Abd'de 5700 Km - Bölüm 4 - Mammoth Lakes

Akşamki kalış rotamız Mammoth Lakes diye küçük bir kasaba. Hava kararmaya başladığında kasabaya giriyoruz, burayı seçiş amacımız tamamen spontane, yol üzerinde bir yerde mola verip çok yorulmadan bir sonraki yere ulaşabilmek. Yosemite Park'ın hemen dışında olduğu için burası cazip geliyor. Kasabaya girer girmez şirinliğine vuruluyoruz. Cıvıl cıvıl, insanlar sokaklarda... Karnımız da çok aç olduğu için hemen cadde üzerindeki bir restorana kuruluyoruz: John’s Pizza Works. İçerisi tam Amerikan tarzı, ister masada ister barda otur, istersen dışarıdaki yüksek bank ve masalarda. Spesiyaliteler tabii ki tam Amerikan; hamburger, chicken wings, pizza ama açlıktan mı nedir hepsi iştah açıcı görünüyor.

Burası da insanların altına hücumu ile 1870’lerde yerleşmeye başladığı bir kasabaymış. Daha eskilere gidersek ilk Mono insanları adındaki insanlar yaşıyormuş burada. 1878'de açılan madenler ile birlikte 1500 kişilik nüfusu ile orta çaplı bir kasaba olan Mammoth Lakes, madenlerin kapanmasıyla tam bir hayalet kasabaya dönmüş. En komiği de 1888’de deklare edilen 10 kişilik nüfusu imiş. Ama sonrasında dağ ve göl turizmiyle giderek gelişmiş. Hatta 2004 yılında kasabada açılan bir Kayak Müzesi bile var.

Bütün bunları sabah birkaç parça eşyamızı yıkamak için gittiğim laundry’de deterjan bulamayınca, otelin karşısında gittiğim süpermarketin sahibinden öğreniyorum. Bu arada Türk olduğumu öğrenince biraz da politika ile karışık sohbet başlıyor. Aklıma ilk 20 yıl önce ABD'ye geldiğimde ülkemin yerini ve aslında develere binmediğimizi anlatmaya çalıştığım halim geliyor. Teknoloji çağı gerçekten bir başka. Bir zamanlar burnunun ucunu bile göremeyen Amerikalılar, dünyadan hakikaten haberdarlar.

Mammoth Lakes, sıcak su kaynakları ve volkanik granitlerin bulunduğu Long Valley Caldera vadisinin eteklerine kurulmuş. O kadar çok göl var ki isterseniz etrafı ağaçlar ile kaplı bir gölün kenarında balık tutabilir ya da ağaçların altında piknik yapabilir; ya da etrafı daha çok kum ile kaplı olan bir göl de yüzebilir, spor yapabilirsiniz. Bizler gibi denizle büyümüş insanlara göl değişik geliyor ama nedense göl kenarının huzuru da bir başka. Zaten yengeç burcu olmamdan kaynaklı yeter ki bir su kenarı olsun fark etmez, benden mutlusu yok. Twin Lakes, en fotografik olanlardan.

Sabah, Sheas Bakery’nin önünde ve içinde inanılmaz bir kuyruk görünce burası doğru yer diyoruz ve sabah kahvaltısı için sandviç yaptırmaya karar veriyoruz. İçerideki ekmeklerin güzelliği beni benden alıyor. Mammoth Lakes’den ayrıldıktan sonra yemyeşil vadiler ve ormanlarla kaplı alanlar yavaş yavaş yerlerini çöl bitkilerine bırakıp, toprağın rengi sarıya, yer yer beyaza dönmeye başlıyor. Otele varmadan önce ziyaret etmeyi planladığımız Death Valley National Park var.

Parka gireceğimiz kapının adı da Hell’s Gate (Cehennem Kapısı), gerisini sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Zaten bende Ölü Vadi ve Cehennem Kapısı tabirlerini duyunca hafif bir tırsma oluyor, şimdi şurada biz bizeyken neden söylemeyeyim öyle değil mi? Ölü Vadi'nin en iyi ziyaret edilme mevsimininde ilkbahar olduğunu söylemem lazım, yani siz siz olun sakın bizim gibi ağustos ayının alnında kalkıp oralara gitmeyin.

