nin ‘Bakü Geceleri’nden küçük bir bölüm çalıyor. Müzik ve sonrasında ‘İçəri Şəhər Stansiyasi’ anonsu. Sırf bu seremoniyi dinlemek için ben de Destan da kulaklarımızı kabartıyoruz. Yalnız uyarayım; Köroğlu durağındaki müzik, savaş hissi veriyor.
Metro, adeta Sovyet Müzesi… Yürüyen merdivenlerin sonunda uyuklayan ve çevirmeli telefon kullanan hala ne işe yaradığını anlamadığımız üniformalı yaşlı ablalar, ellerinde trenlerin duruş-kalkışlarını ellerinde tuttuğu kırmızı ve beyaz yüzlü pinpon raketleriyle (amma zor oldu anlatmak) ilginç hareket memurları, 1960’lardan kalma trenlerle mutlaka görülmesi gereken ucuz müze)))) Sovyet izleri genel olarak Azerbaycan’dan silinmeye çalışılmış fakat metro sanki unutmuşlar gibi… Neftçilər’de uzaya giden insanlar, yumruğunu kaldırmış 8 Mart’ın simgesi kadın ve kaslı işçi mozaikleri, Nizami’de Leyla ile Mecnun gibi tarihsel hikayelerin mozaiklendiği, Ulduz(Sovyet zamanındaki sanayii bölgesi) yüksek kolonlar ve çıkışında elinde lastikle belirmiş işçi heykelleri gibi…
10 sene önce en büyük metro yangını çıkmış ve 300 kişinin ölümü, 265 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmış. Katliam gibi ve kafa karıştırıcı düz rakamlar…
2015 Bakü Avrupa Oyunları esnasında yeni ve haliyle klimalı trenler kullanıldı fakat bu trenler şimdilik kaybolmuşlar… Şimdi kullanılan vagonlarda çok kişiyle fiziksel yakınlık kurabilirsiniz.
Azerbaycan’da genel olarak fotoğraf fobisi olduğu gibi metroda da eğer fotoğraf çekerseniz görevli yanınıza yakınlaşıp ‘şekil çekmeye icaze yoxdur’ diyecektir ama çaktırmadan çekebilirsiniz.
Otobüslere gelince, Bakü dışında geniş bir hatta tanık olmadım. Özel şirketlere ait olmasına rağmen ücreti 20 qepiktir. Sağlıklı olduğunu söylesem, tekme tokat döversiniz beni. Bakınız; 2015 Avrupa Oyunlarında 3 sporcunun otobüsle ezilmesi videosuna. İlk defa otobüse bindiğinizde, ücreti ödeyip yerine oturacaksınız ve şoför Türkiyeli olduğunuzu anlayıp çaktırmayacak. Ücret, inerken veriliyor. Benden söylemesi…
Bakü’yü kadınlaştıran bir de tramvay varmış eskilerde…
Bakü sahil bulvarında eskiden çokça bulunan fakat şimdilerde tek başına takılan bir de fayton var. Kaldırılması düşünülüyormuş!
Çoğu arabanın kırsalda dahi cip olduğunu göreceksiniz bir de Jiquli (Sovyet Lada’ları) var tabii. Bu ciplerin neredeyse tamamı krediyle alınmıştır. Azerbaycan’da gösterişi ve lüksü seven hatırı sayılır bir kitle var ama bunların yanında Jiquli arabalarından da vazgeçememişlerdir, devlet başkanı gibi… Tabii ki de bütün Azerbaycan halkı için gösteriş meraklısı diyemeyiz fakat kesinlikle çoğunluğu diyebiliriz. Azerbaycan’da haddinden artık lüks arabalarla ve bunların şubeleriyle karşılaşacaksınız.
Şehirler (Rayonlar)
Azerbaycan’ın İstanbul’u, Bakü demek yanlış olmaz. Çoğu şeyi Bakü üzerinden yapmamız hoş olmadı ama pek fazla vaktimiz yok buradan çıkmak için malum iş hayatı! Kıssadan hisselerle evvelden gittiğimiz diğer şehirleri, mekanları anlatmaya çalışayım...
‘Yanardağ’ denilen kenardan kenardan yanan bir dağ var. Gece pek romantik oluyor. 6-7 ay önce çay verilirmiş burada ama şu anda maalesef yok! Tadı olmuyor böyle olunca. ama insan uzun uzun ateşe bakınca kafası rahatlıyor harbiden.
‘Ateşgahlar Mabedi’nden söz açmadan olmaz! Zerdüşt amcalar, 14. yüzyıldan önce buraya yerleşip uzunca ibadet etmişler. Azerbaycan(Odlar Yurdu) isminin kökeninin buradan geldiğini söylüyorlar. Dünyadaki ilk Zerdüşt tapınağıymış. Sonra Hintliler burayı zapt edip, küçük tapınağı pencerelerinden görebilecek şekilde birbirine bitişik çilehaneler yapmışlar. Bu çilehanelerin içinde küçük bir kısımda ateş yakmak için ayrılmış olması insanı Zerdüştlerin samimiyetleri konusunda etkiliyor.
