Bu yazı site üyelerimizden Özlem Mete tarafından yazılmıştır. Sitemizdeki detaylı Berlin Gezi Rehberi'ne bakmanızı da öneriyoruz.
Almanya’nın başkenti ve en büyük şehri olan Berlin, tarihi geçmişiyle zaman tüneli gibi bir şehir, oldukça etkileyici ve II. Dünya Savaşı yıkımlarının etkili şekilde yaşandığı şehirde hemen hissediliyor. Ama halk, yani Berlin’de yaşayan Almanlar bu konuda konuşmaktan pek hoşlanmıyor, sanırım bu konuyu bir utanç kaynağı olarak görüyorlar, konuşmak onlar için rahatsız edici olabiliyor.
Berlin Duvarı’nın olduğu bölgelerde duvarı ve tarihçesini anlatan noktalar bulunuyor. Duvarı “temsil eden bir şekilde” bazı büyük taşları, turistik bir görsel malzeme olarak boyayıp, üzerine eğlenceli yeni şekiller çizerek bir meydana toplamışlar ve her yıl yenilerini ekliyorlar.
İlk gidişim 2012 yılının Temmuz ayında oldu, 17 yıllık arkadaşım orada yaşıyor. Hava İstanbul’a göre o kadar soğuktu ki Temmuz ayında ve kuzey yarımkürede olup da sokaklarda herkesin ceketli ya da kalın hırkalarla dolaşacağını hiç tahmin etmemiştim. Yani biliyordum Berlin’in havası çok soğuktu fakat o kadarını tahmin edemedim. İlk gidişim çok kısa sürdü çünkü oradan hep birlikte Roma’ya geçtik. Sadece 1-2 gün etrafı dolaşma fırsatı bulabildim. İkinci gidişimde ise her yeri sindire sindire görüp tadını çıkarabildim.
Özellikle her akşam farklı bir dünya mutfağını denedik, yeni tatlara “fazlasıyla” açık olduğum için bu durum benim için muhteşem bir deneyimdi. Yanına gittiğim arkadaşım, benim bu durumumu bildiği için önceden her restoranı ayarlayıp yer ayırtmıştı. Ayrıca tabii ki çeşitli aromalı çikolataların, şekerlemelerin, çeşit çeşit farklı abur cuburun olduğu marketler ve dükkânlar benim uğrak yerlerimdi. Türkiye’ye valiz dolusu çikolata ile döndüm.
Şehirle Yeniden Tanışma
İlk günüm olan Cuma günü, önce genel bir şehri dolaşıp hava aldık, özellikle bir yere gitmedik. Akşam yemeğimizi iyi bir hamburgercide yedik, patatesin değişik bir çeşidinden yapılan kızartma ve soslar çok lezzetliydi. Diğer günler de sabah kahvaltıdan sonra çıkıp akşam dönene kadar yollarda geçti. Ulaşım içim için genelde metroyu tercih ettik, bazen de otobüs kullandık. Böylece, zaten çok da kalabalık olmayan şehirde hiç trafiğe maruz kalmadık. Fizik ve kimya enstitüsü ve farmakoloji (ilaçbilim) enstitüsünün bulunduğu binaya her iki gidişimde de giremedim. Her yer, her gün ve her saat açık olmuyor ne yazık ki... Hâlbuki binanın dışından gördüğüm Robert Koch bölümü oldukça ilgimi çekmişti.
Cumartesi günü,Berliner Dom’a yani ünlü Berlin Katedrali’ne geçtik. Her katını inceleyerek saatlerce dolaştık. Oldukça yüksek bir yapı ve merdivenleri çıktıktan sonra inerken o kadar yükseğe çıkıldığına inanmakta zorluk yaşayabiliyorsunuz. Özellikle yükseklik fobisi olanlar en son kata kadar çıkmayabilir, ama tabii ki manzara oradan muhteşem gözüküyor. II. Dünya Savaşı boyunca ağır hasar gören katedral, aslında bir Protestan kilisesi ve 1975-1981 yılları arasında mimar Günter Stahn tarafından tasarlanarak yeniden yapılanmış. Zaten bir katın tamamı savaşta hasar gören parçalara ayrılmış. Berlin’e gidildiğinde mutlaka görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Zaman zaman içeri girmek için kapıda sıra olabiliyor.
Sonrasında akşam yemeğimizi çok başarılı bir Meksika restoranında yedik. Tabii birçok yemekte, yemeğin yanına bir bira çeşidi eşlik etti. Almanya’daki bira kültürü ve çeşitleri o kadar çok ki insan her gün bir tanesini denese bile tüm çeşitler çok uzun bir süreçte ancak biter. Daha sonra da Berlin'de en yoğun Türk nüfusunun yaşadığı Kreuzberg semtinde günü noktaladık.