Eşim "çok ilginç mutlaka görmeliyiz, zaten yolumuzun üstü" nidalarıyla bizi parkın kapısına kadar getiriyor. Akşamüstü olmasına rağmen 124F, yani yaklaşık 50 derecelik bir sıcaklık olması sebebiyle "bak gidelim içeriye bir bakalım ama beni öldürsen oraya girmem" konuşmaları ile devam ediyorum. 50 dereceden, klima basılmış parkın ziyaret merkezine girince "Allahıma şükür" diyorum. Nasıl bir sıcaklık ise insan dışarı çıktığı anda vücudundaki tüm nem merkezleri bir anda kuruyor; gözler yanmaya, dudaklar acımaya başlıyor. Zaten ilk uyarı yanınıza almanız gereken suyla igili. Gün boyunca kanyonda yürüyüş yapacaksanız 4 litre su içmeniz öneriliyor, 4 litre… Aklıma, sağlık uzmanlarının söylediği günde çoğu zaman zar zor tükettiğimiz 2 litre su içmemiz gerekli olduğu bilgisi geliyor, 2 katı dile kolay.

Diğer uyarılar:Arabanız bozulursa arabadan çıkmadan bekleyin,
Ellerinizi görmediğiniz yerlere sokmayın,
Yağmur fırtınası varsa kanyondaki su akıntısı sizi sürükleyebilir, o yüzden gezinizi erteleyin,
Teknolojiye güvenmeyin, sakın kestirme yol diye çöle girmeyin...

Allahım uyarılar böyle sürüp gidiyor, ee bunları okuduktan sonra "allame-i cihan olsan beni oraya sokman zor" diyorum eşime, gülüşüyoruz ama o da vazcaymış zaten.

Şaka bir yana, doğru zamanda, doğru ekipman ile yapılan her türlü gezi bence mümkün. Vadide gece yapılan yürüyüşler bile olduğunu duymak şaşırtıyor bizi. Death Valley kitaplarındaki resimler müthiş. 2013 yılında Dark Sky Association (Karanlık Gökyüzü Derneği) Death Valley’i ‘Altın Tabaka’ olarak isimlendirmiş, yani aslında yıldızlar harici hiçbir ışığın etki edemediği karanlıktaki bir vadi burası. Kuzey Amerika’nın en alçak noktası olduğu için de ‘Unutmayın yıldızlar ayaklarınızdan başlıyor’ diyorlar.  Bu gökyüzü ile ilgilenen bütün bilim insanlarını da vadiye çekiyor. Okuduğumda hakikaten etkilendiğim Redland Üniversitesi profesörlerinden Tyler Nordgen, "California’da sadece 12 yıldız görebiliyorken Death Valley’de 100 yıl önce insanların gözlemleyebildiği tüm yıldızları görebilmek mümkün" demiş. Parkın ışıklandırılması da aslında onun karanlığına mümkün olduğunca uyum sağlayacak şekilde yapılmış. Eminim gece burada olabilmek tamamiyle hayatta bir kere yaşanabilecek deneyimlerden. Böyle değişik bir deneyim için siz de bu adresten  kendinize uygun parkı seçin bence.
Biz bu seferlik sadece Zabriskie Point’ten fotoğraf çekip yolumuza devam etmeye karar veriyoruz. Akşam 18.00'den sonra çektiğimiz fotoğraflar gerçekten güzel.

Bu gün enteresan başlayıp ilerleyen bir gün, Death Valley’den sonra hakikaten allahın unuttuğu bir yerde olan otelimize varıyoruz. Aşağıdaki resimleri sırf fikir vermesi için çektik. Hakikaten çölün ortasında bahçesinde havuzları ve palmiye ağaçları olan, her ne kadar bu sıcaklıkta dışarıda durmak imkanlı olmasa da içerisinde marketi, barı, kafesi, restoranı ve kumar makineleri olan otelimize varıyoruz.

Odalar inanılmaz büyük, duşumuzu alıp akşam yemeğimizi yemek için otelin restoranına geldiğimizde bizi bekleyen sürpriz ise yaklaşık 70 yaş üstü, kadınlı erkekli bir grubun kareokesi. İzlemek çok ama çok keyifli, zaten bu tatilde yaşamak istediğimiz de işte tek kelime ile bu: Gerçek Amerikalılar ile beraber olmak...

Bir sonraki yazı: Zion National Park
  

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.