Küçüksün Büyük Şehir

Hong Kong’da bir sabah erken saatler... Gözleri hala uykudan şiş, muhtemelen Filipinli market görevlisi satın aldığım şişe suyu kasaya okutuyor ve bana para üstü uzatıyor. “Teşekkür ederim” diyorum İngilizce. Cevap vermiyor. Tekrar “Teşekkür ederim!”. Yine yanıt yok. Gülümsüyorum. “Teşekkür ederim”. Ağzının kenarından bir şeyler söylüyor.

Sahne tanıdık. Daha önce de bahsetmiştim, ülkemizde bunun çok üst seviyeleri bile mevcut. İlginç olan kısım ise şu ki; marketten çıkıp da suyu açıp içerken yanıma Hong Konglu yaşlı bir adam geliyor, markette arkamda sıra bekliyordu. “Big city!” diyerek gülümsüyor. Evet, haklı. Sebep büyük şehir!

Yalnızca İstanbul sanmayın, büyük şehirler insanın davranışlarını değiştirmiş; onu kaba, umursamaz bir yaratığa dönüştürmüş. Nasıl ki İç Anadolu’nun köyünde tarlada çalışırken türküler yakan mutlu adam İstanbul’da fabrikada çalışmaya başladığında aksileşiyor, aynı şekilde balıkçı köyünü terk edip de Hong Kong’da kasiyer olan kadının da psikolojisi bozuluyor. Büyük şehirlerin verdiği dünyanın hiçbir yerinde çok farklı değil.

Paris’te hesap istediğin garson da aksi, New York’ta yürürken omzuna çarpan adam da. İstanbul’da dolmuş şöförü ne kadar agresifse Pekin’deki otel görevlisi o kadar musibet. Bu insanların hepsinin ortak noktası büyük şehrin kendilerine verdiği kasvetli mutsuzluk.

Elbette ki bir gezgin için dünyanın büyük şehirlerini gezmek olmazsa olmazdır. Roma’yı, Londra’yı, Lizbon’u ya da Moskova’yı, Kahire’yi, Şangay’ı görmeden dünya medeniyetlerini anlamak mümkün değil. Ama medeniyetin muhteşem eserlerini, müzeleri, binaları, sanat eserlerini içinde barındıran bu muhteşem şehirler, aynı zamanda içlerinde yaşayan milyonları mutsuz eden bir lanete de evsahipliği yapıyor. Büyük şehirler medeniyete ne kadar çok şey verirse bireyden de o kadar çok şey götürüyor.
Bunu analiz edip yorumlamak için yeteri kadar zeki değilim elbette. Özellikle 20’nci yüzyıl Alman psikologları buna epey kafa yormuş. Eric Fromm’a göre insanoğlun modernleşmesiyle birlikte doğayla olan ilişkisini kaybettiği ve bunun yerine de başka anlamlı bir şey koyamadığı için mutsuzluğa mahkum olmuş. Düşününce hak vermemek mümkün değil. Kendini bildiği anlamda insan on binlerce yıl doğanın içinde yaşayan bir canlı. Son 50, bilemedin 100 senedir ise doğayla temas kuramadığı, hayat koşullarının oldukça zor olduğu büyük yığınların içinde yaşamaya mahkum olmuş.

Belki yurtdışı seyahetlerinizde önceliğiniz büyük şehirleri görüp de onları kuran medeniyetleri daha iyi tanımak olabilir ya da yurtiçi seyahatlerinize İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlere gidip de Türkiye’nin en gösterişli noktalarını, en ünlü kişilerini, en enteresan aktivitelerini yakalamak istiyor da olabilirsiniz. Ancak unutmayın, doğaya yapacağınız bir seyahat kendi iç barışınız ve dengenizi önemli ölçüde besleyecektir. Doğayla barışık, doğayla temas halinde olan insanlar her zaman daha mutlu ve daha sağlıklı olduğu için kısa bir soluk bile olsa bundan faydalanacaksınız. Kim bilir, belki de sabahın köründe size kibarca teşekkür eden bir insana gülümseyen bir yüzle karşılık vereceksiniz.