Bazı dükkânların ismi bile Türkçe idi. Türkler o kadar çok ki neredeyse Türkiye’de bir yerdeymiş hissine kapılabilirsiniz. Ayrıca buradaki; baklava, lokum ve kuruyemiş satan dükkânlar ve kebapçılar pek ünlü, hatta dükkânların önlerine çay içip çekirdek çıtlatabileceğiniz yerler yapmışlar. Almanlar da buna eşlik etmiş ve ayak uydurmuş. Zaten Berlin’de o kadar çok Türk var ki hiç kimse garipsemiyor. Berlin'de yaklaşık 200.000 civarında Türk yaşıyor ve bu sayı, Türkiye dışında yaşayan en kalabalık Türk, aynı zamanda Berlin'deki en kalabalık yabancı nüfusunu oluşturuyor. Ayrıca Berlin’de, dünyanın her yerinden gelen insanlar yaşıyor. Birçok milleti içinde barındıran şehirde, yabancı öğrenci ya da yerleşik hayat yaşayan yabancı kökenli çok sayıda insan var. İstanbul’daki gibi turist olarak değil, orada yerleşik halde yaşıyorlar.
Berliner Dom
Şehrin Simge Yapıları ve Turistik Yerleri
Pazar günü, Prenzlauer Berg bölgesinde yer alan Mauerpark isimli halka açık bir parktaki bitpazarına gittik. Hem ikinci el eşya tezgâhları vardı hem de yeni eşyaların bulunduğu tezgâhlar vardı. Hem ucuz, hem de içeriği çok çeşitli olan bir pazardı. Giysiden, mutfak eşyalarına, koltuklara, örtülere, eski kitaplara, eski dergilere, atıştırmalıklara, tasarım bez çantalara, rozetlere, broşlara, takılara, yiyecek, içeceğe kadar her türlü tezgâh mevcuttu. Mutlaka tavsiye ediyorum, harikaydı ve çok eğlenceliydi.
Günün devamında, Berlin Duvarı’nın kalıntılarının olduğu bölgelere ve tarihçesini ayrıntılı bir şekilde öğrenmeye gittik. Checkpoint Charlie sınır kapısının olduğu bölgeyi gördük. Bölünmüş Berlin’in zamanlarında bu bölge, doğu-batı arasındaki trafiğin en yoğun yaşandığı bölge olmuş. O gün hava çok yağmurlu ve soğuk olduğu için yemeğimizi evde, somon balığı ve köpüklü pembe şarap ikilisi ile yedik.
Bitpazarı
Pazartesi günümüze kocaman bir yeşillik alan olan Tiergarten’ı gezerek başladık. 210 hektarlık alanıyla Berlin'in en büyük şehir parkı olan Tiergarten’ın tamamını haritayı takip ederek dolaştık. Berlin Zafer Sütunu’nu gördük. 1864 yılında Heinrich Strack tarafından İkinci Schleswig Savaşı'ndaki Prusya zaferinin anısına tasarlanmış fakat süreç içinde yapısal değişimler ve yer değişiklikleri geçirmiş.
Yolumuza Brandenburg Kapısı ile devam ettik. Şehir merkezinin ortasında, Potsdamer Platz’da yer alan kapı, Berlin’in ana sembollerinden biri. Günün sonunda Berlin Parlamento Binası’na gittik, önceden randevu alınıp gidilen binaya sonradan eklenen cam kubbenin tasarımı çok ilginç, binanın üzerinde yer alan geniş bir cam bölüm olan kubbe, 360 derecelik bir bakış açısına sahip. Hemen aşağısında parlamentonun ana salonu yer alıyor. Ziyarete açık olan bu kubbeyi gezerken, o an dışarıdaki hangi yapının bulunduğu taraftan geçiyorsanız, her dilde kulaklıkla bilgi veriliyor, yapının tarihçesi ve özellikleri anlatılıyor. Böylece tüm Berlin’i yüksekten izleyebilme ve öğrenebilme fırsatınız oluyor. Sonrasında ise günü, Hint mutfağından çeşitli örneklerle ve kokteyllerle kapatıyoruz.
Berlin Zafer Sütunu
Salı günü, arkadaşımın yüksek lisans yaptığı Berlin Üniversitesi’ne gittik, o dersteyken onu bekledim, ayrıca okul yolunda çok güzel fotoğraflar çektim. Okulun içini, kafeteryayı ve okul bahçesini de fotoğrafladım. Akşam yemeğimizde ise Uzakdoğu’nun muhteşem yemeklerinden yedik. Gittiğimiz restoranın farklı bir tarzı vardı; Çin, Japonya, Tayland, Vietnam, Filipinler ve Moğolistan mutfaklarından seçilen yemekler, soslar, tatlılar, meyveler açık büfe şeklinde sunulmuştu.
Okul yolu
Berlin’de, diğer Avrupa şehirlerine göre yaşam, ulaşım ve yeme-içme alanlarında daha uygun fiyatlar mevcut. Çok pahalı bir şehir olmadığını söyleyebilirim.
Böylece ertesi gün Amsterdam’a doğru yola çıkmak üzere Berlin maceramızı sonlandırdık.