Devlet burayı restore etmeye çalışırken resmen hırpalamış. Adamlar duvarlara kireç sürmüş ya… Bir de olay anı canlandırması yapacağım diye her insanı siyah, bakımsız ve çirkin olarak göstermesi, üstünkörü bir (b)ilgisi olduğunu gösteriyor. Özellikle Newroz vakitlerinde Zerdüştler hac amaçlı buraya gelirmiş, efendi efendi ibadetlerini yapar, mekandan ayrılırlarmış. Şu anda da bu tapınağın etrafında yaşayan 391 Zerdüşt’ün olduğunu söylediler ama ben pek inanmadım doğrusu. Ateş, şimdi de Azerbaycan halkı için önemli hatta Newroz bayramına gelmeden evvel kutlanan ufak bir bayramları var ve ismi de, ‘Od Ayı’…
İbrahim ağabey (Destan’ın babası), Destan ve Ben buraya girerken ücret vermemek için Zerdüşt olduğumuzu ve bizim olan kutsal bir mekana girerken para almamanız gerekir dedik. Başaralı da olduk. İçeride dolaşırken yanımıza gelen rehberler ‘Sizin peygamberiniz kim? Siz nasıl ibadet ediyorsunuz?’ gibisinden sorular sorarak bizi çok eğlendirdiler. Sağ olsunlar. Ama bu soruları sormasında bizim ateşin önünde eğilmemizin payı olsa gerek…
Kuba (Quba)
Kent hayatından kaçmak isteyen Bakülüler, Kafkas Dağlarına komşuluk eden Kuba’ya yaz-kış istirahat için gidiyorlar. Dağlık alanları benim pek ilgimi çekmedi fakat Bakü’ye yakınlıkta (170 km) doğal alanların azlığından diyelim.
Maalesef Kuba’daki Rixos Otel şantiyesinde çalışmışlığım var. Toplamda en fazla 1 senede bitebilecek bir proje olmasına rağmen 5 senedir tamamen bitmediğini ve 3 defa da binanın çöktüğünü biliyorum. Japonya’dan ve Türkiye’den gelen bina güçlendirme uzmanları ‘buraya harcanan güçlendirme parasıyla 3 tane daha Rixos yapılabilirdi’ demişlerdi bundan 2 yıl evvel… Dağın tam zirvesinde bu otel yani doğanın içine kurmuşlar.
Bir de her şehirde olduğu gibi Devlet Başkanın Kuba’da da villası var. Bu villa için yapılan, özel yolun yapımında bulunan mühendisin hapiste olduğunu birkaç defa duydum. Yolun çok keskin virajları varmış efendim, sen başkanı öldürmek mi istiyorsunmuş.
Kuba’da bir de Yahudilerin stepnesi, Kırmızı Kasaba (Qırmızı Qəsəbə) var. Önceleri Yahudiler buralarda yaşarlarmış ama şimdi stepne şehirleri olarak duruyor. Kırmızı ismini, lüks villaların çatı renklerinden dolayı halk vermiş. Azerbaycan’da antisemitizm’in yok denecek kadar az olması sevindirici fakat Anti-Filistin taraftarının da az denemeyecek kadar çok olması fazlasıyla üzücü… Bir de burada Yahudi mezarlığı vardır ki, her birinin portre resimleri lüks mezar taşlarına işlenmiş, her mezarın kendine ait mermer bankı ve geniş alanda konuşlanması bir mezarlık için fazla şaşalı gibi geldi bana… Tabii bu bahsettiğim mezarların hepsi yeni nesil olanlar, eski mezarların hepsi mütevazı gözüküyor.
Kuba’nın elması çok meşhur. En tatlılarını, Rusya’ya ve çevre ülkelere ihraç ederler. Hatta bir de şarkısı (mahni) vardir efendim. Dinlemenizi öneririm: Qubanın ağ alması-Sexavet Memmedov
Kusar (Qusar)
Kusar deyince Lezgi geliyor hemen aklıma. Burada insan kendinizi Rusya’nın küçük bir şehrinde hissediyor. Şehir gibi insanları da doğaldır. Türkiyelilere önyargıyla yaklaşırlar ama sizden ufakcık bir tebessüm bile alsalar artık yiğit dostlarım var diyebilirsiniz. Lezgiler; misafirperver, gelenekçi, asi ve kavgadan kaçınmayan, sağlam içen ve güzel yemekler yapan güzel insanlardır. Kusar’da orta öğretiminizi; Rusça, Azerbaycanca veya Lezgice olarak tamamlayabilirsiniz. Polisler, memurlar ve yerel halk Lezgice konuşurlar. Bilim insanı falan olsam bu şehri incelerdim.
