Fransa'ya seyahat etmeye karar verdiğimizde hadi Toulouse‘dan başlayalım dedik. Amcamız orada yaşıyordu hem de İstanbul’dan direkt uçuş vardı. Hep güzel anlatılmıştı bize ama hiç bu kadar muhteşem hayal etmemiştik Toulouse’yı. Daha uçak havaalanına inmeden havada gördüğümde şehri, anlamıştım hayran kalacağımı.
İstanbul’ dan yaklaşık 3 saatlik bir yolculukla Toulouse’a varıyoruz. Fransa’yla aramızda 2 saatlik bir zaman farkı var. Saatlerimizi 2 saat geri alıyoruz ve gezmek için günümüzden çok vakit kaybetmediğimiz için seviniyoruz :)
Ulaşım:
Uçaktan indikten sonra havalimanından kalkan otobüsler ve tramvaylar var. Fransızlar tramvaylara tram diyor. T2 hattı hava limanından şehrin merkezi ve metroların kesişimi olan Palace De Justice tramvay durağına gidiyor. Her 15 dakikada bir sefer var ve 15-20 dakikada merkezde olabilirsiniz. Bunun dışında Toulouse’da iki ana metro hattı var. Turuncu A ve Kırmızı B hattı. 1 kişilik bilet ücreti 1,6 Euro. Hemen hemen tüm metro duraklarında asansör var. Ayrıca otobüsler de konforlu ve yolcular bebeklilere yer vermekte oldukça kibar ve istekliler.
Tarihi:
Toulouse ismi hakkında ilk kayıt M.S. 2. yüzyıla kadar gitmekte, o zamanki yazılışı ile Tolose. Bu kayıt şehrin bir Roma sınır karakolu olduğu zamanlara ait elbette. 12. yüzyıldan sonra Toulouse Kontluğu olarak tarihten yerini alıyor. Fransa’nın bu bölgesinin kendine ait dili var Oksitanca, bunu en bariz sokak tabelalarında görmek mümkün. Fransızca sokak “Rue” demek iken burada sokak tabelalarına ilave olarak “Carrer” de yazılıyor.
Günümüzde Toulouse Fransa’nın 4. büyük kenti. Yaklaşık 800 bin nüfusa sahip olan şehirde AIRBUS üretimi yapılıyor; ayrıca üniversite kenti olmasından dolayı bünyesinde binlerce öğrenciyi barındırıyor. Toulouse’a pembe şehir dememin sebebi; nerdeyse tüm binaların kiremit rengi tuğlalardan inşa edilmiş olması. Çoğunluğu 18. yüzyılda yapılan kiremit rengi binalar şehre çok güzel bir hava katıyor ve çevresinde ki Nice, Bordeaux gibi şehirlerden de ayırıyor.
Düz bir şehir ve bisikletle gezmek için mükemmel bir ortamı var. Zaten çoğu kişi de bisikleti tercih ediyor. Toprak küçük olmasaydı şehri kesin bisikletle gezerdik. İmkânınız varsa şehri bisikletle gezin derim. Turistik birçok noktadan bisiklet kiralayabiliyorsunuz. (Kiraladığınız bisikleti mutlaka sağlam bırakın yoksa 150 Euro cezası var :)
Görülebilecek Yerler:
La Garonne: Toulouse’ a ayrı bir hava katan Garonne Nehri'ni görmeden gitmeniz mümkün değil zaten. Köprüleri, kıyısındaki tarihi binaları ve kıyısında güzel bir yürüyüş yolu. Şehre hayat veren nehir bir başka güzel şehir olan Bordeaux’dan geçerek Atlas Okyanusu'na dökülüyor.
Amcam ile buraya geldiğimizde biz de ufak bir yürüyüş yaptık. O an açıkçası Toulouse sakinlerini biraz kıskandım, bu yaşadığım anı tekrar tadıp tadamayacağımızı bilemezken, herhangi bir yerelin sıradan bir günüydü sadece.
Place du Capitole: Saray Hristiyan kaynaklarına göre Aziz Sarnin’in (St. Saturninus) işkence yapılarak şehit edildiği kabul edilen yere kurulmuştur. Binanın inşaatına 1190’larda başlanmış ve zamanın gereklerine göre eklemeler yapılmış. Belediye Sarayı bugün aynı zamanda şehrin merkezi olarak kabul ediliyor. Hemen önünde ki geniş meydan üzerinde bulunan 12 burçlu rölyef de dikkate değer güzel bir ayrıntı. Etrafında irili ufaklı kafelerin yer aldığı, insanların keyifle kahvelerini yudumlayarak seyre daldığı meydan. Belediye Sarayı en son artan terör saldırılarından dolayı ne yazık ki bizim gittiğimiz tarihte ziyarete kapalıydı. İçini gezemesek de dışı ayrı bir güzeldi.
