Hadrianus Tapınağı’nın girişinde, Efes’in kuruluş efsanesi yazıyor: “...Atina kralı Kodros'un cesur oğlu Androklos, Ege'nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı'nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege'nin lacivert sularına yelken açar. Kaystros Nehri'nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yabandomuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler..”
Antik Yunan’dan Roma’ya, oradan da Bizans’a kadar uzanan bir tarihi var Efes’in. Eski Yunan kentleri içerisinde Atina’yla birlikte en önemlilerinden olması mı, Yedi Uyurlar nedeniyle Hrıstiyanlık için taşıdığı önem mi, yoksa Artemis tapınağıyla izini gördüğümüz Anadolu ana tanrıça kültüründen geliyor olması mı daha önemli bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var ki; 2015 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Selçuk’taki bu antik kent gerçekten çok büyüleyici bir yer.
Efes’in tarihini okudukça etkilenmemek mümkün değil. Zamanında doğu ile batı arasındaki en büyük kültürel ve ticari köprü olmuş bu şehri gezmek insanda bambaşka bir his yaratıyor. Efes’in mermer yolunda yürüdünüz mü hiç bilmem; Celcus Kütüphanesi’nin oraya doğru inerken etrafta artık günümüz medeniyetine dair hiçbir şey görmemeye başlarsınız. Efes Harabeleri o kadar iyi durumda kalmıştır ki içinde gezdiğinizde sanki her an bir köşe başından sandaletli Yunan tüccarları ya da sakallı bir filozof fırlayacak gibi hissedersiniz. Belki birkaç elektrik direği, belki gökyüzünden geçen bir uçak… Onun dışında herşey aynı binlerce yıl önceki havasında durmaktadır. Her ne kadar yıkılmış olsa da Efes canlı bir şehir.
Antik Yunan döneminde tamamen bir liman kenti olan Efes, tarih boyunca birkaç defa yer değiştirmiş. Bu değişimlerin en önemli nedenlerinden biri limanın Küçük Menderes Nehri tarafından sürüklenen toprakla dolması sonucu denizin doğal olarak kentten uzaklaşması ve Efes limanının işlevini kaybetmesi. Tabii Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde şehrin el değiştirmesi sırasında yaşanan taşınmaların da bunda payı var.
Efes benim ailemin oturduğu yere ve bir taraftan da köklerime çok yakın bir noktada olduğu için buraya defalarca gittim ve misafir götürdüm. Her gittiğimde yanımdakilere sordum ve ilginçtir ki insanlar Efes’le ilgili bambaşka şeylere aşık oluyorlar. Çoğu (tabii ki) Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri sayılan Artemis Tapınağı’ndan daha çok etkilenirken; yukarıda bahsettiğim Mermer Yol’un halen canlı gibi kalan büyüsüne kapılanlar da çok. Kimisi Celsus Kütüphanesi’nin restorasyondan sonra iki kat halindeki heybetine hayranlıkla bakarken; kimisi de Hrıstiyanlığın en çok kabul gören (toplam 30’dan fazla ören yeri bu iddiadaymış) Yedi Uyurlar Mağarası’nın Efes’te olmasına şaşırıyor. Hz İsa’nın annesi Meryem Ana’nın son yıllarını geçirdiği Meryem Ana Evi, her yıl onbinlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret ediliyor ve sadece bu küçük ev bile neredeyse tüm Efes kadar dikkat çekiyor. Hadrian Tapınağı’ndan amfitiyatrosuna, St. Jean Bazilikası’ndan Odeon’a Efes’te gezilecek, anlatılacak, öğrenilecek çok şey var.
Efes’i bu küçücük alana sığdırmak mümkün değil. Zaten bu kadar değerli tarihçi, arkeolog ve rehber dururken benim Efes’i enikonu tanıtmak gibi bir iddiam olması da mümkün değil. Benim bütün görevim önümüzdeki güzel havaları fırsat bilip Efes’i ziyaret etmenize vesile olabilecek bir hatırlatma olabilir ancak. Hiç gitmediyseniz zaten bana teşekkür edeceksiniz. Eğer çocuğunuz tarihin bu önemli kentini hiç görmediyse mutlaka götürün. Arkadaşınızla, eşinizle, akrabanızla gidin ve bakın bakalım onlar Efes’in ne tarafına aşık olacaklar…