Kusar’a bir yarım saat kadar uzaklıkta Şahdağ (Shahdag) Turizm Kompleksi var. Azerbaycan’ın tek kayak merkezi… Burada yıllardır tamamıyla tamamlanmamış 5 adet otel vardır. Maalesef bu projede de bulundum. Hatta bunları yazarken bir yandan da Şahdağ’daki proje hakkında işle ilgili çalışmalar falan yapıyorum. Şahdağ bir de milli park olarak geçiyor. Kafkas dağları burada bitiyor. Şahdağ Dağı (4,243m), Azerbaycan’ın en yüksek dağlarından biri olmasına rağmen otel yapımları ve suni kar araçlarından dolayı doğal güzelliğine de çomak sokmuşlar.
Şeki
Şeki (Şəki)’ye gidemedik ama methiyelerini epey duyduk. Doğası, tarihi mekanlar uzaktan hoş duruyorlar. Birbirine geçmeli taşlarla adamlar zamanında bir han yapmışlar. Bir de dünyanın iki şakacı kentinden birisiymiş… Tanıdığım bütün Şekililer, güler yüzlü ve güzel dilli insanlardı. İyi enerji geliyor insana… Azerbaycan mutfağı diyince Şeki’nin Piti ve helvası önemlidir yani.
Naftalan şehrinde, sözüm ona 70 derde derman olan Petrol SPA’sı yapıyorlar. Belki işe yarar diye…
Gobustan
Gobustan, tarihi milli park olup bir açık hava müzesidir.
Azerbaycan’ın bana göre en ilginç ve önemli yerlerinden biridir ve belki en başında yer alması gereken yeridir.
Neolitik ve paleolitik çağların duvarlara yansımasını görmesini istiyorsanız İspanya’da mağaraya gitmenize gerek yok, Azerbaycan’da Gobustan zenginlikte kaya resimleriyle sizi bekliyor.
Gobustan toplam üç ayrı tepeden oluşuyor. Çizimlerin en eskisinin tarihi yaklaşık 35000 yıl geriye gidiyor en yenisi ile yaklaşık 4000 yıl öncesine ait. Toplam 6000 çizim ve 20 mağara bulunuyor. Çizimlerde gemi, insan, öküz, evcilleştirilmiş binek hayvanları, balık, domuz, geyik, şaman, hamile kadın gibi çok farklı figürlere rastlamak mümkün. Kayalardaki çizimlerin keşfi arkeolojik bir çalışmaya dayanmıyor. Tamamen şans eseri bölgedeki taş ocağı işçileri çalışırken kopan kayaların ardından gün ışığına çıkıyor.
Ne yazık ki Türkiye’de olduğu gibi burada da imgelerle ve yaşayışla ilgili derin araştırmalar bulamıyorsunuz. Gobustan, açık hava müzesine girmeden ufak bir kapalı müze mevcut, güzel dizayn edilmiş bir yapı. İlk tarihten günümüze anlatım mevcut. Antropolojik veriler yine de az. İşin ilginç tarafı okuduğumuz Paleolitik ve Neolotiğe ait kitaplarda da Gobustan'la ilgili pek bilgi yok. Altın çağ olarak değerlendirdiğim Neolitik dönem tüm bu dönemleri ve yaşadığımız çağı anlamak için bir kilit noktasıyken bu tarihin insanlara sadece duvar resimleri olarak yansıtılması ne acı… Koca bir araziye dağılmış binlerce resim var ve hepsi ayrı ayrı amaçlarla ayrı insanlarca çizilmiş, ve günümüze bu kadar sağlam gelmiş olması harikulade. Binlerce yıl öncesinde paleolitik çağın insanlarının dokunduğu aynı kayaya dokunmak büyük haz.
Eğer tarihe ilginiz varsa mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Yazın sıcaklarda çöl iklimi kışın ise çamur olduğunun notunu düşeyim ama yine de görülmeye değer. Bize resmi tarihin söylediği yalanları belki fark edersiniz gezerken, “ilkel” insan dedikleri insanların gelişmiş kültürel yapılarını, kadına verdikleri değeri, anaerkil düzeni, gemiler yapıp yolculuklar yaptıklarını, ibadet yapılarını…
Üzgünüm gezdiğiniz müze de anlatmayacak bunları size ama kaya resimleri anlatacak hepsini.