Saint-Sernin Bazilikası: Romanesk tarzda inşa edilmiş kilisenin inşaatı 1180 yılında tamamlanmış. Kilise Avrupa’da günümüze ulaşan en büyük Romanesk tarzda ki binadır. Aziz Sernin’in Kutsal Emanetleri (Relik) bu kilisede yer almaktadır. O dönemki geleneksel kilise planının dışında haç biçimindedir ve Toulouse’deki diğer yapılar gibi çoğunluğu tuğladan inşa edilmiştir. Ziyarete açık ve herhangi bir ücret alınmıyor.
Museum de Toulouse (Toulouse müzesi): 1796 yılında kurulan müze Fransa’nın en eski doğa tarihi müzelerinden. Tüm Fransa’da ki dört müzeden de birisi şu an. İçinde günümüzde ya da tarih öncesi dönemlerde yaşamış pek çok canlıya ait kalıntı iskelet ya da tasvir bulunuyor. Ayrıca kendi içinde Jeoloji ve Antropoloji Salonları da var ki görülmeye değer. Disney Land için Paris’e gitmek ne kadar gerekliyse, bence bu müze için Toulouse’e gelmek o kadar önemli, hatta daha fazla.
Les Jardins Du Muséum: Müzenin bahçesi, aslında bir botanik park ama halka açık olduğu için şehrin bahçeleri gibi kullanılıyor. Dünyanın pek çok farklı bölgesinden getirilmiş bitki türlerini burada görmek mümkün. Ayrıca Güzel heykeller ve çeşmeler de bahçeyi süslüyor.
Toprak ile Toulouse
Uçak yolculuğumuz koltuk arasının darlığından dolayı biraz zor geçse de havaalanına iner inmez Toprak özgürlüğüne kavuşunca tatilin keyfini çıkarmaya başladık. Uçaktan iner inmez bez değiştirme ihtiyacımız artık rutin haline geldi. Avrupa şehirlerinin en güzel yanı havaalanlarında bebek odasının olması. İşlerimizi hallettikten sonra kalacağımız apart otele gitmek için tramvaya bindik. Toulouse ulaşım ağı geniş olan bir şehir. Şehir içi ulaşımda metro, tramvay, otobüs ve bisiklet aktif bir şekilde kullanılıyor. Biz tatilimiz boyunca bisiklet dışında hepsini denedik ve bebek arabasıyla hiç zorluk yaşamadık. Bizim kullandığımız her metro hattında asansör vardı. Şehir zaten düz bir şehir ve kalabalık değil bu sebeple bebek arabasıyla dolaşım da gayet keyifliydi. Gittiğimiz tüm müzelerde asansör vardı. Kısacası Toulouse‘da bebekle ulaşım konusunda hiç zorluk yaşamadık.
Yemek konusuna gelirsek; Fransızlarla yemek kültürümüz pek bağdaşmıyor. Hava sıcaklığının eksilerde olmasından dolayı bir çorba içelim dedik, hem Toprak’ta bir öğününde mutlaka çorba tüketir. Ama çorba bulması bizim için çok zor oldu. 5-6 restoran dolaştıktan sonra güç bela güzel bir sebze çorbası bulduk. Demem o ki artık normal yemeklere geçtiyse bebeğiniz restoranda bebeğinize göre yemek bulmak konusunda zorluk çekebilirsiniz. Biz hemen hemen her yerde bulunan Carrefour’dan kavanoz mama alıp geri kalan günlerimizi Toprak’a bunları yedirerek geçirdik.
"Biz dolaşıyoruz bebeğimiz hep bebek arabasında tıkılı kalıyor" diye düşünüyorsanız, ki ben hep böyle düşünürüm:) Toulouse’da fazlasıyla park, bahçe var. Bırakın o da doya doya yürüsün koşsun. Bebek arabasında ne kadar uzun oturursa o kadar huysuzlanır, onun da kendince hakları var değil mi ama :)
İki günlük Toulouse maceramızdan sonra 6 saatlik tren yolculuğu ile Paris’e geçiş yaptık. Beni en çok kaygılandıran Toprak bu yolculukta bize zorluk çıkartacak mıydı yoksa sevecek miydi. Bunu da bir sonraki yazımız olan Paris gezimizde anlatacağım. Okuduğunuz için çok teşekkürler :)