Şirvan Milli Parkı (Shirvan National Park)
Şirvan Milli Parkı, biyolojik çeşitliliği geniştir. Milli parkın ana amacı soyu Azerbaycan’da tükenmekle karşı karşıya olan ceylanları korumak, onlara doğal ortamlarını yeniden oluşturmaktır. Ceylanların yanı sıra flamingo, ersindimdik, fısıldayan kuğu, porsuk, kurt, tilki, tavşan, yaban domuzu, çakal, kunduz, sansar, çöl kedisi ve diğerleri için de yeni doğal yaşam ortamları oluşturulmaya çalışılmış.
Azerbaycan'da çok popüler bir yer olmadığını söylemek gerek, o yüzden kapı görevlilerin yerinde olmaması, içeriye alınmama veya “hörmet”(rüşvet) istenmeyle karşı karşıya gelebilirsiniz.
İçerisi yürümekle bitecek bir arazi değil, arabayla safari yapmak en mantıklısı, mümkün olduğunca yavaş seyir etmek ve doğal yaşamı rahatsız etmemeye çalışmak en önemli unsur. Yolda çok çeşit kuşları gözlemleyebilirsiniz, ceylanlar sık sık yolunuza çıkar, seke seke koşan ceylanlar gerçekten çok güzeller, çok zarif hayvanlar. Tüm hayvanları görmeyi umut etmeyin, mevsime, saate ve ürkekliğine bağlı olarak görebildiğiniz kadarıyla mutlu olun .Çünkü orası bir hayvan hapishanesi-bahçesi değil, çok başarılı olmasa da bir doğal yaşam ortamı.
Tabi milli parkta karşınıza petrol kuyuları çıkınca şaşıracaksınız. Burası Azerbaycan, her yerde petrol kuyuları var, milli parka da gitseniz bundan kaçışınız yok. Ama bana kalırsa onları da yakından görme inceleme şansı buluyorsunuz, kendi kendine sürekli çalışan küçük petrol kuyucukları…
Son olarak Şirvan Milli parkında size gün batımını tavsiye ederiz. Görevliler akşam 5 mesai biter eve gideriz dese de en azından çıkışınızı gün batımına denk getirmeye çalışın. Tellerin üzerine konmuş kuşların akşam temizliğine, ceylanların sekerek evlerine kaçış vaktine ve berrak gökyüzünde uçsuz bucaksız bir arazide gün batımına şahitlik yapabilirsiniz.
Bir de Hazar Denizi’nde yüzeyim derseniz… Türkiye’deki tadı asla burada alamayacağınızı söyleyeyim en başta ama Hazar’ın da öznel bir havası var. Hükümet Hazar’ı, petrol yuvası olarak görüyordu. Ha dediler petrol bitiyor. Nedir efendim; turizm turizm… Şimdi bir koldan temizleyip bir koldan da sıvıyorlar. En son çalıştığım proje Azerbaycan’ın en büyük oteliydi ve kanalizasyonunu lap Hazar’a…
Nasıl şekillendi mi Hazar Denizi?
Hazar’ın çevresinde çokça ada var ama halkın kullanımına kapalı! Bak hele… Neymiş efendim BP. Destan’la Qum Adasına gidelim dedik. Yola koyulduk, her şey yolunda derken adanın bir giriş kapısı varmış. Bulduk orayı da, güvenlik amca geldi; ‘giremezsiniz!’ ‘Neden abi?’ Özel burası. Tabii Dubai, Bodrum adalarını alınca bunlar fark etmişler ki bizde de adalar var. Kapatalım bunları fikri canlanmış herhalde… Neyse, bir ton dil döktük ama Nuh dedi peygamber demedi güvenlik amcalar…
Nasıl, Azerbaycan şekillendi mi?
Bunların dışında havyarın en değerlileri ve dünyadaki çoğunluğu da Hazar Denizi’nden elde ediliyormuş. Yaşlılar, Sovyet’te havyar yerdik şimdi göremiyoruz diyorlar. Konumuza dönelim...
Merdekan (Mardakan)
Su temizliği açısından ben ikinci sıraya koydum. Denize ulaştığınızda ilk önünüze gelen plaja girmeyin derim çünkü 10 AZN kaybetmiş olursunuz. İndikten sonra sola doğru yürüdüğünüzde 7-5-3-1 ve beleş plaj bulabilirsiniz ki diğerlerine göre daha temizdir. Otel ve kanalizasyon ilişkisinden bahsetmiştim.
Bilgeh’in denizi Merdekan’a yakın mesafede ve ben temizlik açısından birinci sıraya yerleştirdim.
Nabran
En meşhur tatil bölgesine olmasına rağmen ben hiç sevemedim. Zenginler için ideal. Arabayla sahile girilebiliyor. Bu yüzden atletli ağabeylerin çılgın danslarını görürseniz şaşırmayın.
Bunların dışında; Novxanlı, Bozova, Dübendi, Hövşan, Şıxı gibi bölgelerinde de denize girilebilir. Şıxı 16 km olup diğerleri de Bakü’ye 25-40 km uzaklıktadır.